Körfez’de patlayan Katar krizi onuncu gününü geride bırakırken, krizin nasıl sona ereceğine dair soru işaretleri halen havada duruyor. Kuveyt ve Türkiye başta olmak üzere krize dahil olan çeşitli aktörlerin yoğun arabuluculuk çabaları, birbiri ardına gelen resmi ziyaretler, krizin diplomatik yollarla aşılabilmesi ihtimalini güçlendiriyor. Öte yandan diplomasi galip gelmediği takdirde Katar’ın neyle karşı karşıya kalacağı henüz bilinmiyor. İlk günden beri Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Mısır üçlüsünün krizi askeri bir operasyona götürebileceğine yönelik değerlendirmeler yapılıyor; ancak bunun gerçekleşme ihtimali, Emirin darbe ile devrilmesi tehlikesinin yanında çok düşük kalıyor. Nitekim dikkatler ‘dışarıdan’ bir an uzaklaştırılıp ‘içeri’ye çevrildiğinde, Katar Emiri’nin ülke içerisinde de hatrı sayılır bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu anlamak mümkün.

Emir Şeyh Temim bin Hamad el Sani’nin, ABD Başkanı Donald Trump’ın Körfez krizini çözme amacıyla yaptığı Washington davetini reddetmesi; her sene Ramazan ayında Türkiye’ye gidip Cumhurbaşkanı Erdoğan ile iftar yapma adetini bu yıl rafa kaldırması, aslında söz konusu iç tehlikeye dair önemli bir ipucu veriyor: Saray darbesi. Zira Emir’in yokluğunda çıkabilecek bir kargaşanın saray darbesine gitmesi hiç uzak bir senaryo değil. Katar tarihine bir göz attığımızda bunun örnekleri hemen karşımıza çıkıyor: 1995 yılında bugünkü Emirin babası Şeyh Hamad bin Halife el Sani (1995-2013), kendi babası, Halife bin Hamad (1972-1995) İsviçre’de iken bir darbe yapmış ve yönetime el koymuştu. Aynı şekilde Halife bin Hamad da amcasının oğlu Ahmed bin Ali el Sani (1960-1972) yurt dışında – iddiaya göre İran’da bir av partisinde iken- darbe ile yönetimi ele geçirmişti.

Katar Emiri Şeyh Temim

Bu tür darbelerin, özellikle dışarıdan da destek geldiği takdirde başarılı olma şansı elbette artıyor. Doha yönetiminden memnun olmadığını mümkün olan en sert tonda belirten Suud ve BAE’nin, son krizi ‘fırsata çevirmek’ için abluka dışında yollara da başvuracağını tahmin etmek zor değil. Nitekim Suud’un, Katar’ın önde gelen bazı önemli kabilelerine ‘açık çek’ verdiği, ülkeyi terk edip Suud’a gelmeleri için ‘cömert’ tekliflerde bulunduğu iddiaları da bu tahmini doğruluyor. Kabile bağlarının ülke sınırlarını aştığı ve iç içe geçtiği Körfez gibi bir coğrafyada bu tür oyunlar ayrı bir anlam kazanıyor.

Kabilelerin ne kadar iç içe geçtiğini birkaç basit örnekle anlatmak mümkün: Katar’ın yönetici ailesi el Sani, aslında Suudi Arabistan’da siyasal gücün merkezi olan Necid kökenli bir aile. Diğer yandan el Murra gibi büyük bedevi kabilelerinin yakın zaman öncesine kadar çifte vatandaşlığı bulunuyordu.

Böylesi bir ortamda kabilelerin Emir’e desteği doğal olarak büyük önem taşıyor. Bu nedenle Suudi Arabistan’ın teklifine karşılık Katar’ın önde gelen ailelerinin Şeyh Temim’in arkasında olduklarını açıklaması Emiri hayli rahatlattı. El Murri’lerden sonra Katar’daki en büyük bedevi aile olan el Haceri ailesi başta olmak üzere; özellikle ordu, Emirin muhafizları, istihbarat ve poliste kritik öneme sahip bedevi kabileleri, imza toplayarak Emir’e bağlılıklarını açıkladı.

Bu durum, Katar’ın henüz içeride kendini tam anlamıyla ‘güvende hissetmeyen’ genç emiri Şeyh Temim için önemli bir koz. Zira Şeyh Temim, göreve geldiği günden bu yana ülkedeki farklı grupların destek ve sadakatini kazanmak için yoğun çaba harcıyor. Meseleyi daha iyi kavramak için Şeyh Temim’in içeride bugüne kadar karşılaştığı bazı sıkıntılara ve bunun sebeplerine dair kısa bir arka plan vermekte fayda var.

Şeyh Temim, Katar’ın modernleşmesi ve kültürel pratikler bakımından batılılaşmasında yeri yadsınamayacak olan Şeyh Hamad ile, Körfez’de göz önündeki ilk ve tek ‘’first lady’’lerden Şeyha Moza’nın oğlu. Şeyh Hamad’ın iktidarı boyunca Şeyha Moza’nın, alışılmışın aksine oldukça aktif bir profil çizmesi, içeride sık sık hoşnutsuzluk ve eleştiri kaynağı oldu. Söz konusu eleştiriler bilhassa el Sani ailesi içerisindeki güçlü Selefi-Vahhabi gruplardan geldi. Ancak geçen yıllar içinde konumunu adım adım sağlamlaştıran Şeyh Hamad, bu ve benzeri rahatsızlıkları usulca geçiştirmeyi bildi. Diğer üç eşi arasında eğitime yaptığı yatırım, kamusal alandaki aktif varlığı ve göz alıcı kıyafetleri ile sıyrılan güzel eşi Şeyha Moza’yı da hiçbir zaman baskı altına almadı.

Ancak çok genç yaşta ağır bir yükün altına giren genç Şeyh Temim, babası kadar cesur davranmadı. Bölgedeki en genç lider olarak, tepki çekmekten mümkün olduğunca kaçındı. Temim bunu yaparken babası döneminde Katar’ın modernleşmesi/batılılaşmasının sembolü haline gelen isimleri kısıtlama yoluna gitti; buna annesi Şeyha Moza ve annesinin izinden giden kız kardeşi Şeyha Mayasa da dahildi. Katar devlet üniversitesinin reformist rektörü ve Şeyha Moza’nın halası Şeyha bint Abdullah el Misned’in istifa etmesi ve yerine çok daha muhafazakar birinin atanması da, gelen baskıları hafifletmeye yönelik adımlardı. Aynı üniversitede muhafazakar grupların tepkisine neden olan ve eğitim dilinin İngilizce olduğu bölümlerin Arapça’ya çevrilmesi, ülkedeki bir takım sanat faaliyetlerine ayrılan fonların azaltılması, Emir’in eş ve kız kardeşlerini mümkün olduğunca gözlerden uzak tutması, hatta bu konuda onları zaman zaman uyarması; Emir’in ilk yıllarında nasıl bir psikoloji ile hareket ettiğine dair önemli ipuçları veriyordu.

İktidardaki konumunu sağlamlaştırmak ve kendini daha güvende hissetmek isteyen Şeyh Temim, bedevi aileler başta olmak üzere ülkedeki büyük aileler ile iyi geçinmeye hep önem gösterdi. Emirin yaptığı evlilikler de aslında buna dair bir şeyler anlatıyordu. Zira Şeyh Temim, henüz veliahtken ikinci evliliğini bedevi el Haceri ailesinden yapmış; Emir olduktan sonra ise üçüncü eşini yine diğer bir güçlü bedevi kabileden; el Dusari’den seçmişti.

Ailenin biraz daha içine, birinci derece akrabalara gelindiğinde dengeler daha da hassaslaşıyordu. Emirin kendi öz annesi dışında, el Sani ailesinin güçlü kollarından gelen iki üvey annesi ve onlardan doğan erkek kardeşleri bulunuyor. Dolayısıyla Şeyh Temim aile dışında olduğu kadar – hatta belki de daha fazla- aile içinde de hassas bir denge gözetmek durumundaydı. Bilhassa kardeşler arasındaki ‘taht kavgaları’, genç Temim’i gelecekte en çok kaygılandıracak tehlikelerden biriydi.  Ayrı anneden olan erkek kardeşi Abdullah’ı emirlikten sonraki en yüksek makam olan Emir vekili olarak atayan Şeyh Temim, öz kardeşlerini kritik sayılabilecek pozisyonlara getirmekten çekindi. Söz konusu çekince, Şeyh Hamad’ın diğer eşlerinden ve bu eşlerin geldikleri kabilelerden gelecek tepkileri önlemeye dönüktü. Ancak Şeyh Temim her ne kadar dikkatli davransa da, Katarlıların kendi aralarında zaman zaman, Şeyha Moza’nın oğullarının diğerlerine göre daha çok ‘kayrıldığı’ndan yakınmasına engel olamadı.

Şeyh Temim iktidarda dört yılı devirdi, fakat hala tam anlamıyla yerini sağlamlaştırdığını, en azından kendisini öyle hissettiğini söylemek zor. Kriz başladığı günden bu yana geri planda durması, diğer ülke liderleri birbiri ardına ziyaretler yaparken Emir’in Katar’dan ayrılmaması da bunun işaretleri olarak değerlendirilebilir. Saray darbesi halen, ve her zaman ciddi bir tehlike; en çok da dışarıdan müdahalenin yoğun olduğu kaos zamanlarında. Bilhassa el Sani ailesinin büyük kollarının desteklerini çekmeleri durumunda Şeyh Temim’in koltuğunda kalması oldukça zor. Burada el Sani’nin ne kadar büyük bir aile olduğunu da hesaba katmak gerekiyor. Öte yandan 1972’de darbe ile uzaklaştırılan Ahmed bin Ali ve onun temsil ettiği kolun, tabir yerinde ise bir kuyruk acısı olduğunu da ayrıca not düşmek lazım. Aynı aileden bazı üyelerin yurt dışında diaspora oluşturup Katar aleyhine propaganda yaptıklarını; Şeyh Temim ve babası Hamad’a yönelik muhalefet yürüttüklerini de ekleyelim. Bu muhalefetin en kayda değer mensubuysa; geçmişte kardeşi Şeyh Hamad ile emirlik mücadelesi veren ve ardından Fransa’ya yerleşen Abdülaziz bin Halife; yani Emir’in öz amcası.

Tüm bu dengeler hep birlikte ele alındığında son yaşanan krizin, ülke dışındaki yerel muhalefet ve onların içerideki müttefiklerinin harekete geçmesi için elverişli bir ortam sağladığına şüphe yok. Bu noktada Türkiye gibi güçlü bir müttefikin destek açıklaması ve asker gönderme kararı alması, yalnızca dışarıdan değil içeriden gelebilecek tehditlere karşı da Şeyh Temim’in elini güçlendirecektir.