İran’daki Şii devlet anlayışı, en yüce makam olarak görülen dini lider (Velayet-i Fakih) makamına bağlılığı siyasi ve dini hayatın mecburiyeti olarak tanımlamıştır. Bu makam, yeryüzündeki (Şiî) hilafeti temsil etmektedir. “İran İslam Cumhuriyeti” Anayasası, ülkede cumhurbaşkanlığı makamına peş peşe üç defa gelmeyi önlemektedir. Bu yüzden iki kez seçilip reisicumhur olan biri üçüncü dönem aday olamaz. Ancak bir dönem ara verip sonra tekrar aday olması mollaların kararına bağlıdır. 2005 – 2013 yılları arasında iki dönem seçimleri kazanarak İran Cumhurbaşkanlığı yapan Mahmud Ahmedinejad, bilindiği üzere mevcut Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin selefi idi. Muhafızların adamı Ahmedinejad, kendinden önceki cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi veya Hasan Ruhani gibi mollalar arasından gelmemişti. Hatta mollalar ile arası iyi değildi.

Ahmedinejad döneminde Ortadoğu’da İran destekli gruplar Irak’ta ve Suriye’de kanlı savaşlara katıldılar. Giderek üslubunu sertleştiren bir siyaset tarzı vardı. İsrail karşıtı propagandaları iyi yönettiği gibi bir ara Filistin’deki Sünnileri bile tavladığı söylenebilir. Suriye savaşı başlayana kadar Türkiye dahil Sünni İslam dünyasında popüler bir isim olarak gündemde kalmıştır. Ancak Ahmedinejad’ın Ortadoğu’daki İran operasyonlarını yönetirken birlikte çalışmak zorunda kaldığı General Kasım Süleymani de neredeyse cumhurbaşkanı kadar popülerdi ve hızla güçleniyordu. Fakat yıllar sonra ortaya çıkacağı gibi Ahmedinejad ile Süleymani, İran içindeki (hatta Devrim Muhafızları içindeki) sert bölünmede karşı taraflarda yer alacaklardı. 2020’nin ilk günlerinde Irak’ta ABD tarafından öldürülen İranlı General ile eski cumhurbaşkanı arasında yaşananlar dikkat çekicidir.

Çatışmacı Politikaların İki İsmi: Ahmedinejad ve Süleymani

1997 – 2005 aralığında İran Cumhurbaşkanı olan Muhammed Hatemi, siyaseti ülke ekonomisini kontrol etme iddiasındaki Devrim Muhafızları’nın gölgesinden uzak tutmaya çalışıyordu. Mollaların arasından gelmişti. Mahmud Ahmedinejad ise Hatemi döneminde idari pozisyonlardan uzaklaştırılan kişilerden biriydi. Ahmedinejad, 1993’ten 1997’ye kadar İran’ın kuzeybatısında Türklerin çoğunluk olduğu Erdebil Eyaleti Valiliği yapmıştı. 2003’te Tahran Belediye Başkanlığı’nı devraldıktan sonra 2005’te cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olacaktı. Dindar siyasetçi rolüne rağmen mollalara kendini sevdiremese de İran’ın alt kesimine hitap ediyordu. Kasım Süleymani ise 1990’larda memleketi Kirman Eyaleti’nde Devrim Muhafızları’nın komutanıydı. Hatemi iktidara geldikten sonra Devrim Muhafızları Ordusu’nun Kudüs Kuvvetler Kumandanı olarak yurt dışı operasyonların başına getirildi. Hem Ahmedinejad hem de Süleymani, Hatemi hükümeti tarafından merkezden uzağa itilmişlerdi. Hatemi, bu tarz kişilere karşıydı.

1995’te NATO Genel Sekreterliği’ne getirildikten sonra yolsuzluk iddialarıyla görevinden uzaklaştırılan Willy Claes, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle “kızıl (komünist) tehlike” karşısında zafer kazandıklarını ancak bundan sonra “yeşil (İslami) tehlike” ile mücadele edeceklerini söyleyerek “İslam’ın terörizme ve din fanatizmine yol açtığını” ifade etti. NATO Genel Sekreteri açıkça dünyaya bir şeyler anlatmak istiyordu. Bu açıklamalardan altı sene sonra dünya çapında ses getiren 11 Eylül Vakası’nın yaşanması ve hemen akabinde “terörle mücadele” adına Afganistan’ın işgali Claes’in öngörüsü müydü yoksa 90’larda kurulan yeni stratejinin 21.yüzyıl başında hayata geçirilmesi miydi, bu ayrı bir tartışma konusudur. Fakat ABD’nin Afganistan işgali öncesinde Kasım Süleymani gibi İranlı generallerle temasa geçip Taliban’a karşı ortak savaş başlattıkları sır değildi.

General Süleymani, binlerce kişilik insan kaynağını idare ederek İran çevresindeki ülkelerde operasyonlar yürütürken Amerikalılar, Afganistanlılar, Araplar ve Kürtler ile yeri geldiğinde çatışıyor yeri geldiğinde işbirliği yapıyordu. Hatta Hizbullah’ı yönlendirmeye çalışırken bazen Şii düşmanı El-Kaide’yi bile kullanmaya çalıştığı rivayet edilmiştir. Afganistan’da yürütülen ABD – İran işbirliği, Irak işgalinden sonra Bağdat’ta kurulacak yeni düzende anlaşmazlık yaşanınca iki ülke arasında yeni bir dönemi başlatmıştı. İran, Suudilerle Irak’ta karşı karşıya gelince 2004’ten sonra artan çatışmalar 2007’ye kadar Irak’ı kan gölüne çevirmişti. Ortadoğu’daki Amerikan muhbirlerden aldığı bilgileri 2013’te The New Yorker’da yayınlayan Dexter Filkins’in rivayetine göre Kasım Süleymani, 2008 başlarında Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani üzerinden (sonradan CIA’in başına geçecek olan) ABD’li General David Petraeus’a bir mesaj göndermişti. Mesajda şöyle yazıyordu:

Sayın General Petraeus, İran’ın Irak, Lübnan, Gazze ve Afganistan politikasını kontrol ettiğimi bilmenizi istiyorum. Bağdat’taki elçimiz de Kudüs Kuvvetleri’ndendir. Onu değiştirecek olan kişi de bir Kudüs Kuvvetleri mensubudur.

Aynı rivayete göre, Kerbela’da beş Amerikan askeri öldürüldüğünde Bağdat’taki ABD Elçisi’ne mesaj gönderen Süleymani, Amerikalılara saldırı emrini kendisinin vermediğine dair Humeyni üzerine yemin etmişti. Dolayısıyla İran’ın Ortadoğu’daki kolu Devrim Muhafızları idi ve 2019’da bu Muhafızlar ABD Hükümeti tarafından “terörist teşkilat” ilan edileceklerdi.

Ortadoğu’daki Şii Arap dünyasında iki grup öne çıkmaktadır: Hasan Nasrallah liderliğindeki (Lübnanlı) Hizbullah ve Mukteda es-Sadr liderliğindeki (Iraklı) Mehdi Ordusu. General Süleymani, İran dışındaki bütün Şiileri bir araya getirme misyonuyla hareket ederken Bağdat’ta Tahran’dan ziyade Amerikalıları dinleyen siyasetçileri tehdit etmeyi de aynı misyonun bir parçası olarak yürütüyordu. Cumhurbaşkanı Ahmedinejad da İran’ın Afrika’ya açılmasını ve Ortadoğu’daki tehditlerle mücadelesinde ısrarlı bir politika yürütüyordu. İran’ın yerli otomobili Khodro için Afrika’da pazar açma girişimleri yürütülürken Süleymani’nin adamları Nijerya’daki Şii Molla Zakzaki’ye destek sağlıyorlardı. Ancak Muhafızların Afrika misyonları esnasında el değiştiren paralar zamanla kendi içlerindeki kavgada bahane olacak, Ahmedinejad’ı Süleymani’yi destekleyen gruplarla karşılaştıracaktı.

İran, M. Hatemi döneminde Avrupa ile iyi ilişkiler tesis edebilmiş, ABD ile anlaşmazlıkları azaltmaya odaklanmıştı. Ancak 21.yüzyıla farklı bir stratejiyle giren ABD, İngiltere ile birlikte Afganistan ve Irak’ı işgal edince İran’daki mollaların Avrupa ile ilişkileri Anglo-Saxonlar tarafından kesilmeye başlandı. Ahmedinejad, iktidara geldiği ilk döneminde Batı ile gerginliği yükseltmekten yana olmadığı gibi General Süleymani ABD ile birlikte “teröre karşı ortak mücadele” işbirliğini yönetiyordu. Ancak İran’ın petrol ve doğalgaz zenginliği yeniden küresel piyasalara arz edilecekse bunu İngiliz ve Amerikan şirketlerin başlatması gerekiyordu. Ayrıca Ortadoğu’ya büyük silah satışları planlanıyordu. Böyle bir ortamda diplomasiden ziyade çatışmalar artınca Ahmedinejad Hükümeti “küçük şeytan” İsrail’i vurma tehdidiyle “büyük şeytan” ABD’ye karşı siyaset yapmaya başladı. ABD öncülüğünde İran’a uygulanan müeyyideler ise Tahran’da krizleri ve bölünmeleri hızlandıracak, ülkede sokakları karıştıracaktı.

İran’da İç Hesaplaşma ve Körfez’in Geleceği

İran’da siyaset, ticaret ve hukuk, Humeyni’yi iktidara getiren mollaların elindedir. Devrim Muhafızları, ‘Velayet-i Fakih’e bağlı bir askeri güç olarak sadece rejimi muhafaza etmekle kalmayıp aynı zamanda ülkenin finansal kaynaklarını takip etmekte, hatta kullanmaktadır. Ülke ekonomisi üzerinde etki oluşturan dış baskılar, iç piyasadaki zorluklarla birleşince siyasi aktörler arasındaki rekabet acımasız bir hesaplaşmaya kadar gitmektedir. Mollalardan onay aldıktan sonra cumhurbaşkanı olan isimler, kendi dönemlerinde bu iç hesaplaşmalarda taraf olarak düzenin aktörü olmaya devam etmekte veya dönemleri sona erdiğinde bertaraf olarak aynı düzenin mağduru olmaktadır.

İdari-beledi işler ve istihbaratçılarla irtibatı güçlü olan Mahmud Ahmedinejad’ın ekibi 2017’de bir kez daha cumhurbaşkanlığı seçimlerine hazırlanarak aslında düzene meydan okumaya başlayan bir kanadı temsil ediyorlardı. Düzen içinde öne çıkan Laricani ailesi, Ahmedinejad karşıtıydı. Mollalar ve nüfuzlu aileler Devrim Muhafızları içindeki ayrılıkları kullanarak 2018’de Ahmedinejad ve ekibine operasyonlar başlattılar. Ahmedinejad’ın eski dostlarından istihbaratçı Hamid Bekayi ve İsfendiyar Rahim Meşayi gibi isimler hapse mahkum edildiler. Hamid Bekayi, Devrim Muhafızları’nın 3.5 milyon (Euro) ve 500 bin (dolar) meblağında parasını iç ettiği iddiasıyla mahkemeye çıkarıldı. İddiaya göre, Ahmedinejad Hükümeti’nin Afrika’da İran yanlısı aktörler oluşturmak için kullanması gereken bu para Devrim Muhafızları’nın malıydı. İsfendiyar Rahim Meşayi ise eskiden beri mollaları rahatsız eden liberal fikirleriyle “fitne çıkaran bir zındık” olarak görülüyordu. Kendisi Ahmedinejad’ın dünürü olduğu gibi aynı zamanda cumhurbaşkanı yardımcılığını yürütmüş, baskılar karşısında resmi makamından geri çekilmişti. Dünürü Ahmedinejad İsrail ve ABD karşıtı ifadelerle siyaset yaparken kendisi İran’ın hiçbir millete düşman olmadığını, İsrail ve ABD halklarıyla da dost olduğunu söylüyor, hatta bu ülkelerle anlaşmanın imkansız olmadığını dile getiriyordu. Bu esnada İranlı diplomatlar da ABD ile Irak’ta görüşmeler yapıyorlardı. Mollalar ise Ahmedinejad’ın yardımcısını “mason uşağı” ilan etmişlerdi ve Bağdat’ta Washington – Tahran diplomasisi devam ederken Tahran’da iç bölünmeler artmaktaydı.

Molalar ne derse desin Farisi dilini ve edebiyatını gayet iyi kullanan Ahmedinejad ve ekibi muhafazakar halk kitlesinde hatırı sayılır bir tabana sahipti. Halktan destek, istihbaratçı dostların yardımı ve Devrim Muhafızları içinde kendisini destekleyen kanattan aldığı himmetle düzene karşı büyük bir meydan okuma kampanyası başlattılar. Ali Hamaney’in şahsını doğrudan hedef aldıkları gibi Kasım Süleymani’yi açıkça tehdit etmeye başladılar. Etrafındakiler hapse alındığı için maruz kaldığı operasyonlarla köşeye sıkışan eski cumhurbaşkanı, önce Süleymani’yi Afrika operasyonları için sözü geçen miktarda parayı iç etmediklerini açıklamaya davet etti. Süleymani bunun bir yalandan ibaret olduğunu açıklamalıydı. Hamid Bekayi, Muhafızlardan böyle bir para almadığını söylüyordu ancak Muhafızların efsane generali Hamaney ve mollaların çıkarına göre davranıp sessiz kalmayı tercih ediyordu. Nitekim Ahmedinejad sessiz General’i şöyle uyardı: “zulmedenler yakında rezil olacaklar, lakin pişmanlıkları fayda vermeyecek.”

İngiltere’nin Bölgeye Dönüşü

Ahmedinejad ekibinin iddiasına göre, Aralık 2017’de İran’ı ziyaret eden İngiliz Dışişleri Bakanı Boris Johnson’ın Tahran’da yaptığı bir takım görüşmelerden sonra İran siyasetinde bazı hareketlilikler yaşanmaya başlamıştı. “İran’ı İngilizler karıştırıyor” idi. Nitekim bu ziyaretten birkaç ay sonra hapsi istenen eski cumhurbaşkanı yardımcısı Hamid Bekayi, İngiliz Elçiliği önünde bir protesto düzenledi ve ardından hapse girdi. Bekayi’nin bu sözleri, İran siyasetini içeriden bilen bir isim olması ve eski istihbaratçı olması hasebiyle dikkate alınabilir ancak mağdur siyaseti yaparken tabanda alıcısı bulunan bu tarz iddialar ileri sürmüş olma ihtimali de vardır.

İranlı siyasetçilerin iddialarını bir kenara bırakıp İngiliz siyasetine bakacak olursak, aynı günlerde Körfez’deki Arap ülkelerini ziyaret eden İngiliz Savunma Bakanı Gavin Williamson’ın açıklamaları dikkat çekiciydi: “Körfez’in güvenliği bizim güvenliğimizdir. Körfez’de yaşanan her şey İngiltere’nin güvenliğini doğrudan etkilemektedir.” Bu sözler, İngiltere’nin yeni bir donanma geliştirdiği ve Körfez’de yeni üsler açtığı bir dönemde dile getirildiği için daha önce söylenmiş benzer sözlerden daha önemlidir. İngiltere’nin ithal ettiği LNG (sıvılaştırılmış gaz) miktarının ciddi bir kısmı Körfez’den geldiği gibi son yıllarda İran – Katar arasındaki gaz alanlarının paylaşılması da küresel aktörlerin enerji güvenliğini doğrudan ilgilendirmektedir. İngiltere’nin Bahreyn’de üs açması, Umman’daki üssünü geliştirmesi, geliştirilen yeni uçak gemilerini Hürmüz Boğazı’nı kontrol edecek şekilde bölgeye yollama planları elbette Körfez’de yıllar önce ABD’ye devrettiği eski pozisyonuna yeniden dönmeyi hedeflediğini göstermektedir.

Akdeniz’de yaşananlar da dahil Körfez’de İran ve Irak’ın geleceği ABD ile İngiltere arasındaki ortaklığın geleceğine göre yeniden şekillendirilmek istenmektedir. ABD’ye Irak’tan çekilmesi için yapılan baskılar ve Körfez’deki Amerikan varlığının Hindistan – Çin güzergahına kaydırılması Ortadoğu jeopolitiğinde yerli aktörleri de sarsacak gelişmelere yol açabilir. Böyle bir ortamda, İran jeopolitiğinde oyun kurucu küresel aktörler açısından bakacak olursak, İran ekonomisini kontrol eden Mollalar ile Muhafızlar arasındaki ayrılıkların teşvik edilmesi, hatta Muhafızların önce ABD’de terör listesine alınıp sonra generallerinin vurulması Tahran’ı Anglo-Saxon eksende daha fazla tavizler vermeye zorlamanın stratejik gerekliliği olabilir. Zira ABD ile masaya oturan Mollalar, Muhafızların tepkisini çektiği gibi Muhafızların derin gücü de Mollaları rahatsız etmektedir. İran’da bir zamanlar Ruslar ile rekabet edip sonradan Amerikalılar ile anlaşmak zorunda kalan İngiltere, Asya’ya ve Körfez’e yeni iddialarla dönüş yaparken bu kez ABD – Çin – Rusya üçgeninde kalan İran ile yeniden anlaşmayı hedeflenmektedir.