Irak seçimleri, 12 Mayıs 2013 tarihinde, 2003 sonrasında ülkede yaşanan derin krizlerin gölgesinde şekillenen gündem maddelerinin oluşturduğu bir atmosferde gerçekleştirilmiştir. 2003 sonrası dönemde Irak siyasetinde belirleyici olan mezhep temelli söylemi bir kenara bırakan siyasi partiler, seçim sürecinde Iraklılık vurgusu yapmış, Irak genelinde mezhep-üstü listelerle seçimlere girmiştir. Irak Başbakanı Haydar el-İbadi’nin Zafer Koalisyonunun Musul’da birinci parti olması, Sadr liderliğindeki Sairun Koalisyonunun Irak genelinde oy alması, İyad Allawi’nin Vataniye Koalisyonunun hem Sünnilerden hem de Şiilerden önemli siyasetçilere yer vermesi söylem ve eylem düzeyinde birçok siyasi aktörün Irak’a mal olma çabasını ortaya koymuştur. Seçim sürecinde bir diğer tartışma konusu da hükümetin mezhep ve etnik temelli paylaşımla mı yoksa siyasi çoğunlukla mı kurulacağı tartışması olmuştur. Zira geçtiğimiz dönemlerde parlamentodaki bütün siyasi partilerin bir biçimde hükümette yer alması ve muhalefet yokluğu siyasi denetim mekanizmalarını tıkadığı Irak’ta çeşitli kesimler tarafından sıkça dillendirildi. Siyasi çoğunluğun hükümeti oluşturarak, hükümete giremeyecek olanların muhalefette kalması yönünde bir görüş dile getirildi. Zira ifade edilen siyasi tıkanıklıktan dolayı yolsuzluk iddialarının üzerine gidilememiştir. Hatta Başbakan İbadi yolsuzluk iddialarını gündeme taşıyarak DEAŞ’le başarılı şekilde mücadelenin ardından yolsuzlukla mücadeleye sıra geldiği söylemini benimsemiştir.

Seçime giden süreçte öne çıkan gündem maddelerinden bir diğer silah ve siyasetin ilişkisi olmuştu. Zira Saddam Hüseyin’in devrilmesiyle ülkedeki güvenlik sektörünün çökmesi, ABD’nin uzun dönem ülkede işgalci kuvvet olarak kalması, DEAŞ terör örgütüyle mücadele sırasında Haşdu Şabi birliklerinin ortaya çıkması, Kuzey Irak’ta farklı bir güvenlik sektörünün bulunması ülkede karmaşık bir güvenlik sisteminin ortaya çıkmasını netice vermiştir. Seçimin galibi Sadr başta olmak üzere sivil siyasete vurgu yapanlar,  Irak güvenlik sektörünün yeniden inşasını, silahlı unsurların tamamıyla siyasetin dışına çıkarılmasını, siyaset ve silah arasındaki ayrımın kesin çizgilerle çizilmesini savunmuştur. Siyasetin ve toplumun farklı kademelerinden Haşdi Şabi ve onunla güçlü ilişkileri olan Fetih Koalisyonuna ilişkin rahatsızlıklar dile getirilmiştir. Bunun yanında Necef’teki din alimlerinin en öne çıkan ve Irak’ın en güçlü Şii din adamı Ayetullah Sistani’nin siyasete ilişkin yorumları seçimlere giden süreçte bir hayli tartışma yaratmıştır.

Seçim gecesinden başlamak üzere seçim sonuçlarına ilişkin ciddi itirazlar dile getirilmiştir, Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu, 1024 seçim sandığındaki oyların “usulsüzlük” yapıldığı gerekçesiyle iptal edildiğini açıkladı. Bazı siyasi partilerin gelecek hafta meclise seçimde kullanılan bütün oyların elektronik sistemle değil elle sayılmasını öngören bir teklif götüreceği yönünde haberler basına yansıdı. Meclis oturumunda 165 milletvekiline bu teklifi desteklerse oyların elle sayılması kararı alınacak. Ancak böyle bir karar seçim sonrası ortaya çıkan bütün tabloyu sarsacağı için oldukça risklidir. Zira Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu Başkanı Riyad Bedran, konuya ilişkin açıklamasında, seçim sonuçlarına olası bir müdahalenin ülkeyi bir iç çatışmaya sürükleyebileceği uyarısında bulundu.

Irak’taki seçim sonuçları seçmenin reform, ulusal birlik, ekonomik kalkınma, sivilleşme ve ABD-İran rekabetinin dışında kalmak istediğini ortaya koymuştur. İfade edilen hususları güçlü şekilde dillendirilen seçimlerden birinci olarak çıkması, seçmenin bu yönündeki iradesinin yansımadır. Sadr’ın, Hekim ve İbadi gibi ifade edilen hususlara vurgu yapan aktörlerle ivedi şekilde irtibat kurması; Vataniye ve Karar listesi gibi Sünni siyasi koalisyonlarla birlikte hareket etme sinyali vermesi; Yeni Nesil, Goran ve Berham Salih gibi Kürt aktörlere yeşil ışık yakması onun seçmenin taleplerine cevap verme istediğinde olduğu ortaya koymuştur. Zira Sadr’ın gerek şimdiye kadarki siyasi geçmişi ve seçime giden süreçte kullandığı söylem ve seçim sonrasında verdiği mesajlar dikkate alındığında, Irak siyasetini dış etkilerden bağımsız, ulusal uzlaşı temelinde ve reformcu bir bakışla şekillendirmek istediği görülmektedir. Bu nedenle Sadr Irak’ın geçmişteki mezhepçilik, dış aktörlerin etkisine açık olma ve yolsuzluk gibi yüklerini temsil eden siyasi aktörlerini mümkün olduğunda saf dışı bırakarak, kendisine yakın aktörlerle yürümek isteyecektir. Sadr’ın ifade edilen yaklaşım tarzı Irak’ta hâlihazırda devam eden hükümet kurma süreçlerinde oldukça etkili olacaktır.

Seçimlere giden süreçte geçmişte birlikte hareket eden Şii siyasi grupların parçalanarak Şii bloğun dağılması, Şiilerin Irak’ın geleceğine ilişkin farklı vizyonlar geliştirdiğini göstermiştir. Dava Partisi’nden İbadi ve Nuri el-Maliki’nin ayrı listelerde seçimleri girmesi, Haşdi Şabi’nin İbadi, Maliki ve Ammar el-Hekim de dahil birçok siyasi gruptan seçmen çekmesi, Hekim ve Irak İslam Yüksek Konseyi arasındaki ayrışma bu ayrışmayı ortaya koyan örneklerdir. Sadr ve Maliki arasındaki rekabet, Hadi Amiri ve Hekim arasındaki rekabet ya da İbadi ve Maliki arasında çekişme ayrışmanın farklı boyutlara taşındığını göstermektedir. Sistani’de temsil edilen dini liderliğin ise bu farklılaşmaların tarafı olmaktan kaçınarak birleştirici bir rol üstlenme arayışında olduğu, ancak yolsuzluk vb. temel konularda pozisyon almaktan çekinmediği görülmüştür. Din ve siyaset ilişkisine ilişkin geleneksel Şiilikten farklı yorumlar gençler arasında yayılmaya başlamış, din-siyaset ayrımı daha çok dillendirilmeye başlamıştır.

Sünni grupların parçalanarak küçük ve yerel grupların sayısının artması ve bir kısmının İbadi ve Fetih listelerinden seçimlere girmesi, bir yönüyle devlet imkânlarına sahip Şii siyasi aktörlerin Sünnileri kendi tarafına çekmeyi başardığını göstermiş, diğer taraftan Sünni siyasi elitlerin Sünni seçmenin taleplerine karşılık vermede yetersiz kaldığını ortaya koymuştur. Bunun yanında Haşdu Şabi’nin Sünni bölgelerdeki varlığın Sünni seçmen ve Sünni elitlerin davranışları üzerinde güçlü bir etkisi olduğu ve Sünni iradenin siyasi temsilini olumsuz etkilediği sahada sıkça dile getirilmektedir. DEAŞ terör örgütünün neden olduğu yıkım nedeniyle Irak’ın farklı yerlerine savrulan iç göçmen Sünnilerin iradesinin sandığa tam olarak yansıyıp yansımadığı ayrıca tartışılması gereken farklı bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Sünni halkın iradesinin siyasete yansıması ve Bağdat’ta yönetimden istedikleri payı alıp almayacakları Irak siyasetinin önemli gündem başlıklarından biri olmaya devam edecektir.

Kürt siyasetinde derin bir kırılma olmadığı, Kürt siyasetinin önde gelen iki aktörü KDP ve KYB’nin gücünü muhafaza ettiği görülmüştür. Goran ve İslami partilerin meclisteki sandalye sayısında azalma olmuş, Şahsuvar Abdülvahit ve Berham Salih’in kurduğu koalisyonlar gibi yeni siyasi akımların seçmenden onları ayakta tutmaya yetecek destek bulduğu tespit edilmiştir. Buna rağmen Kürt seçmenin Kürt siyasetinden umduğunu bulup bulmadığı ayrı bir gündem olarak karşımızda durmaktadır. Kuzey Irak’ın içinde bulunduğu derin ekonomik kriz ve illegal referandum sonrasında Erbil-Bağdat hattındaki gerilimlerin nasıl giderileceğinden, Kuzey Irak’ın iç dengelerinin Bağdat’la ilişkilere nasıl yansıyacağı yönündeki sorular önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler ışığında değerlendirilebilecektir. Ayrıca, Irak Kürtlerinin hükümetin kurulma süreçlerinde takınacağı tavır, Irak siyaseti açısından bir hayli belirleyici olacaktır.

Siyasetçi ve seçmen arasında 15 yıldır devam eden etkileşim neticesinde ortaya çıkan yeni siyasi tablo, Irak siyasetinin geleceğini tek başına yansıtmamaktır. Zira Irak ABD-İran geriliminin etkilerini en derinden hisseden ülkedir. Önümüzdeki süreçte İran ve ABD arasındaki gerilimin niteliği, her iki aktörün Irak politikalarını da şekillendirecek, Irak’taki müttefiklerinde aradığı özellikleri belirleyecektir. ABD-İran gerilimin şiddetinin artması Irak’ta seçmen ve siyasetçi etkileşimine olumsuz etki yapacakken, gerilimin şiddetinin hafif olması Irak’ta uzlaşı imkânını artıracaktır. Bu nedenle Irak’ın geleceği kendi iç dinamikleriyle ne kadar ilişkiliyse bölgesel ve küresel dengelerle de bir o kadar ilişkilidir, yeni hükümet de bu zeminde şekillenecektir.

ABD’nin bölgesel müttefiki İsrail-Körfez bloğunun İran’ın bölgesel etkisini kırma yönündeki talepleri ve Trump’ın bu yönde attığı adımların sertliği İran’ın karşı hamlelerinin sertliği üzerinde belirleyici olacaktır. Kendisine karşı sert hamlelerin gelmesi durumunda İran, kendisi üzerindeki baskıyı kırmak için Irak üzerindeki nüfuzunu kullanma yoluna gitmek isteyecektir. ABD, hükümetin kurulma süreçlerinde, Irak’ta İran’ın etki alanını daraltarak Irak’ı bu çekişmesinin dışında tutacak aktörleri tercih edecekken, İran mümkün olduğunca kendisinden yana pozisyon alacak aktörleri tercih edecektir. Türkiye, geçtiğimiz 15 yılda olduğu gibi Irak’ın bu gerilimleri en az zararla atlatması için dengeleyici bir rol oynamayı tercih edecektir. Bunun yanında Irak’taki su sorunun giderilmesi, terörle mücadelede iş birliği ve Irak’ın yeniden inşası süreçlerinde aktif rol oynayarak, vekiller üzerinden güç mücadelesi verenlerden farklı bir siyaset tarzı ortaya koyacaktır.

Ve’n-netice, Irak seçimleri sonrası ortaya çıkan tablo Irak siyasetinin değişen doğasını ortaya koymuştur. Irak’ta seçmenin bir kısmı kronik sorunlarının çözülmesi, gündelik hayatın normalleşmesini ve siyasetin etnik ve mezhep üstü bir hal almasını istemektedir. Bir kısmı ise Irak’ın 2003 sonrasında oluşan yüklerini halen taşımaktadır. Irak siyaseti yerel dinamiklerin tek başına belirleyici olduğu bir siyaset değildir, İran-ABD çekişmesinin Irak siyaseti üzerinde olumsuz etkileri vardır. Bu çekişme hükümetin kurulma süreçlerinde kendini göstereceği gibi, Irak’ın geleceğini olumsuz etkilemeye devam edecektir. Türkiye gibi bazı bölge ülkelerinin oynadığı dengeleyici rol, Irak halkının rahat nefes almasına olumlu katkılar sunmaktadır.