Hayatının tehlikeye gireceği endişesini dile getirerek Kasım ayı başında Lübnan başbakanı Saad Hariri tarafından kamuoyuna sunulan istifası, Ortadoğu’da her geçen zaman diliminde farklı eksen kaymalarına uğrayarak boyut değiştiren kaosun Lübnan boyutunu yeniden dünya gündemine taşıdı.  İstifanın ardından gelen ilk tepkiler birbirinden çok farklı olmakla birlikte, her birinin anahtar kelimeleri İran- Suudi Arabistan ve İsrail hükümetleriydi. 2016 yılının sonlarına doğru hükümeti kurmakla görevlendirilen Saad Hariri, “Lübnan’da yeni bir dönem başlayacak” sözleriyle bir nebze de olsa ülkede istikrar bekleyen Lübnan halkını umuda sevk etmişti. Ancak bir yıl sonra Başbakanın istifa bildirisini okurken Hizbullah ve İran’ın artan etkileri nedeniyle Lübnan’ı çok yönlü bir krize sokacağını ifade etmesi, bir yandan ülke içindeki tansiyonu yükseltirken diğer taraftan istifanın arkasındaki aktörlerin oyuna girmesiyle bölgesel gerilimin de tırmanmasına yol açtı.

Bu noktada Hariri’nin istifasının Arap basınındaki yankısı da birbirinin aksi görüşler serdeden haber ve yorumların ağırlığı ölçüsünde kendisini gösterdi. Arap dünyasının önde gelen gazetecileri istifa sürecini değerlendirirken meseleye içerden bakmak yerine daha çok perde arkasında yaşananlar üzerine birbiri ardına teoriler kurarlarken, bir cümle ile istifadan bahsedip sonra da dış aktörlerin planlarına eğilmeyi tercih ettiler. İstifanın yarattığı ortamı kaygıyla soluyanlardan biri olan Rai al Youm’un genel yayın yönetmeni Abdulbari Atwan’a göre Saad Hariri kısa bir zaman öncesine kadar Beyrut sokaklarında serbestçe gezebiliyor, çeşitli törenlere katılıyor, hatta olası suikastının müsebbibleri olarak gördüğü Hizbullah tarafından da korunuyordu. Üstelik mevcut siyasi pozisyonunu da Hizbullah’la yapılan anlaşma sonucunda elde etmişti.1 Hariri’nin Hizbullahın Lübnan’daki varlığına dair dile getirdiği endişeleri bilinmekle birlikte ne olmuştu da birden kendisini riyadda bulmuştu? Bu ve buna benzer soruların peşine düşen Atwan, Suudi Arabistan’ı arka plana iterek İsrail’i merkeze koydu ve Hizbullahın, -dolayısıyla da İran’ın-  İsrail için giderek tehlikeli hale gelen bir aktör olduğunu, Trump’la birlikte yeniden canlanan Suud- Amerika ittifakının belkemiğinin İsrail olduğunu, bu yüzden Suud’un bölgede attığı her adımın İsrail kaynaklı olduğunu dile getirdi. Hizbullah’a karşı başlatılması muhtemel olan sıcak çatışmanın seyrine de değinen Atwan bu savaşın diğerlerinden farklı olacağını eklemiş, Hizbullahın tüm islam alemindeki gönüllü askerlerle birlikte İsrail ve müttefiklerine karşı zafer kazanacağını vurgulamıştı.

Atwan’ın Hizìullah ve İran yanlısı açıklamaları ile Hariri’nin bir anlamda Hizbullah korumasına ihanet ettiği görüşleri karşısında Suud medyasından ciddi tepkiler geldi. Suudi Arabistan’ın Londra merkezli yayın organlarından Şarku’l Evsat’tan Abdurrahman Raşid, Lübnan’ın Hizbullah’a kurban edilemeyeceğini savunurken, meselenin toplumsal boyutuna dikkat çekiyordu:

… Belki de ne Lübnanlılar ve ne de diğer Arap halkları Hizbullah tehlikesinin tam olarak farkındalar. Hizbullah şu an tüm Lübnan’ı istila edecek kadar güçlü ve bu durum Lübnan’ı ayrıcalıklı kılan özgürlüğün, çoğulculuğun ve esnekliğin sonunu getirebilir. Hizbullah Sünnileri ve Hristiyanları yok ederek İran cumhuriyetine dönüştürme planı içinde. Buna dur demek önce Lübnan halkının sorumluluğunda. Karşı çıktıkları an hem bölgesel hem de küresel desteği arkalarında bulacaklar. Ama karşı çıkmazlarsa İran’ın Suriye ve Irak’ta olan hegemonyasına yenilenler de ilk onlar olacak.2

Aynı etkilerle konuyu gündemine taşıyan Hüseyin Şubekşi de Lübnan’ın önce Türkler, sonra Fransızlar, daha sonra da Suriyeliler tarafından işgal edildiğini, şimdi ise İran’a teslim olduğunu ifade ederek Lübnanlıların bu tehlikeye dur demesi gerektiği üzerinde durmuştu.3

İstifa haberleri uzak komşu Mısır’da ise ciddi bir gündem oluşturmadı. 22 Kasım’da Hariri’nin Mısır’a yaptığı ziyarete belli belirsiz değinen Mısır basını yine de kayıtsız kalmamak adına sorunun Lübnan halkının eliyle çözülebileceği görüşüne ağırlık verdi. Ahram’a göre Lübnan’ın İran’a teslim olmaması için istifa meselesinin kendi sınırları dahilinde ve iç siyasete yön verecek fikirlerle çözülmesi gerekiyordu. Hariri’nin istifasının uyarı olarak görülmediği taktirde ise istikrar ve güven ortamının bir daha oluşmayacağının da altı çiziliyordu. 4

Lübnan’da yer alan ulusal basının istifayı değerlendirmede kullandığı üslup bölge ülkelerinin kullandığı dile nispeten daha ağır oldu. Hizbullah’ın ülkedeki etkili yayın organlarından olan Ed Diyar’da istifaya gelen ilk tepkiler, “Siyonist Suudiler Lübnan’a saldırdılar” başlığıyla gündeme taşınırken,5 gazetenin yazarlarından Hasan Selame meselenin mezhepçilik fitnesini yeniden canlandıracağını ve Sünnilerin Hizbullah’a karşı tahrik edilmeleriyle sonuçlanacağı senaryosu üzerinde duruyordu.6 Hizbullah’ın genel sekreterliğini yapan Hasan Nasrallah’ın açıklamalarına bolca yer verilen gazetede Suudi Arabistan’ın İran’ı ve Hizbullah’ı terörü desteklemekle suçlamasına karşın “Siz IŞİD’le nerede savaştınız?” sorusunu sorarak bir taraftan algı savaşı da açan Nasrallah Hariri’nin Lübnan’a dönüşünü beklediklerini ve tüm diyalog kapılarının açık olduğuna dair ifadeler kullanarak Hariri’ye tarafını belirlemesi gerektiğinin sinyallerini de vermişti.7

Saad Hariri’nin sahibi olduğu “Müstakbel” gazetesinin istifaya yaklaşımı meseleyi Hizbullah ekseninde almakla birlikte daha itidalli bir şekilde Lübnan’ı merkeze koyan yorumlar çıkardı. Müstakbel, Lübnan çalışma bakanı Muhammed Kibara’nın sözlerine yer vererek istifanın arkasında yatan gerçek sebeplerin göz ardı edildiği üzerinde durdu. Kibara Suudi Arabistan üzerinden tehtidkar ve küçük düşürücü söylemlerin faydasız olduğundan yola çıkmış, eğer Suudi Arabistan’a yüklenilecekse bunun yerinin Beyrut değil Tahran olduğunu söylemişti. Diğer taraftan Hariri’ye sahip çıkıp Hizbullah’ın yaptığı çağrıyı kendi üslubunca yineleyen müstakbel yazarı paul , başbakanın istifasından vazgeçip Lübnan halkına geri dönmesi gerektiğini vurgulamış ve Beyrut’ta dalgalanan “Kulluna Saad – hepimiz Saad’ız” afişlerinden yola çıkarak halkının onu beklediğini ifade etmişti.

İstifanın getirdiği yoğun gündemin oluşturduğu hararetli tartışmalar devam ederken geçen yirmi günde Riyad- Kahire- Paris hattında çeşitli müzakerelerde bulunup 24 kasımda bağımsızlık günü dolayısıyla Lübnan’a dönen Hariri’nin ne yapacağı da gerginlikle bekleniyordu. Bu zaman zarfı içinde gerek kendisine yakın haber kanallarından gerekse Beyrut’tan yoğun destek alan Hariri beklentileri karşılayarak cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın talebi doğrultusunda ve birtakım şartlar ileri sürerek istifasını geri çektiğini duyurdu.  Hariri’nin göreve geri dönüşüyle kalem erbabı da gözlerini bu sefer bölgesel aktörlerden çekerek Beyrut’a çevirdi. Saad Hariri’nin Lübnan politikaları veyahut cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın açıklamaları sonrası istifa meselesi de Arap medyasında zafer veya hezimet ikileminde karşılığını buldu.

Abdül bari Atwan tahmin edildiği üzere Hariri’nin göreve geri dönüş kararına olumlu tepki vererek Hariri’nin bir anlamda özgürlüğünü kazandığını ve Suud kimliği yerine Lübnanlı olmayı tercih ettiğini belirtiyordu.8 Lübnan toplumunda beliren Hariri tepkisinden ve Lübnanlıların başbakanlarına duydukları bağlılığın getirdiği bir sonucun da işareti olarak da görülebilecek bu yorum aslında daha çok Suudi Arabistan’a karşı elde edilen bir galibiyet hissinin yankıları gibiydi.  İstifadan vazgeçen Hariri’nin Suud yerine Hizbullah ve Mişel Avn’la da anlaşma yolunu tercih ettiği şeklinde yorumlayan ancak yine de geri adım üzerindeki şüphelerinden de vazgeçmeyen Atwan, Riyad’da “tutuklu” kaldığı süre içinde yaşananların da açığa çıkması gerektiği üzerinde durarak Suudi Arabistan’ın bir sonraki hamlesini de anlamaya çalıştığının mesajını veriyordu.

İstifa sonrası bulanıklaşan suyu kendince temizlemek isteyen Şarku’l Evsat ise, topu istifayı kabul etmeyerek Hariri’yi ikna ettiğine inanılan Mişel Avn’a atarak yine toplumsal duyar üzerinden yorumlara ağırlık verdi. Lübnan hükümetinin Arap dünyasını Lübnan’ın içişlerine karışmakla suçladığından yola çıkan Şarku’l Evsat yazarı Rıdvan Seyyid, Avn’ın ülkeyi Hizbullah’a teslim ettiğini ve Hariri’yi de o tarafa çekmeye çalıştığını iddia ederken, Arap aleminin Lübnan’ı korumaya devam edeceğini çünkü Lübnan hükümetinin ülkenin ulusal çıkarlarını savunmadığını vurguluyordu.9 Bu durum bir noktada Şarku’l Evsat zihninin istifanın ertelenmesinden çok da mutluluk duymadığının yansıması şeklinde de ortaya çıktı.

İstifanın geri çekilmesini Hariri’den gelen bir mesaj olarak algılayan Ed Diyar ise şimdi sıranın Hizbullah’ta olduğunun altını çizerek Suud kralı Selman’ın Hariri’nin sünni Müslüman olmasından dolayı Hizbullah’ın diyalog teklifine yanaşmayacağını belirtmesine karşılık Suud’u İsrail’in uşağı olmakla suçlayarak” Hizbullah Hariri’yi içine düştüğü bu utanç verici durumdan kurtaracak mı?” sorusunu sordu. Soru aslında Hariri’ye de yöneltilmiş ve tarafını belirlemenin zamanının geldiği mesajını verilmişti.10

Hizbullahın bir diğer kanalı ve Lübnan’ın önemli gazetelerinden “Akhbar” da yine Hariri’nin geri dönüşünü kutlayanlardan oldu. Başbakanın Riyad’a karşı şu an ciddi bir direnç içinde olduğunu iddia eden gazetenin genel yayın yönetmeni İbrahim el Emin, Mişel Avn’ın Hariri’ye olan desteğinin öneminden bahsederken Lübnan’ın uzun zamandır ilk defa böylesine kudretli bir lideri olduğunu vurguladı.11 Aynı gazetenin diğer bir köşe yazarı Esad Ebu Halil ise Saad Hariri’nin ulusal bir kahraman olduğunu belirtirken Lübnan adına gelecek okuması yaparak Hariri’rin o ana kadar etkisiz olan siyasi kimliğinin Suudi Arabistan’ın zincirlerinden kopmasıyla bir kahramana dönüşeceğini vurgulayacağını belirtti.12

Saad Hariri’nin istifa hamlesinin yarattığı heyecanla Ortadoğu’da yeni savaşın kartlarının Lübnan üzerinden karılacağına dair yapılan analizler Arap medyasının Lübnan’a bakışını da ortaya çıkarıyor. Bu bağlamda Arap analistlerinin bir kısmı Hariri’nin Lübnan’a sahip çıkarak krizi en aza indirgeme yönündeki çabalarını öne çekmeye çalışırken, diğerleri meseleyi Suudi Arabistan ve İran ekseninden ele alarak krizi çok boyutlu değerlendirmeyi tercih ediyorlar. Bununla birlikte her iki tarafın da ortak çıkış noktasının Lübnan halkının zayıf noktalarını yakalamak olduğu ve sürecin Arap basını tarafından toplumsal kodlar üzerinden yürütülmeye çalışıldığı izlenimini de beraberinde getiriyor.