Batılı medya organlarında koparılan fırtınaya bakılırsa Avrupa ve Amerika büyük bir İslami şiddet dalgasının tehdidi altında. Bir yanda Ortadoğu’daki IŞİD haberleri öte yanda Batılı ülkelerde Müslüman nüfusun giderek arttığı yönündeki spekülasyonlar tüm toplumların zihnini işgal etmiş durumda. Ancak, istatistikler, Batıda bir İslam tehdidinden daha çok Hıristiyan tehdidini ortaya koyuyor. ABD ve Avrupa’da terörist eylemlerin aslında büyük çoğunluğunun Hıristiyan kimliği taşıyanlarca gerçekleştirilmesi, Batı açısından asıl sorunun kendi tarihsel ve toplumsal kodlarında olduğunu göstermektedir.

Avrupa’da terör saldırıları ile ilgili geçmişten bu yana istatistiklere bakıldığında 2010’a kadar yılda ortalama 550 terör saldırısı yaşandığı görülüyor. Bu saldırıların büyük bölümü Fransa, Yunanistan ve İspanya’da gerçekleşmiş. Diğer ülkeler ise, büyük bölümü doğu Avrupa olmak üzere listede yerini alıyor. Örneğin 2007’de Avrupa Birliği sınırları içinde yaşanan 583 terör eyleminden sadece 4 tanesi Müslümanların adının karıştığı olaylardan oluşurken, 2008 yılında Avrupa Birliği ülkelerinin genelinde yaşanan 515 terör saldırısı içinde Müslümanların adının karıştığı hiçbir olay kayıtlara geçmemiştir. 2008 yılında olayların 397 tanesi değişik ayrılıkçı hareketlerce yapılan terör saldırıları, 28 tanesi sol ideolojik grupların eylemlerinden oluşuyordu ve tamamı Hıristiyan gruplarca yapılmıştı.

Avrupa’da Müslüman kimlikli kişilerin adının karıştığı terörist saldırıların oranı %2’den az. Bunlar da özellikle el-Kaide ve son birkaç yıldır IŞİD adına yapılmış eylemler. Eylemlerin niteliğine bakıldığında Müslüman kamuoyunun genelinin zaten kendini uzak hissettiği gruplarca yapılmış olduğu görülmektedir ve toplumların genel eğilimini temsil etmemektedir.

Avrupa Interpol’u (Europol), geçen sene yayınlanan raporunda Avrupa’daki terörist saldırıların büyük çoğunluğunun ayrılıkçı gruplar tarafından yapıldığını ifade ediyor. Örneğin, 2013 yılında Avrupa’da 152 terörist saldırı olmuş. Bu saldırılardan sadece 2 tanesi “dini gerekçeli” olarak kayıtlara geçerken, bu saldırıların 84’ü ırkçı-milliyetçi ya da ayrılıkçı gerekçelerle yapılmış.

Ortadoğu kökenli kişilerce gerçekleştirilen ve medya tarafından adeta propaganda malzemesi olarak kullanılan saldırılar bir yana, Avrupa merkezli grupların saldırıları canlı yayınlanmadığından olsa gerek dikkatlerden kaçmaktadır. Örneğin; Korsika Ulusal Kurtuluş Cephesi (FLNC) gibi Korsika adasının ayrı bir devlet olmasına çağrı yapan Fransız ayrılıkçı grupları 2013 Aralık’ta, iki Fransa şehrindeki polis merkezlerini hedef alan eş zamanlı roketli saldırılarında bulunmuştu. Ama medyada kendine yer bulamadı. Ya da bulsa bile “Hıristiyan terörü” olarak verilmediği için dikkat çekmedi. Yunanistan’da 2013’ün sonlarında militan solcu devrimci grupların sağcı bir siyasi parti (Altın Şafak) üyesi iki kişiyi vahşi biçimde öldürmeleri de dikkat çekmedi. Ya da, İtalyan Anarşist Federasyonu’nun (FAI) bir gazeteciye bombalı paket gönderme dâhil yapmış olduğu sansasyonel terörist eylemler “Hıristiyan gruplarca” diye başlayan haberlere konu olmadı.

Fakat bu suçu işleyen Ortadoğu kökenli ya da dini mensubiyet olarak Müslümanlar içinden çıkmış birileri olsaydı, medyada bunun dini kimliğinin verilemeden geçme ihtimali çok düşüktü. 2011’de Avrupa’da meydana gelen ve en korkunç terör eylemlerinden biri olan Norveç katliamı dahi, faili ısrarla kimliğini vurguladığı halde, Batılı medya organlarında “Hıristiyan terörü” olarak verilmedi. Andres Breivik kendisinin ifadesiyle, Müslüman ve göçmen karşıtlığını güçlendirmek ve “Hıristiyan Avrupa” fikrine destek için Norveç’te 77 kişiyi katlettiğinde, Batılı kamuoyu ve medyası Fransa’daki market katliamından daha az dikkat kesildi. Olay sansasyonel biçimi itibarıyla basındaydı fakat kendini İslam’a atfeden kişilerce gerçekleştirilen terör eylemlerinin verildiği yolla değil, tam tersine bu ülkelerdeki yabancı düşmanlığını makul bir sonuç olarak gösterir bir üslupla verildi. Buna ek olarak, söz konusu katliam sonrasında medyada terör uzmanlarını “Hıristiyan terör saldırılarının” nasıl durdurulacağı ile ilgili tartıştıklarını da görmedik. Bunun yanında, kendisi ısrarla itiraf etmesine rağmen Breivik’i “hristiyan terörist” olarak nitelemekten kaçındılar.

Bundan birkaç yıl önce Orta Afrika’da, Hıristiyan Anti-Balaka milisleri tarafından gerçekleştirilen Müslüman sivillerin katliamı da toplumlar arası gerilimlerden biri olarak verildi ve tek bir “Hıristiyan terörü” vurgusu dahi yapılmadı. Buna karşın, üyelerinin büyük bölümü Müslümanlardan oluşan Selaka grubunun İslami kimliği ısrarla ön plana çıkarılarak bir tehdit algısı inşa edildi.

Radikal Budistlerin Burma’da ve bundan birkaç ay önce de Sri Lanka’da sayısız sivil Müslümanı öldürmeleri sonrasında “Budist terörü” diye bir başlık duymadığımız gibi, olay farklı toplum kesimleri arasındaki bir anlaşmazlık gibi lanse edildi. Oysa olaylarda, Müslümanların evlerini işyerlerini yakıp, onlarca kişi vahşi biçimde katledilirken, bu terör eylemleri dünya medyasına “toplumlar arası gerilim” olarak yansıtıldı. Yani öldürülen Müslüman kimlik taşıyınca katilin kimliği birden bire şirinleşebildi.

İsrail’in tüm dünya tarafından yasa dışı ilan edilmiş olan silahlı yerleşimcileri hemen her hafta, Filistinli sivilleri hedef almakta ve cinayetler işlemekte. Bu toprak hırsızı fanatiklerin yaptığı terör eylemlerinin hiçbiri “Yahudi terörü” etiketi ile dünyaya servis edilmiyor. ABD Dış İşleri Bakanlığı’nın 2013 terörizm raporunda, İsrailli yerleşimciler tarafından Filistinlilerin mülklerini gasp etmek üzere 399 terörist saldırı zikredilmişti. Bu saldırılarda 93 Filistinli yaralandı. Onlarca cami ve kilise zarar gördü. Ama medyada bunlarla ilgili tek bir satır okuyamadık.

Amerika’da da Müslüman kimliği taşıyan kişilerce gerçekleştirilmiş terörist saldırıların yüzdesi Avrupa’dakinden daha cılız. Amerika’da 1980-2005 yılları arasındaki terör eylemlerini araştıran FBI’ın hazırladığı bir rapora göre, bu ülkedeki terör saldırılardan %94’ü Müslüman olmayan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş. Aslında terörist eylemlerin yarıya yakını, %42’si, Latin Amerikalılarla ilgili görünmektedir. Yine eylemlerin %24’ü ise solcu ayrılıkçılar tarafından yapılmış. Ancak gelin görün ki, 11 Eylül olaylarının oluşturduğu kaos hali, bu ülkede İslam karşıtı lobilerin eline büyük bir fırsat sunmuş ve sanki Amerika için en büyük tehdit Müslümanlardan geliyormuş gibi bir imaj inşa edilmiştir.

2014’te Kuzey Carolina Eyalet Üniversitesi’ne ait bir araştırma 11 Eylül olaylarında ölenler dahil 3 bine yakın kişinin, Müslümanlarla irtibatlı terör olaylarında öldürüldüğünü ortaya koyuyor. Aynı 15 yıllık süre zarfında öldürülen Amerikalı sayısı ise 190.000 ve bunların büyük bölümü bizzat Hıristiyan kimlikli kişilerce yapılan saldırı ya da terör eylemlerinde öldürülmüştür.

Yukarıda sunduğumuz veriler, esasında insanlığı toptan hedef almış terörün tanımı konusundaki farklı anlayışı gözler önüne sermektedir. Düzeni temsil eden devletler, insanı yaşatmayı esas alan bütün dinler hatta felsefe ve ahlakî yaklaşımlar terörü reddeder. Terör ise kendisini bu kavramlar ile özellikle din ve etnisite ile ilişkilendirerek meşruiyet kazanmaya çalışır. Günümüz anlayışının bunalımı da burada başlamaktadır. Sömürü düzeninden, insanların birbiri ile çekişmelerinden, din, mezhep çatışmalarından vs. beslenenler terörü de menfaatlerine göre tanımlayarak asılında bindikleri dalı kesmektedirler. Bu yüzden terörün çok uzak ihtimalle de olsa küçük/büyük gurupların hatta bir ferdin vicdanında bile meşrulaştırma ihtimali olan sıfatlar ile anılması insanlığın en büyük felaketi olacaktır.