IŞİD tarafından yaklaşık üç yıl önce (Haziran 2014) işgal edilen Musul’un dokuz aylık bir mücadeleden sonra 9 Temmuz 2017 tarihi itibariyle kurtarılmış olması, örgütün son dönemde yediği en büyük darbelerden biri olarak değerlendirilmektedir. Hatırlanacağı üzere, Şii milis güçleri Haşdişâbi birliklerinin de dâhil olduğu Irak ordusu, Peşmerge ve ABD öncülüğündeki koalisyon güçleriyle birlikte Musul’un kurtarılması amacıyla doğu yakasına Ekim 2016’da askeri operasyon başlatmıştı. Yaklaşık üç ay süren ilk aşama 24 Ocak’ta Doğu yakasının tamamen geri alınmasıyla tamamlanmış; ardından da 19 Şubat’ta batı yakasının kurtarılması için üç cepheden operasyon başlatılmıştı.

Musul’un geri alınmasıyla ortaya çıkan bu önemli gelişmeyi, iç siyasetteki durumunu güçlendirmek ve prestijini arttırmak amacıyla bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiren Irak’ın Şii Başbakanı Haydar el-İbadi, vakit kaybetmeden Musul şehrine gelerek kurmaylarıyla birlikte kameralar karşısına geçti, gövde gösterisinde bulundu. Irak güvenlik güçleri ve bir kısım halk da, ülkenin ikinci büyük şehrinin sokaklarında gösteriler yaptı.

el-İbadi, zafer konuşmasında, “Musul’un merkezinden zaferi duyuruyorum. Musul’dan ilan edilen hurafe devletinin (DEAŞ) çöktüğünü buradan ilan ediyorum.” dedi. Irak Başbakanı ayrıca “Bu zafer Iraklıların planı ve çabasıyla gerçekleşti. Iraklılar bundan gurur duymalı. Terörle mücadelemizde eğitim, lojistik ve hava saldırısında destek veren tüm ülkelere de teşekkür ediyoruz. Irak bugün önceki dönemlere göre daha homojendir. Önümüzde istikrarın sağlanması, altyapının yeniden imarı ve DEAŞ hücrelerini imha etmek var. DEAŞ’la mücadelemizde birleştiğimiz gibi bu konuda da birleşmemiz lazım.” sözleriyle gelinen noktayı özetlemiş oluyordu. İbadi, konuşmasının sonunda Irak bayrağını göndere çekerken “Yaşasın Irak” sloganı atmayı da ihmal etmedi.

Kentin kurtuluşunun ne anlama geldiğini analiz edebilmek için, “bu kurtuluş ne pahasına gerçekleşti ve harabe haldeki kenti bundan sonra daha neler (buna hangi felaketler de diyebiliriz) beklemektedir?” sorularının öncelikli olarak cevaplandırılması gerekiyor. Hemen ifade edelim ki, IŞİD’in işgalinden bugüne Irak’ın orta ve kuzey bölgelerinde yaklaşık 1 milyon insan mülteci sıfatıyla evlerini terk etmek zorunda kaldı ve tabii binlerce sivil de hayatını kaybetti, yaralandı ya da sakat kaldı. Bu noktada, Musul’u terk eden mültecilerin tekrar şehre getirilip yerleştirilmeleri ve normal hayata alıştırılmaları gerekiyor ki, bunun da kısa sürede gerçekleşmesi zordur.

Kurtarılan Musul, geçmişte Asur imparatorluğunun başkentliğini (Eski Musul/Ninova) yapmış tarihî bir kent sıfatıyla, bugün yanmış, yıkılmış ve altyapısıyla harabe bir yer hâline gelmiştir. Terör eylemlerinden ve IŞİD’in işgalinden yeterince zarar gören şehrin, son olarak da kurtarılma aşamasında yaşanan çatışmalardan dolayı gördüğü büyük hasar ister-istemez akla şu deyimi getirmektedir ki, bu söz de yine Irak’ın bir başka önemli kentiyle ilgilidir: “Ba‘de harâbü’l-Basra”, yani “Basra harap olduktan sonra”. Sözün sonuna “neye yarar” kısmını da eklersek daha anlamlı hâle gelecektir. Bu bakımdan, şehrin altyapısıyla birlikte tekrar inşa edilmesi, yıllar sürecek ve ayrıca milyarlarca dolara mâl olacaktır.

Yukarıda dile getirdiğimiz maddi boyutun yanı sıra, Musul’un kurtarılmasının siyasi ve askeri sonuçları da hesaba katılmalıdır. Bu bağlamda, IŞİD gibi bir terör örgütünün elinden geri alınmış olsa bile, çevresiyle birlikte şehrin gerçek anlamda bir kurtuluş yaşadığını söylemek hiç de mümkün değildir. Bilakis, şehrin geleceğine dair karamsar bir tablo çizmemizi gerektirecek çok sayıda neden bulunmaktadır. Öncelikle, 2003 sonrası dönemde Irak’ta İran’ın nüfuzunun hızlı bir şekilde artmasına ve ülke siyaseti ve yönetiminde Şii parti ve grupların yükselmesine paralel olarak, % 20 gibi azınlık orana sahip olan Sünni Arapların dışlanması ve ötekileştirilmesi konusu, hâlâ çözülmesi gereken önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. Kaldı ki, Irak’ta IŞİD gibi selefi bir örgütün özellikle Sünni bölgelerde zemin bulmasının temel nedeni de, Başbakan Maliki döneminde zirve yapan Şii siyasetin ülkeye hâkim olarak Sünni-Selefi grupları terör için âdeta davet etmesi değil miydi? Dolayısıyla, Irak’ta etnik ve mezhepsel kamplaşmaları her gün biraz daha körükleyen bu sorun çözülmediği sürece, siyaseten ve fiilen parçalara ayrılmış olan bir ülkede Musul gibi bir Sünni-Arap kentini sisteme entegre etmek ve halkını da radikal gruplardan/terörden uzak tutabilmek pek mümkün gözükmüyor. Bu bakımdan, İran’ın yoğun nüfuzu altında bulunan ve dahası Haşdişabi gibi radikal Şii milis güçlerin de artık sahada boy gösterdiği bir ortamda, Irak merkezi yönetimi Sünnilere bakış açısını değiştirip onları kazanmaya çalışacak mıdır? Bu soruya olumlu cevap verebilmek zordur. Hatta, tam tersi olarak konjonktürün de verdiği etkiyle, Musul’un Sünni halkı üzerinde IŞİD’in kurduğu baskıyı bu kez merkezi yönetimin değişik gerekçelerle sürdürme ihtimali daha kuvvetlidir. Yapan taraflar değişse de yapılan baskının değişmediği bir ortamda, şehrin ve Musullular’ın kurtulduğunu iddia etmek nasıl mümkün olabilir?

Şehrin geri alınmasıyla IŞİD’in Musul’daki fiili hâkimiyeti sonlandırılmış olsa bile, örgüt bakıyyesi olan bazı gruplar halkın içine karışacak, bazı hücreler de gizli bir şekilde varlıklarını sürdürecektir. Bu durumda, en azından kısa vadede Musul’da terör ve bombalama haberlerini duymaya devam edeceğiz. Hatta, söz konusu hâdiselerin uzun vadeye yayılma ihtimali de vardır. Bu gelişmeler, yukarıda bahsedilen merkezi hükûmet kaynaklı baskıların daha da yoğunlaşmasına, dolayısıyla huzursuzlukların artmasına sebep olacaktır. Bütün bunlar, İbadi’nin Musul’daki gövde gösterisinde sözünü ettiği gibi bir “Irak milletinin/kimliğinin” aslında mevcut olmadığını, yaklaşık bir asırdır yapay bir şekilde oluşturulmaya çalışılan devlet/millet yapısının ise, aldığı darbelerle her geçen gün biraz daha eridiğini gösteriyor.

Fiilen üç parçalı bir yapıda olan Irak’ın uzak olmayan bir gelecekte resmen de, Şii, Sünni ve Kürt bölgeleri olmak üzere üç ayrı devlete dönüşme senaryoları her geçen gün biraz daha sıklıkla dile getirilmektedir. Son olarak, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) bağımsızlık referandumu kararı aldığı bir ortamda, Irak’ın tek parça halinde üniter bir devlet yapısıyla varlığını sürdürmesi de oldukça zordur. Kısa bir süre önce bağımsızlık referandumu kararı alan ve merkezi hükumet ile ciddi sorunları bulunan IKBY’nin Başkanı Mesut Barzani, “Musul’un kurtarılmasından sonra şehrin geleceği ile ilgili ciddi endişelerimiz var” derken, meselenin Kürt bağımsızlığı boyutuna da dikkat çekmiş oluyordu. Hatırlanacağı üzere, IŞİD’in Musul’u işgalinin hemen ardından, tehlike altındaki Kerkük’ü IŞİD’den kurtarmak adına bir oldu-bittiyle Peşmerge güçleri petrol zengini bu kenti kontrol altına almış; birkaç gün sonra da Barzani “Bizim Musul’da herhangi bir iddiamız yok” demecini vermişti. Bugün gelinen noktada ise, Kerkük’e Kürdistan bayrağı çekilerek IKBY’ne katıldığı ve dahası şehrin, yakında yapılacağı ilan edilen bağımsızlık referandumuna da dahil edildiği tüm dünyaya duyurulmuş vaziyette. Anlaşıldığı kadarıyla, son dönemdeki sert açıklamalarıyla dikkati çeken Barzani, IKBY’nin ekonomik bağımsızlığı için vazgeçilemez olarak görülen Kerkük’ü garanti altına alıp fiili durumu resmi hâle getirmenin bir vasıtası olarak da Musul’u pazarlık konusu yapmaya devam edecektir.

Sonuç olarak, IŞİD’in elinden alınmış olsa bile bu gelişmeye “Musul Kurtuldu” demek hayli iyimser bir yaklaşım olacaktır. Akla yatkın bir değerlendirmeyle, petrol bölgesinin merkezinde yer alan bir şehrin, Irak’ın halihazırdaki üç parçalı siyasi yapısı içerisinde bundan sonra da yeni mücadele (dolayısıyla savaş, kaos ve terör) alanlarına kapı açacağını öngörebiliriz.