Mısır’da meydana gelen askeri darbeden sonra sular bir türlü durulmadı. Darbe hükümeti taraflar ile anlaşma yoluna giderek hızlı bir geçiş dönemi yaşatmak yerine daha çok İhvan avı ile meşgul olmaktadır. Bu durum aslında sadece İhvancıları değil, aynı zamanda onların dışındaki muhalefet guruplarını hatta 30 Haziran’da sokaklara çıkan pek çok Mursi aleyhtarını da rahatsız etmiş görünmektedir. Mısır’da askeri darbeyi destekleyen guruplar arasında da uygulamalardan ciddi rahatsızlıklar duyanlar bulunmaktadır. Mısır Basını ise darbenin yanında bütün sadakatiyle durmaya devam etmektedir.

Esasında bu garip karşılanacak bir olay değildir.  Zira İslam dünyasında basın hiçbir zaman bağımsız bir gelişme göstermemiş ve daima sistemin bir parçası olagelmiştir. Hüsnü Mübarek zamanında sistemden beslenen basın, Mursi zamanında kısmen mızraklarını çuvala sokmuştu. Bugünlerde ise adeta geçmiş bir yılın acısını çıkartırcasına yayın yapmaktadırlar. Mısır basını toplum üzerinde oldukça etkilidir. Kamuoyunu yönlendirmede başarılıdırlar. Halk onları devletin sözcüsü olarak görmekte ve inanmaktadır. Onlar da bu güvene istinaden darbe yönetimini meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Hiç şüphesiz Mısır’da saygınlığı olan Türkiye’nin darbe karşısındaki tavrı da en temel konuları arasındadır. İlk günden beri başlattıkları Türkiye aleyhindeki yazılarını arttırarak yayımlamaktadırlar. Toptan Türkiye aleyhtarlığı toplum tarafından tepki göreceğinden bu siyasetlerini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yönelttikleri ağır ithamlar ve hakarete varan yazıları ile sürdürmektedirler.

Aslında Mısır basını bu yayınlarıyla bir taş ile iki kuş vurmaktadır. Bir taraftan özellikle halka mal olmamış ve aslında Türk-Arap ilişkilerinde her zaman bir engel teşkil etmiş olan entelektüel Arap milliyetçiliği zihniyetini canlı tutarken diğer taraftan da darbeyi meşrulaştırmaktadırlar. Geçmişte olduğu gibi bugün de entelektüel Arap milliyetçileri müşterek tarihimizi hedef alarak Osmanlı asırlarını hatırlatmakta ve genç Mısırlıların duygularına hitap etmektedirler.

Osmanlı Devleti’nin dağılmasından sonra eski coğrafyasında kurulan devletlerdeki entelektüellerin zihin dünyası batılılar tarafından müteaddit akademik çalışmaya konu olurken bizim tarafımızdan hâlâ meçhul kalması veya çok az –onlar da özel maksatlarla- akademik çalışmalara konu olması bugün o dünyayı anlamamıza en büyük engeldir. Bugünkü durum belki de nereden başlamamız gerektiğini göstermesi bakımından bir fırsattır. Siyaset veya dış politika tek başına Türkiye’nin bu ülkeler ile olan ilişkilerini düzenleyemez. Hatta gündelik hesaplar ile bozabilir de. Zira siyaset uluslararası ilişkilerde zihniyet okumaları yapamaz, yapmamalıdır da. Duyduğu ve gördüğü ile hareket eder. Oysa siyaset, iyi akademik çalışmalardan beslenirse muhataplarını daha doğru anlama kapasitesi kazanır. Duyduklarını daha doğru yorumlar. Yoksa şahsî dostlukları ve bazı özel tecrübeleri olan danışmanların fikirlerine mahkum olur. Galiba bugün Türkiye-Mısır ilişkilerinde yaşanan durum budur. Mısırolog ya da Arabist diyebileceğimiz dış politika uzmanları veya elçilerimiz olmadığı gibi, hayatında nerde ise Ortadoğu ile ilgili bir kitap okumayan insanlar Ortadoğu uzmanı hatta danışman olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Bu da ikili ilişkilerin zamansız ve yersiz bozulmasına sebep olmaktadır.

Mısırlılar duygusal bir millettir. Bağımsız kimlik geliştirememişlerdir. Mahalle baskısı ağırdır. Halk, baskın bir söyleme inanmak mecburiyeti hisseder. Hele bu söylem tahrik edici bir üslup ile verilirse halka çok daha cazip gelir. Bu ifadeleri niye mi kullandım. Son haftanın Mısır basını taramalarımızda görüp sitemize taşıyamadığımız Türkiye ve özellikle Başbakan Erdoğan aleyhindeki yazılardan dolayı. Sayın Başbakanın Rize’de Üniversitede yaptığı ve esasında Türk akademisyenlerini eleştirdiği konuşmasında Ezher Rektörünü (Mısır’da Ezher Şeyhi veya İmamı olarak bilinir) hatırlatıp, darbecilerin yanında yer almasını eleştirmesi üzerine Mısır’da kıyamet koptu. Zira Mısır’ın ordudan sonra en örgütlü ve halkın saygısını kazanmış kurumu Ezher’dir. İlk okuldan Üniversiteye kadar kurduğu eğitim kurumları bütün Mısır’a yayılmış, ayrıca camileri de kontrolüne almıştır. Bizde bilinenin aksine Ezher sadece dini eğitim veren bir üniversite olmayıp, hemen her branşta eğitim vermektedir. Bu yönü ile de nüfuzunu daha da genişletmiştir. Halktan toplanan paralar ile varlığını sürdürdüğünden halkın kurumu olarak bilinmektedir.

Takip edebildiğimiz yazılardan bazılarının başlıkları bile oldukça tahrik edici.Muhammed El-Şemma’a’nın, “Erdoğan’ın Asabiliğinin Sırrı”(El-Ahbar Gazetesi 28 Eylül 2013); Celal Duveydar’in “Ey Büyük İmamımız! Erdoğan’ın Dil Uzatmasına Üzülme” (El-Ahbar Gazetesi29.Eylül 2013); Ahmet Bekir’in “İmamımıza kim dokunabilir?” (El-Vafd Gazetesi 29.08.2013); Vefa El-Gazali’nin “Ferman Padişah Erdoğan’ın”(Ahbar El-Yevm Gazetesi 31.08.2013); Cemal El-Gaytani’nin “İlişkiler Kesilsin, Bu Bir Savaştır” (El-Ahbar Gazetesi 02.09.2013); Abdullah Zeyd’in “Lanet olsun Türk Modeline”, (El-Ahbar Gazetesi 06.09.2013); Salah Salim’in “El-Şeyh El-Tayyib ve Sultan Erdoğan” (El-Ahram Gazetesi 08.09.2013) başlıklı yazıları Mısır halkını Türkiye’ye karşı kışkırtmayı hedefleyen ağır ifadeler ile kaleme alınmışlardır. Elbette bu bir geçiş dönemidir ve böyle sürmeyecektir. Ancak etkilerinin uzun sürme ihtimali yüksektir.  Bu durumda Türkiye bunlardan dersler çıkarmalı, herkesin eteğindeki taşın döküldüğü bu dönemde bölge uzmanlarımızın daha çok sesine kulak vermeli ve özellikle geleceğe yatırım yapmak için yeni uzmanlar yetiştirmelidir. Üniversitelerde hiçbir boşluğu doldurmayan ve sadece şahıslar için kurulmuş, bölüm, anabilim dalı, araştırma ve uygulama merkezleri yerine bu konuları ciddiye alan ve uzman yetiştirmeyi hedefleyen birimler hayata geçirilmelidir. Batı, Rusya ve hatta İran’da bu konular ile ilgilenen pek çok kurum vardır. Acaba Türkiye’de doğrudan Türk-Mısır ilişkilerini takip eden ve günübirlik değerlendirme yapan bir akademik kurum var mıdır?