100 yıl, insan ömrü için uzun olsa da, tarih için sadece bir sayfadır. Geçen yüzyılda farklı milletlerin, dinlerin ve unsurların barış içinde yaşadığı Osmanlı coğrafyasını parçalara ayırma, işgal etme üzerinde ittifak etmiş bir dünya vardı. Bu harekatın öncü gücü ve büyük ölçüde belirleyicisi olan İngiltere, yeni yüzyılda rolünü fiili olarak ABD’ye kaptırmış görünüyor. Ya da geçen yüzyılda olduğu gibi gizli ittifaklar ile yeni paylaşımlara imza atmış olmalılar ki Türkiye’nin sınırında; Irak ve Suriye ekseninde aleni planlar yapan ABD ye, İngiltere’den ve diğer dünya devletlerinden ses çıkmıyor.

ABD Ne Yapmak İstiyor?

ABD’nin Ortadoğu’daki silahlandırma faaliyetleri dünyanın en doğal işiymiş gibi karşılanmakta. Bu siyaset, bölgesel dengeleri PKK/PYD lehine bozmuş bulunmaktadır. ABD’nin silah deposu haline getirdiği ve fiili asker sevkiyatı yaptığı coğrafya bir yüzyıl önce İngiltere marifetiyle parçalanmış olan Osmanlı toprakları idi. Ama bu coğrafya aynı zamanda bugünkü Türkiye’nin sınırları ve savunma hattıdır. Görülen ve uzun zamandır kulislerde konuşulan o ki dün olduğu gibi bugün de dünya siyasetine egemen güçler topraklarımızda harita değişiklikleri için fiilen harekete geçmiş durumdadırlar. Türkiye’nin sınırlarına yüzlerce tır silah sevkiyatı yapan ABD’ye dünyadan ses seda çıkmamaktadır. Oysa Türkiye bir NATO ülkesidir ve belki de ilk defa bu kadar açık bir şekilde tehdit almaktadır.

Geçen yüzyılda önce Ermeniler üzerinden Sultan II. Abdülhamit aleyhtarlığı,  akabinde Arap milliyetçiliği üzerinden de  İttihatçı karşıtlığı ile şekillendirdikleri Osmanlı düşmanlığı, bir bütün halinde kalabilmiş son İslam coğrafyasını parçalamıştı.  Günümüzde ise bu siyasetin aktörleri olarak bu coğrafyanın kadim unsuru ve gerçekte diğer unsurlar ile binlerce yıldan beri bütünleşmiş Kürtler seçilmişlerdir. Oysa aynı cephe, yaklaşık 40 yıldır bu coğrafyada gerginlik çıkartarak, sözde Kürtlere özgürlük vadeden PKK terör örgütüne tüm Avrupa’da ve ABD’de ofisler açarak desteklemiştir.

Dün nasıl ki, Osmanlı coğrafyası parçalanmışsa bugün de Irak, Suriye, Türkiye topraklarında ayrıştırılan yine İslam kardeşliğidir. Yüz yıldır Arap-Türk düşmanlığı ile uyutulan bu coğrafya insanları son yıllarda da içerde ve dışarda Türk–Kürt düşmanlığı üzerine geliştirilen siyaset ile yeni bir parçalanmışlığın ve çatışmanın eşiğine getirilmiştir. Bu siyaset kendilerince olgunlaşmış olacak ki, fiili işgal durumunun alt yapı çalışmalarını tamamlayarak, sonuç almak için yeni bir kıvılcımın beklentisi içine girilmiştir. Bir kere daha kanla imtihan edilmek istenen bu topraklarda kadim kardeşlik direnci yok edilerek, sözde yeni özgürlükler adına daha küçük parçalara bölmeye yönelik kritik bir süreçte geri sayıma geçilmiştir.

Sorun ve Çözüm

Düşmanı dışarda arayıp kendimizi temize çıkarmak, başını kuma gömüp gövdesi açıkta kalan deve kuşunun saklandığını zannetmesi kadar dramatik bir savunma mekanizmasıdır. Ne yazık ki coğrafyamız kaderini belirleyemedi ve istemediği bir mecraya doğru hızla sürüklendi. Coğrafyamızdaki halkların gönüllerindeki kardeşlik ve tecrübe edilmiş bir arada yaşama becerisine rağmen bölgedeki modern devletler bunu fiiliyata dökemedi.

Bunun sorumlusu, son yüzyılda İslam coğrafyasına hakim olan anlayıştır. Kendi topraklarına Batı’dan bakma gafletinde bulunan elitler ve direksiyon başındakiler yüzyıldır çıkmaz sokaklarda kendi halklarını dolandırıp durdular. Kendilerini yönetmeyi başaramayacaklarına inandırılmış, ve buna ikna edilmiş topluluklar haline getirilen Ortadoğu ve Afrika ülkeleri  bütünüyle Batıya bağımlı hale gelmişlerdir.

Oysa bu topluluklar yüzyıllar boyunca kendilerine olduğunca adil bir yönetim sunan Osmanlı üst kimliğine saygı görerek, ötekileştirilmeden, millî kimliklerini de muhafaza ederek yaşama tecrübesi kazanmışlardı. “Millet Sistemi” olarak adlandırılan Osmanlı Yönetim Sistemi, bünyesinde barındırdığı farklı milletlerin, kavimlerin, ne dinlerine ne de dillerine müdahale etmeyerek kendi sistemi içinde uyumlu ama özel alanda tamamen özgür bir yaşam alanı sunmuştur. Devlet yönetiminde ehliyet sahibi olan her kişi, din ve soy ayrımı yapılmaksızın değerlendirilmiştir. İşin sırrı adalet ve işi ehline vermekte idi. Sistemin çökme sebebi ise bu kavramlardan uzaklaşmak olmuştur.

İslam coğrafyasındaki ülke isimleri farklı da olsa Müslümanların çocuklarına koydukları isimler, kutsal mekanları ve nihayetinde geçmişleri ortaktır. Fakat maalesef Osmanlıyı parçalayan zihniyet aynı zamanda Müslüman toplumların altına sığındıkları müşterek çatıyı çökertmekle kalmamış, müşterek geçmişlerini de yarattıkları algılar ile yıkmışlardır. Ancak Batı medeniyetinin bütün albenisine rağmen uyguladıkları çifte standartlarına şahitlik etmiş mazlum doğu toplumları başlarına gelen bu felaketlerin arkasındaki senaryoyu artık anlamaya başlamışlardır. Zaman zaman kişilerin değil, devlet denilen aygıtların dışardan güdümlü işbirlikçilerinin attıkları düşmanlık tohumlarıyla, her türlü imkan kullanılarak, ne Türk, ne Kürt, ne de Arap halkının kabul etmeyeceği karşılıklı ihlallere sebebiyet veren çatışma ortamları hazırlanmıştır. Geçmişte Ermeniler ve Araplar üzerinden sahnelenen oyunun aynısı günümüzde Kürtler üzerinden oynanmak istenmektedir. Bugün bu oyunun farkında olan Kürt halkı ABD’nin tezgahladığı ve patlak vermesi an meselesi olan kanlı oyunun bir parçası olmayacaklardır.

Osmanlı coğrafyasında kurulan devletler yüzyıldır refah ve huzur göremedikleri gibi batılıların kendilerine sunduğu demokrasi ve özgürlük vaatleri de gerçekleşmemiştir. Bölge savaşları ve çoğu zaman kendi topraklarında yaşayan halklara karşı sürdürülen devlet terörünün bir türlü nihayeti gelmemiştir. Bu süreç ajitasyona açık hale gelen, sinir uçlarıyla yüz yıldır oynanan toplumları ufak kıvılcımlarla infiale sürüklemiş ve sözde Arap Baharı denen yeni kanlı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Asıl maksat, yeni düşmanlıkların oluşturulmasıdır. Bölgeyi daha da küçük parçalara ayrıştırarak silah ve askeri teçhizatla donatıp, kendilerine taşeronluk yapacak, menfaatlerini gözetecek, Batı kuklası yeni devletçikler oluşturmak olan bu sürecin de sonuna  gelinmiştir. Coğrafyamızın insanının bu güne kadar yaşadığı acılarıyla, çektiği ıstıraplarıyla,  döktüğü gözyaşlarıyla edindiği tecrübesi onu birlikte geleceğe taşıyacaktır. Dolayısıyla İngiltere’nin kötü mirasını bu sefer ABD tamamlayamadan geldiği gibi geri gidecektir.