Ortadoğu’da yaşanan kriz ve siyasi gelişmelerde en temel etken İsrail işgali altındaki parçalanmış olan Filistin meselesidir. Irak meselesinden Suriye iç savaşına ve Libya’daki siyasi istikrarsızlığa kadar hiçbir Ortadoğu sorunu Filistin-İsrail meselesinden bağımsız değerlendirilemez. II. Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da kolonyal dönem sona ermişti. Fakat İngiltere ve Fransa gibi geleneksel kolonyal güçlerin yerini 1948’de kurulan İsrail kolonyalizmi aldı. Bugün Ortadoğu’daki kronikleşmiş anarşik yapının şekillenmesinin temelinde ‘İsrail kolonyalizmi’ faktörü yatmakta. Bu durum bugün Trump’ın ABD başkanlığı ile güç ve hız kazandı. Trump dönemi ile ABD Ortadoğu’da, Obama döneminde gözlemlenen bir kırılma döneminden sonra Neo-concu politikalara hızlı bir manevra ile dönüş yaptı. Bu minvalde en temel nitelikteki dönüş Amerikan-İsrail ittifakının konsolide edilmesidir.

Trump ve Güçlenen ABD-İsrail İttifakı

Donald Trump henüz ABD başkanlık seçimleri öncesinde aday olarak mücadele verirken ABD’nin en güçlü İsrail lobisi AIPAC’le Mart 2016’da yaptığı görüşmede “Biz Amerikan Büyükelçiliğini Tel Aviv’den Yahudi milletinin ebedi başkenti olan Kudüs’e taşıyacağız” diyerek söz vermiş ve bu sözünü birçok kez tekrarlamıştı. İsrail hükümetinin bile mevcut konjonktürde söylemine alamadığı bu iddialı vaat, Trump açısından başkanlığını garantilemek üzere son derece gerekli gördüğü ‘İsrail desteği ve güvenini kazanma’ işlevi görmüştür. İsrail için de uzun vadeye yayılmış büyük bir hedefe açılan önemli bir kapının yeniden aralanmasını sağlamıştır. Bu da İsrail’in nihai hedefi olan tüm Filistin topraklarına sahip olup Kudüs’ü İsrail başkenti yapma fikrini dünya kamuoyunda bir algı haline getirerek meşruiyet kazandırmak üzere bu hedefe doğru alt yapı oluşturmaktır.

Amerikan başkan adayının bunu defalarca dillendirmiş olması, bunun meşru ve haklı bir talep olduğuna dair zihinlerde algı oluşturmak üzere çok anlamlı bir girişimdi. Nitekim bu aday ABD başkanı oldu, Amerikan büyükelçiliğini Kudüs’e taşımadı fakat bahsettiğimiz hedefe doğru yol alınmış oldu. Bugün İsrail’in Filistin’deki işgal uygulamalarını bir adım ileriye götürerek İslam dünyasının gözbebeği olan Kudüs’teki El-Aksa Camiini Müslümanlara kapatma cüretini göstermiş olması bu hedeflenen yeni sürecin başlangıcına işaret etmektedir. Bu süreç 1967’den beri Filistin’de işgalini sürdüren İsrail’in ‘yerleşimci kolonyalizm’den (settler colonialism) nihai kolonyalizme geçiş sürecidir. Krizin sonunda İsrail geri adım atarak Mescid-i Aksa üzerindeki aşırı güvenlik tedbirlerini kaldırmış olsa da, İsrail Dış İşleri Bakanlığı’nın 25 Temmuz 2017’de Türkiye Cumhurbaşkanı’na yönelik olarak yaptığı açıklamada “Kudüs Yahudilerin başkentidir ve gelecekte de öyle olacaktır” ifadesiyle verdiği mesaj, okun yaydan çıktığını ve geri dönüşü olmayan bir yola girildiğinin ilanı gibidir.

Trump göreve başladığından itibaren Ortadoğu’da İsrail ile olan ittifakına bağlılığını ortaya koymuştur. Ortadoğu’yu, İsrail güvenliği ve çıkarlarını koruma temelindeki politikalarla geleneksel siyasete uygun olarak yeniden dizayn etmeye çabalamaktadır. Obama döneminde İsrail’e karşı alınan nispi bir mesafenin hızla kapatılmasına yönelik olarak, öncelikle Obama döneminde başlatılan İran ile ilişkileri normalleştirmeye yönelik politikaya son verilmiştir. Nitekim, Obama döneminde İran ile yapılan Nükleer anlaşma İsrail güvenliği ve çıkarları için tehdit teşkil eden bir gelişme idi ve İsrail’den gelen ciddi itirazlara neden olmuştu.

Trump hiç vakit kaybetmeden “Müslüman Yasağı”nı (Muslim Ban) yürürlüğe koymuş ve yedi ülkenin vatandaşlarına, ülkeyi terörden koruma gerekçesi ile ABD’ye giriş yasağı getirmişti. Bu yedi Ortadoğu ülkesi arasında Obama döneminde terörle ilişkilendirilen Körfez ülkeleri yer almamıştır. Bilakis Trump Suudi Arabistan ile sıkı bir ittifak geliştirerek Ortadoğu’nun en stratejik, enerji ve finans merkezi olan Körfez ayağını sağlama almıştır. Suudi Arabistan liderliğinde geliştirdiği Körfez ittifakı arasında önemli bir link oluşturmuştur. Haziran 2017’den beri devam etmekte olan Katar krizindeki başat rolü ile Trump, Katar’a ambargo başlatan Suudi Arabistan-BAE-Bahreyn-Mısır bloğunun safında İsrail ile birlikte yer alarak Suudi-BAE ve İsrail yakınlaşmasını sağlamıştır.

Ortadoğu’nun bu iki önemli gücü ortak tehdit kaynaklarına karşı ilan edilmemiş bir iş birliği çerçevesinde bölgedeki asli statükonun yeniden tesisini sağlamışlardı. Buradaki önemli hedeflerden biri, İsrail’in Filistin üzerindeki planlarına karşı Suudi Arabistan cephesinden gelecek muhtemel tepki ve itirazların önünü almaktır.

Yerleşimler ve Güçlenen İsrail Kolonyalizmi

İsrail’in Filistin’deki yerleşimci kolonisi 1948’de yerlerinden edilmiş Filistin halkının işgal edilmiş toprakları üzerinde devlet kurması ile başlamıştı. 1948’ten bu yana kadar İsrail’in Filistin’de, Filistin’in tamamını İsrail’e dönüştürme hedefi doğrultusunda tamamen sistematik olarak yürüttüğü işgal sonucu bugün fiilen Filistin devletinin geleceğinden söz etmek neredeyse mümkün değildir. İsrail 1967’den itibaren askeri olarak yönetmeye başladığı Filistin topraklarında sistematik bir yerleşim projesi başlatmıştı. Filistin topraklarının (Gazze ve Batı Şeria) yönetimini Filistinlilere devrettiği 1994’ten itibaren yerleşim projesi hızlandırılarak devam etmiş ve son 50 yılda Batı Şeria’nın %70’i İsrail tarafından yerleşimler yoluyla ele geçirilmişti.

İsrail yerleşimleri

Yerleşimler en küçük Filistin yerleşim birimine kadar nüfuz ederek Filistin ile iç içe geçmiş ve böylelikle Filistin’den ayrılamaz hale gelmişlerdir. %30’luk dar bir alana sıkıştırılmış olan Filistin yerleşim birimleri İsrailli yerleşimler tarafından parçalanmış ve toprak bütünlüğünü kaybetmiştir. En stratejik yerleşimler bugün doğu Kudüs’te gerçekleştirilmekte ve özellikle Harem-i Şerif çevresinde yer üstünde yerleşimler ve yer altında arkeolojik kazı görünümündeki kanallarla Mescidi Aksa kuşatılmaktadır. Bu gidişata dur denilmediği takdirde gerek doğu Kudüs ve gerek Batı Şeria’nın doğal olarak İsrail’e dönüşmesi çok uzun sürmeyecektir.

Dolayısıyla iki devletli çözüm hal-i hazırda geçerliliğini kaybetmiş durumdadır. İki devletli bir çözüme giden yol sadece yerleşimlerin durdurulması ile değil, İsrail’in Filistin topraklarındaki mevcut yerleşimlerini terk etmesiyle mümkün olabilecektir. Obama’nın giderayak BMGK’da İsrail yerleşimlerinin durdurulması yönündeki karar talebine çekimser oyu ile destek vermesi umut verici bir gelişmeydi. Fakat akabinde Trump döneminin başlamasıyla ABD’nin, kolonyalizmine tam destek vermesinden destek alan İsrail her gün yeni bir yerleşim planını meclisten geçirmektedir.

İsrail kolonyalizmi toprak işgalinden ibaret değildir. Filistin nüfusu üzerinde gerçekleştirilen sistematik bir etnik temizlik projesini de kapsamaktadır. Bu etnik temizlik sadece şiddet yoluyla değil, ekonomik, kültürel ve hukuki alanlarda koordineli ve çok boyutlu olarak gerçekleştirilmektedir. Duvarlarla bölünmüş gettolarda adeta açık hava hapishanesinde yaşayan Filistin halkının seyahat etme hürriyeti dahil olmak üzere birçok temel hak ve hürriyetine el konulmuştur. Filistin’i kabul etmeyen İsrail, Filistin kimliğine sahip bu insanları da tanımamaktadır. Filistin toplumu bugün İsrail kolonyalizmine karşı dünya üzerindeki en acımasız varoluş mücadelesini tek başına sürdürmektedir.