Son on yıl içinde Basra Körfezi’ndeki ülkelerden Türkiye’nin turizm, sanayi, ziraat ve gayrimenkul piyasalarına hatırı sayılır miktarda yatırımlar yapıldı. Suudi Arabistan (SA), Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar ve Kuveyt vatandaşları, İstanbul başta olmak üzere gayrimenkul yatırımlarıyla Türkiye’nin inşaat sektörüne hareketlilik kazandırmışlardır. Körfez sermayesinin asıl büyük yatırımları Batılı gelişmiş ekonomilere akarken, Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkeyi de yatırım limanları arasına almaları Türk ekonomisinde kısmen Arap-Körfez Baharı’nı başlatmıştı. Ancak son yıllarda petrol fiyatlarının düşmesiyle sarsılan Körfez ülkelerinde ekonominin durağan vaziyeti, siyasi istikrarsızlık ve özellikle Yemen savaşı yüzünden vatandaşların gelirlerinde azalmaya yol açtı. Mesela orta sınıf Suudi vatandaşların yurt dışında yatırım yapma imkanları büyük ölçüde daraldı. Aynı dönemde Türkiye iç ve dış güvenlik tehditleriyle karşılaştı ve yabancı yatırımcıların da ülkeye geliş hızı azaldı.

Bugünlerde Basra Körfezi’nde yaşanmakta olan Katar Krizi ve Türkiye’nin Körfez politikası ülkenin turizmden gayrimenkule pek çok alanında iş sahipleri tarafından yakın şekilde takip edilmektedir. Peki, Körfezli yatırımcılar Türkiye limanını terk ederler mi? Türkiye’nin Körfez Baharı, Katar meselesinde sona erer mi?

Arap Turistler Türkiye’den Uzaklaşıyor Mu?

2016 yılı verileri Türkiye’nin iktisadi yönden karanlık bir yılın içerisinden geçtiğine işaret ediyor. Yılın ilk yarısında İstanbul ve Ankara başta olmak üzere, büyükşehirleri vuran terör ve yılın ikinci yarısında yaşanan darbe girişimi yüzünden turizm sektörü kötü bir sene geçirdi. 2014 ve 2015 yıllarında dünyanın en çok ziyaret edilen 6. ülkesi olan ve 35 milyondan fazla yabancı turisti ağırlayan Türkiye, 2016’da yaşananlardan ötürü on milyon turist kaybetti ve dünya sıralamasında ilk ona bile giremedi.

TÜİK rakamlarına göre, Türkiye’nin yabancı turistlerden elde ettiği resmi gelir 2014’te 27 milyar doların üzerine çıkmıştı. Bu rakam 2015’te 25 milyar $ iken 2016’da 15 milyar $ olarak gerçekleşti. 2017’nin ilk çeyreğinde Türkiye’ye gelen turist sayısı ve ülkenin yabancı ziyaretçilerden elde ettiği turizm geliri, son üç yılın ilk çeyreğiyle kıyaslandığında geride kalmıştır. Ancak Türkiye’nin turizm gelirlerinde her zaman yılın ikinci ve üçüncü çeyreği belirleyici olduğu için umutlar tükenmiş değildir. Yılbaşında İstanbul Boğazı kenarında yaşanan ve Arap turistleri de hedef alan terör saldırısından beri turizm bölgelerini tehdit eden başka vakaların yaşanmaması, Rus ve İran vatandaşlarının Türkiye’ye gelmelerinin önünün açılması Türkiye turizmi için umut verici gelişmeler olarak kaydedilmiştir. Rus ve İranlı turistler Akdeniz’i tercih ederken, Körfezli Arap turistlerin tercihi İstanbul, Bursa, Yalova, Sakarya, Kocaeli gibi Marmara Bölgesi şehirleri ve Trabzon başta olmak üzere Doğu Karadeniz illeri olmuştur. Katarlı yatırımcı QNB (Katar Milli Bankası) Trabzonspor’a sponsor olmasının yanında Katarlıların bölgede büyük yatırım planlamaları dikkat çekmektedir. Türk inşaat şirketlerinin Katar ve diğer Körfez ülkelerindeki inşaat piyasasında yükselişi, BAE’li inşaat şirketi Emaar’ın İstanbul ve Karadeniz’deki yatırım projeleri karşılıklı çıkarların artmasına yol açmış, Türkiye’ye gelen Arap turistlerin bu ülkede yatırım veya tatil maksatlı ev almalarını hızlandırmıştır.

Mavi Marmara olayından sonra Türkiye’ye gelen İsrailli turist sayısı hızla azalırken Arap turist sayısının artmaya başlaması Türk turizminin siyasetle ne kadar endeksli olduğunu da göstermektedir. Suriye Krizi’nden sonra İranlı turist sayısı birkaç yıl (2012 -2013) hızla azaldıktan sonra tekrar yükselişe geçmiştir. Türk turizm ekonomisini vuran en büyük krizlerden biri yine Suriye’de Rusya ile yaşanan uçak krizinden sonra Rus turist sayısındaki müthiş düşüş olmuştur. Türkiye, 2016 yılında 2 milyondan fazla Rus ziyaretçiyi ve milyarlarca doları kaybetmişti. İki ülke arasında ilişkiler düzelince Rus turist sayısı tekrar yükselmeye başlamıştır. Katar Krizi başladıktan sonra (her ne kadar Ankara – Riyad arasında henüz açıktan bir restleşme yaşanmadıysa da) bu kez Suudi turistlerin sayısında azalma olacağı beklentisi oluşmuştur.

BAE ve SA’da sosyal medyada yayılan Türkiye karşıtı propagandaların orta ve uzun vadede bölgeden Türkiye’ye gelen turist ve yatırımcı sayısını azaltıp azaltmayacağı tartışılmaktadır. Türk medyasında BAE’nin 15 Temmuz darbe girişimine destek sağladığı iddiasının yer bulduğunu göz önünde bulundurursak ve Türkiye’nin Katar Krizi’ndeki tavrının Körfezli Arap rejimlerini kızdırdığını da hesaba katarsak bu tartışmada gerçekçilik payının yüksek olduğunu düşünebiliriz. Bu ülke vatandaşlarının Türkiye’deki gayrimenkullerini satıp piyasadan çekilmeleri yönünde yapılan propagandalar hedefine ulaşırsa (ki bu propagandaya karşı Katar merkezli Arap yazarlar yoğun bir karşı propaganda yürütüyorlar) İstanbul’daki gayrimenkul fiyatlarının düşeceği öngörülmektedir. Bu durumda Arap yatırımcılara bel bağlamış Türk müteahhitlerin piyasası çökertilecek ve ülkenin belkemiği konumundaki inşaat sektörüne darbe vurulacaktır. Nitekim hali hazırda Türkiye’de inşaatı devam eden pek çok projenin hedefi Arap yatırımcılardır. Bazı projelerde bu hedefin değişmeye başladığı ve yerli müşteriye yönelme olduğu göze çarpmaktadır. Mamafih bu ortam fırsatçı yatırımcıların da önünü açmaktadır ve şu anda bazı Körfezli yatırımcılar Türkiye’de alım yapmak için ucuz emlak gözlemektedirler.

Arap Sermayesi Türkiye’yi Terk Eder Mi?

Katar’a ambargo başlatan Körfez ülkelerinin medyasında çıkan haberler, Türkiye’nin Katar meselesinde İran ile yakınlaşmaya başladığını, Ankara’nın BAE ve SA idareleriyle ters düşmeyi göze aldığını yazmaktadır. Türkiye’de ise şimdilik Katarlı turist sayısının diğer Körfez ülkeleriyle kıyaslanması mümkün görülmese de bu küçük ülkenin büyük sermayesi Türkiye’de SA ve BAE yatırımlarıyla boy ölçüşebilecek niteliktedir. Toyota Türkiye’nin mevcut sahibinin Suudi bir iş adamı olduğu gibi son yıllarda Suudi iş adamlarının yatırım hesapları yaptığı ülkelerden biri Türkiye olmuştur. Ancak petrol dışı gelir sahaları açmak için yeni kalkınma politikaları başlatan SA, Türkiye’ye giden Suudi vatandaşlarının elindeki parayı Suudi Arabistan’a yatırmaları gerektiğini düşünmektedir. Nitekim ARAMCO’nun halka açılması da sermayeyi SA içinde tutma girişimi olarak değerlendirilmelidir. Ancak bunun Türkiye’ye yansımasını şimdiden ölçmek mümkün değildir.

Son yıllarda Trabzon’a akın eden Suudi, Kuveyt, Katar, BAE vatandaşlarının açtığı turizm pazarı bölgede gayrimenkul projelerinin doğmasına yol açmış ve Karadenizli müteahhitlerin Körfezli yatırımcılarla ortaklığı başlamış, Trabzon’daki emlak piyasası canlanmıştı. Şehirdeki yeni binalarda daire metrekare fiyatlarının 2 bin TL civarında seyretmeye başlaması bu hareketliliğin görünen yüzüydü. Ancak bugünlerde ülke genelinde yaşanan gayrimenkul satış durgunluğu ve yükselen demir fiyatlarının inşaat sektörünü yavaşlatacağı ihtimali gibi sebeplere Suudi yatırımcıların bekle-gör politikası da eklenince Türkiye’de Arap sermayesiyle yükselen binalarda alçalma görülecektir. Nitekim yeni imar planlarında (talepten fazla konut arzına yol açan) emsal oranları da azaltılmaya başlanmıştır.

Türkiye’de ve Arap Yarımadası’nda yaşanan siyasi – iktisadi meselelerden başka Körfezli yatırımcıların Türkiye’deki emlak yatırımlarını durdurmasının mantıklı olan başka bir yönü vardır. Bu, Türkiye’deki konut arz – talep piyasası ve ekonomik ortam ile alakalıdır. Geçtiğimiz yıllarda yabancı yatırımcıların İstanbul’da satın aldıkları binlerce daire ve villa, TL’nin dolar karşısında sürekli değer kaybetmediği ve konut piyasasında arz fazlalığı olmadığı sürece kârlı yatırım idi. Bu insanların yatırıma gelirken dolar ile geldiklerini, satın aldıkları mülkü ise TL üzerinden aldıklarını, birkaç sene içinde değeri yükselince tekrar TL üzerinden satarak para kazandıklarını hesaba kattığımızda yatırımcıların değer kaybeden TL ve her yeri konut dolduran inşaat projeleri karşısındaki arz fazlalığı gibi iki mühim sebebe bağlı olarak zarar etmeye başladıkları görülmüştür.

Bu ortamda binlerce Körfezli gayrimenkul sahibi ellerindeki mülkün tekrar değerleneceği günü bekleyerek satış yapmamaktadırlar. Bazıları ise Türkiye’nin Körfez siyasetinde SA ve BAE ile karşı karşıya gelebileceğini düşünerek zarar etmeyi göze alıp elerindeki malı ucuz fiyatla satışa çıkarmışlardır. Türkiye’nin emlak piyasasını hedef alan bu gelişmeler tam olarak Körfez sermayesini Türkiye’den çıkarmayı hedefleyen bazı Körfezli siyasilerin hedefe ulaşmasına hizmet edecektir. Aslında genel olarak Körfez sermayesinin yapısı budur ve uluslararası şirketlerin dışında kalış süreci de uzun değildir.

Son on yıl içinde Türkiye’ye milyarlarca dolar yatırım yapan Körfezlilerin kendi aralarında güç mücadelesi yaşamaları başka ülkeleri de etkileyecektir. Peki, bu sermaye önümüzdeki dönemde Türkiye’den çekilebilir mi? Bu sorunun cevabını ön görebilmek için son yıllarda yaşanan benzer vakaları hatırlamak gerekir. Türkiye’nin Almanya, Rusya, İran ve İsrail ile yaşadığı siyasi gerginlikler ortamında bu ülkelerden gelen turist sayısında büyük düşüşler yaşandı ve ilişkiler toparlanınca bu rakamlar tekrar yükselişe geçti. Ancak enerji ticareti ve diğer ticari ilişkilerde radikal değişiklikler yaşanmadı. Türkiye’nin Körfez ülkeleriyle olan ticari münasebetinde ise eskiden beri rakamların hızla değiştiği dinamik bir ortam hakim olmuştur. Türkiye’nin SA ve BAE’ye ihracatı geçtiğimiz yıl 8 milyar doların üzerinde seyretmiştir. Ancak bu rakam 2012 yılında sadece BAE’ne yapılan ihracat miktarıdır. Ayrıca 2013’ten beri Türkiye’nin Irak’a yaptığı ihracatta milyarlarca dolarlık düşüş yaşanmaktadır. Bu düşüşler, Arap Baharı hadiselerinin başlamasıyla ortaya çıkmış ve Türkiye’nin (Kuzey Afrika hariç) Ortadoğu ülkelerine ihracatı 2012’de 40 milyar doları aşmışken 2016’da 31 milyar dolara gerilemiştir.

Türkiye, Katar Krizi’nde Körfezli Arap turistleri ve buna bağlı olarak yılda birkaç milyar doları kaybedebilir ancak orta ve uzun vadeli yatırımları da kaybeder mi? Bu noktada ABD’nin Körfez sermayesine el koyma girişimi, Suudi idarecilerin petrol dışı gelir için kendi ülkelerinde yatırım sahaları açma politikaları ve bu politikanın bir parçası olarak Suudi ARAMCO gibi bir devin hisselerinin satışa çıkarılması, İran ve Katar arasındaki gaz sahasının dünya enerji piyasasına açılması için küresel oyuncular arasında yaşanan rekabet belirleyici olacaktır. Çünkü bu ülkelerin kaynakları bu piyasadan doğmaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleriyle ticari ilişkileri esasen Arap Baharı sonrasında (özellikle Suriye Krizi’nde) zarar görmeye başlamıştır. Buna rağmen Körfez’den gelen yatırımlar ve turizm hareketliliği 15 Temmuz’a kadar hızını kesmemiştir.

Son olarak, Türkiye, SA ve BAE sermayesinin alternatifini bulmadan bu ülkeler ile arasını açmayı düşünmeyecektir. Ancak Suudilerin “petrol dışı gelir oluşturma politikası” gibi Türkiye de inşaat sektörü dışında yeni bir ekonomik model oluşturmak mecburiyetindedir. Aksi halde yıllardır yükselen emlak fiyatları ve büyüyen inşaat sektörü, durağan ekonomiye yıkıcı etkiler yapacaktır. Türkiye, turizm ve ziraat sektöründe daha fazla gelişme kaydetmeli ve yabancı yatırımcıları özellikle de kalıcı Arap sermayedarlarını artık bu sektörlere çekmenin hesabını yapmalıdır. Burada çizilen tablo her ne kadar olumsuz görünse de günümüzdeki sermaye hareketliliğini dikkate aldığımızda Türkiye’nin küçük de olsa, kaygan da olsa Körfez sermayesini ıskalama lüksü yoktur.