İran 2017’ye veda etmek üzereyken beklenmedik önemli bir gelişme ile karşı karşıya kaldı ve bu gelişme 2018’de İran için yeni bir ajanda belirleyecek gibi görünüyor. 28 Aralık 2017 günü başlayan hükümet karşıtı protestolar hızla İran’ın Meşhed, Nişabur, Kum gibi bir çok önemli kentlerine yayıldı ve üçüncü günü başkent Tahran’a sıçradı. Protestoların ana teması ülkenin ekonomik sorunlarına vurgu yaparken kimi yerde de rejim karşıtı bir söylemin hakim olduğu siyasi bir tema ortaya ortaya çıktı. Protestolarda kullanılan eleştiri ve taleplere bakıldığında İran’ın (mevcut rejimden) geri alınması beklentisi, Şahlık dönemine olan özlem, İran’ın Suriye ve Lübnan’da dahil olduğu çatışmalar gibi bölgesel düzeyde yürüttüğü siyasete karşı tepkiler ağırlıklı olarak ön plana çıkıyor. Bazı platformlarda İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile birlikte İran dini lideri Ayetullah Hamaney’in direk olarak hedef alındığı ve resimlerinin yakıldığı görülmektedir. 1979 İran İslam devriminden sonra 1999’da ve 2009’da benzeri protestolar yaşanmıştı fakat bu seferki kadar yoğun katılım ve böylesi toptan bir rejim karşıtlığı düzeyine ulaşmamıştı.

İran’da Toplumsal Huzursuzluk

İran toplumu 1979’dan beri derin ekonomik, siyasi ve sosyal travmaların yaşandığı bir ülke olmuştur. Devrimle birlikte İran’a karşı uygulanmaya başlayan ekonomik ambargolar toplumun yaşam standartlarının ve ekonomik gelişmesinin önünde önemli ölçüde engel teşkil etmiştir. İran İslam devleti politikalarının baskıcı, otoriter ve totaliter uygulamaları toplumsal sorunların derinleşmesine sebep olurken bir taraftan yurt dışında seküler muhalif kesimi temsil eden İran diasporasının güçlenmesine yol açmıştır. Ülkede derin devlet yapılanması güç kazanırken bireysel özgürlük alanları oldukça daraltılmıştır.

İran iç dinamiklerinde bugün şahit olunan protestolara dönüşebilecek toplumsal fay hatları belki de hiç bir ülkede olmadığı kadar derin bir şekilde mevcuttur. Yani İran’ın iç dinamiklerini belirleyen toplumsal fay hatlarının elverişliliği noktasında İran’daki halk ayaklanması beklenebilir bir gelişmedir.

Bununla birlikte İran rejiminin iç ve dış siyasette oldukça güçlü olduğu bir dönemde bu ayaklanmanın bir anda neden zuhur etmiş olduğunu anlayabilmek için bu gelişmenin zamanlamasını bölgesel ve küresel düzeydeki siyasi faktörlere dayalı olarak ele almak gerekmektedir.

Yeni ABD Politikaları ve İran

2015’te eski ABD başkanı Barack Obama yönetiminde İran’la yapılan Nükleer Anlaşması sonucunda İran’a uygulanan ambargolar kısmi de olsa kaldırılmış ve İran ekonomisi nispeten bir rahatlama dönemine girmişti. Anlaşma ekonomik gelişmeyle birlikte bundan daha da önemlisi İran’a dış siyasette, ABD-Avrupa ekseninde batıyla ilişkilerinde normalleşme vaat ediyordu.

Ne var ki yeni ABD başkanı Donald Trump oldukça farklı bir İran politikası ekseninde bir Ortadoğu politikası belirleyerek bu sürecin önünü kesecek girişimlerde bulunmuştur. Trump Avrupa’daki aksi yaklaşıma rağmen İran Nükleer Anlaşmasını kabul etmediğini açıkça ifade etmiş ve normalleşme sürecine girmiş olan İranı Ortadoğu’da önemli bir tehdit kaynağı ilan ederek tekrar marjinalleştirme yoluna girmiştir. Son bir yıla yakın dönemde Trump Amerikası, Ortadoğu’nun, ABD politikasının iki önemli ayağını teşkil eden aktörleri olan İsrail ve Suudi Arabistan ile geliştirdiği ittifak çerçevesinde İran karşıtı bir kampanya başlatmıştır. İran’ı islam ülkeleri yasağı kapsamına alma, Katar krizine destek olarak Katar’ın İran ile olan yakınlığını engelleme gibi girişimler bu kampanya çerçevesinde yorumlanmıştır.

İran’ın Ortadoğu’da tesis ettiği nüfuz alanlarını bertaraf etmek üzere -ki bu alanlar İsrail’in güvenlik alanları ile çatışma göstermektedir- Suudi Arabistan’a bölgede önemli bir rol biçilmiş ve Suudi-İran gerginliği yükseltilmek istenmiştir. S. Arabistan’da Lübnan başkanı Hariri’nin istifa ettirilerek Hizbullah politikası konusunda ciddi bir şekilde uyarılmış olması ve Yemen’de İran-Suudi gerginliğini arttıracak füze atışları, eski Yemen lideri Ali Abdullah Salih’in katli gibi provokatif girişimler denenmiştir. Bütün bu girişimler İran’ın bölgede etkinliğini ve normalleşmesini artıracak sonuçlar üretmiştir.

İran’ın normalleşmesinde önemli bir faktör Türkiye ile Kuzey Irak’ın bağımsızlık girişimi, Suriye Astana görüşmeleri ve Kudüs meselesi gibi konulardaki ortak politikalar çerçevesinde yakınlaşmasıdır. Bu süreçte İran ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkiler gelişirken özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çatısı altında, İstanbul’da, Trump’ın Kudüs’ü İsrail başkenti yapma girişimine karşı İslam ülkeleri arasında önemli bir dayanışma sergilenmiş ve İran da bunun önemli bir unsuru olmuştur.

Bu gelişmeler şunu ortaya koymuştur: Suudi Arabistan ve BAE ittifakının İran karşıtı kutuplaşmasına rağmen, İran bölge aktörleri ile normalleşen bir çizgide çatışmacı değil bilakis makul bir politika sergilemiştir. Bu da İran’ın Ortadoğu’da mevcut konjonktürde marjinalleşme yerine normalleşme yoluna girdiği ve böylece bölgedeki nüfuz ve etkinliğini güçlendireceği anlamına gelir ki bu ABD-İsrail politikası ile örtüşmemektedir. Nitekim ABD ve İsrail arasında 12 Kasım 2017’de İran ile mücadele konusunda gizli bir anlaşma yapıldığı ABD hükümeti kaynakları tarafından ifşa edilmiştir.1

Bu anlaşmada ABD ve İsrail delegasyonları, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Herbert McMaster başkanlığında “İran Sorunu üzerine Anlaşma Bildirisi” imzalamışlar ve bu belgede İran ile yapılacak mücadelenin hedef ve yolları belirlenmiştir. Bu anlaşmadan kısa bir süre sonra İran’da halk ayaklanmalarının baş göstermesi zamanlamanın dikkat çekici olduğunu ortaya koymaktadır. ABD başkanı Trump yaptığı açıklama ile hükümet karşıtı protestolara destek verdiğini açıkça belirtmiş ve İran hükümetini müdahale etmekle suçlayarak halkın protesto hakkına saygı duyması gerektiği konusunda uyarmıştır. İran’da mevcut derin toplumsal fay hatlarının harekete geçirilmesi için böyle bir zamanlama ABD-İsrail ittifakının İran ile mücadelesinde oldukça elverişli bir durum sağlayabilir.

Protestoların ilk üç günü içinde İran hükümet yetkililerinden önemli bir açıklamanın gelmemiş olması, İran’ın gelişmeleri soğuk kanlılıkla takip ettiğini henüz agresif bir tedbir uygulamadığını göstermektedir. Hatta protestoların ikinci gününde İran hükümeti kadınların örtünmesi ile alakalı olarak tutuklamaların durdurulduğunu açıklayarak geri adım atmış ve bir nevi uzlaşma veya toplumsal gerginliği azaltacak bir yaklaşım sergilemiştir. Protestoların bundan sonraki seyri ve İran rejimi üzerindeki etkilerinin ne denli sarsıcı ya da dönüştürücü olabileceği yeni yılın ilerleyen günlerinde netlik kazanmaya başlayabilir.