Arapça’da ‘din’ kelimesi karşılığında kullanılan millet kavramı aynı dinden insanları ifade etmekteydi. Ancak tüm kavramlarda olduğu gibi millet kavramı da yüzyıllar içinde çeşitli anlam değişimlerine uğradı. Sosyolojik ve siyasal bir içerik kazanan millet kavramı üzerine bugüne kadar pek çok tartışmalar yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor. Daha geçtiğimiz günlerde CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘‘Osmanlı’da millet mi vardı?’’ şeklinde başlayan konuşması üzerine CHP’li bir aydın, eğitimci ve politikacı olan ve aynı zamanda Ahmet Hamdi Tanpınar’ın yakın dostu ve hayranı olduğu Cevat Dursunoğlu’nun tam da millet ve milletleşme kavramları üzerine inşa ettiği 27 Mart 1944 tarihli raporunu ele alarak bazı sorular sormak istiyoruz. Ama önce Cevat Dursunoğlu ismini ilk kez duyanlar için kısaca kendisinden bahsedelim.

Dursunbeyoğlu diye anılan köklü bir aileye mensup Cevat Bey, Temmuz 1892’de dünyaya gelmiş ve Almanya’da Felsefe ve Sosyoloji eğitimi görmüştür. I. Dünya Savaşı başladığında cephede çeşitli görevlerde bulunmuş ve 1918’de savaşın bitiminden sonra terhis olarak Vilâyat-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti’nin Erzurum şubesini kurmuş böylece Milli Mücadelenin Erzurum’da teşkilatlanmasında öncü rol oynamıştır. Erzurum Kongresi’nde merkez delegelik hakkından Mustafa Kemal lehine feragat eden Dursunoğlu, yeni Türk devletinin eğitim kadrolarında milli eğitim müdürlüğü, müfettişlik, orta ve ilköğretim genel müdürlüğü; 1942-1946 Kars mebusu, 1946-1950 Erzurum mebusu olarak görev yapan Cevat Bey 1965’te politikadan çekilmiştir. Kısaca Osmanlı olarak doğmuş bir Türkiye Cumhuriyet vatandaşı olarak hayatını tamamlamıştır.

Cevat Dursunoğlu

Raporun İçeriği

Cevat Dursunoğlu CHP’nin Kars mebusu sıfatıyla 27 Mart 1944’te Türkiye’deki farklı unsurlar hakkında CHP Genel Sekreterliği’ne bir araştırma raporu sunmuştur. Cevat Bey, aşırı milliyetçiliğin revaçta olduğu bir dönemde farklı yorumlarını ele alarak Alman yorumundan uzak bir milliyetçilik tarifi vermeye çalışmıştır. Her ne kadar farklı unsurlar hakkında genel bir rapor mahiyetinde sunulmuşsa da önemle üzerinde durulan unsur Kürt nüfusun Türkleştirilmesi meselesidir. Cevat Bey, raporunu şu başlıklar altında detaylandırmıştır:

  • Osmanlı İmparatorluğu ile Türkiye Cumhuriyeti Arasındaki Bünye Farkları
  • Türk Aydınlarının Son Yarım Asırdaki Milliyet Anlayışlarının Tahlili
  • Türkiye’deki Milliyetlerin Tasnifi ile Durumlarının Tahlili ve Bu Unsurlar Hakkında Alınması Gereken Tedbirler

İlk bölümde yaptığı karşılaştırmada Osmanlı ile Türkiye Cumhuriyeti arasında temelde iki fark olduğunu ifade etmiştir: ulus ve dil. Osmanlı Devleti’nin çok uluslu yapısına vurgu yapan Dursunoğlu tek bir ulus inşa etme amacı ile yola çıkan yeni Türk Devleti ile Osmanlı Devleti arasındaki bu birincil farka dikkat çektikten sonra yine bu çok unsurlu yapının bir sonucu olarak Osmanlı ülkesinde tek dil konuşulamazken nüfusunun %85’inin Türkçe konuştuğu bir Türkiye’den bahsetmiştir.1 Milletleşme ile ilgili düşüncelerini temellendirmeden önce ikinci bir başlık açan Cevat Bey, Türk aydınının millet ve milliyet kavramına bakış açısının genel bir tablosunu vermiştir.

Cevat Bey’e göre 1944 yılı Türk aydınlarının milliyetçilik anlayışlarının tezahürü Kozmopolitler, İslamcılar, Anadolucular ve Irkçılar şeklinde isimlendirdiği gruplarda görülmektedir. Burada özellikle Kozmopolit ve İslamcı olarak tarif ettiği gruplara ağır eleştiriler getiren Dursunoğlu’na göre; tüm bu farklı milliyetçilik görüşüne sahip aydınların fikirlerinin Türkiye Cumhuriyeti sınırlarını kapsayan bir milliyetçi düşünceye evrilmesi gerekmektedir.

Cevat Dursunoğlu’na göre, bu hedefin uygulamada mümkün olabilmesi için CHP’nin seçkin zümrelerinde ve özellikle parti içerisinde bu fikir bir şuur haline getirilmelidir. Bunun için gerek parti yayınlarında ve gerek halkevlerinin çalışmalarında bu fikir devamlı işlenmeli ve Türk aydınlarının millet kavramına aynı nazardan bakabilmeleri sağlanmalıdır.  Seçkin zümreler ile başlayan bu aydınlanma süreci daha sonra tüm halka teşmil edilmelidir. Raporunun neredeyse yüzde ellisini millet, milletleşme ve aydınlar bahsine ayıran Cevat Dursunoğlu III. bölümde Türkiye’de yaşayan gruplar hakkında ayrıntılı bir tablo sunmaktadır.

Türkiye’de milletleşmenin ön koşulunu dil, kültür, ülkü birliği üçlüsünden özellikle dil birliğinde gören Dursunoğlu, Türkiye’de farklı diller konuşan toplulukların Türkçe konuşmalarının sağlanabilmesi halinde birlik bir millet yaratılabileceğini savunur. Bu bağlamda Türkiye’de yaşayan ve Türkçe konuşmayan toplulukları Müslim ve gayrimüslimler olarak tasnif eder. Ana Dili Türkçe olmayan gayrimüslim unsurlar Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler; anadili Türkçe olmayan Müslim unsurlar ise Laz, Pomak, Gürcü, Çerkez, Arap, Boşnak, Arnavut ve Kürt’lerdir.

İlk olarak Ermeni, Rum ve Yahudi unsurlarını ele alan Cevat Bey 1935 yılı nüfus istatistiklerine göre bunların toplam nüfusunun 250.000 olduğunu belirtir. Cevat Bey’e göre tek uluslu bir millet inşası için bu unsurlar hakkında bazı politikalar üretilmelidir. Bu minval üzere öncelikle Ermenileri ele alır ve yine 1935 yılı istatistik verilerine göre 57.599 nüfusa sahip Ermenilerin yurt genelinde çoğunlukta yaşadıkları bir bölge olmadığını, özellikle taşrada yaşayan Ermeni nüfusun doğum oranlarının kontrol edilemeyecek derecede yüksek olmasının gelecekte siyasi bir takım haklar elde edebilmelerini kolaylaştıracağını belirtir.  Cevat Bey’in önerdiği yöntem ise  Anadolu köy ve kasabalarında yaşayan Ermenilerin İstanbul’a nakledilerek nüfus artışlarının önüne geçilmesi gerektiğidir. Böylece İstanbul’da yerleşik Ermeniler ile birleşecek tüm Ermenilerin nüfusu mübadele yoluyla eritilebilir.

İkinci olarak Rumları ele alan Cevat Bey, Anadolu’da neredeyse hiç Rum bulunmadığına dikkat çekerek bunların İstanbul’da yaşadıklarının altını çizmiştir. Cevat Bey sözlerine  İstanbul’un fethinin 500. yılına kadar mübadele ve benzeri yöntemlerle İstanbul’da tek bir Rum bile bırakılmaması gerektiğine yaptığı vurgu ile devam eder. Rapordan 11 yıl sonra ve İstanbul’un fethinin 500.yılından iki yıl sonra yaşanan 6-7 Eylül olayları düşünüldüğünde bu sözleri son derece manidardır.

Gayrimüslim unsurlardan son olarak Yahudileri ele alan Cevat Bey, bunların dini inançları dolayısıyla yaşadıkları hiçbir memlekette milletleşmediklerini dikkate alarak Yahudilerin Türkiye’ye yerleşmelerini engellemek, Türkiye’den ayrılmalarını ise kolaylaştırmak gerektiğini savunur. Yahudiler bilhassa iktisadî faaliyetlerden uzak tutulmalıdır aksi takdirde iktisadî gücün siyasî güce dönüşmesi kaçınılmazdır.

Anadili Türkçe olmayan Müslim unsurları ise yaşadıkları bölgelerde çoğunlukta olup olmamalarına ayırır. Buna göre yaşadıkları coğrafyada çoğunluğu oluşturmayan gruplar Çerkez, Boşnak, Arnavut, Pomak, Laz, Gürcü ve Arap’lardır. Bunların Türkçe konuşmaları ve milletleşmeleri için toplu halde yaşadıkları köylerin dağıtılmalı, sınırlarda yaşayanlar iç bölgelere sevk edilmeli,  bu sevkiyatın mümkün olmadığı durumlarda ise yaşadıkları köylere en az % 50 nispette Türk nüfus iskan edilmelidir. Arapları biraz daha farklı şekilde ele alan Cevat Bey, onların sınır devletlerle olan etnik bağlarının milletleşme için tehlike oluşturduğunu ifade eder ve çözüm önerisi olarak Suriye ve Irak’taki Türkmen nüfus ile mübadelelerini uygun görür.

Raporda Kürtler Meselesi

Cevat Bey’in tasnifine göre bu grubun son öbeği yaşadığı bölgede çoğunlukta olan ve Türkiye’de milletleşme meselesinin kilit unsuru durumundaki Kürtlerdir.  Kürtlerin esasında bir Türk boyu olduğuna meyil eden görüşü eleştirerek sözlerine başlayan Dursunoğlu, stratejik açıdan önemli sınır noktalarında ya da sınıra yakın şehirlerde (Ağrı, Hakkari, Van, Bitlis, Muş, Bingöl, Tunceli, Siirt, Diyarbakır, Mardin, Urfa) yaşamakta olan Kürt unsur burada nüfusun yüzde altmışından fazlasını oluşturmaktadır. Cevat Bey’e göre Kürtler edebî bir lisan, tarihi bir birlik ve bağımsız devlet geleneğine sahip olmadıkları halde kökü dışarda bazı tahriklere açık durumda olmaları ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırları çevresinde yerleştikleri için Türkiye’nin birliği açısından tehdit oluşturabilecek bir konumdadırlar. Kürtlerin yaşadıkları coğrafyanın genişliğini ve nüfuslarının yoğunluğunu ele alan Cevat Bey, Türkiye’de milletleşmenin sağlanması için öncelikle ve acilen bu bölgeye önem verilmesi gerektiğinin altını çizer.

Bununla birlikte Cevat Bey, bu bölgede uygulanılması gereken önlem ve çalışmaların mübadele imkanı olmaması nedeniyle Arap nüfus üzerindeki önlem ve çalışmalardan; nüfus yoğunluğu nedeniyle de Çerkez, Boşnak gibi etnik topluluklar üzerindeki önlem ve çalışmalardan farklı olması gerektiğini belirtir. Peki Kürtler nasıl millileştirilecektir? Bunun için temelde üç önemli tedbirden bahseder: Maneviyat, iskân ve eğitim.

Manevî Tedbir

Ülkenin en zayıf ve tehlikeye açık köşesi olarak nitelendirdiği doğu ve güneydoğunun yalnızca daha özel ve yakından bir ilgiye ihtiyaç duyduğunu ifade eder. Ancak devlet adamlarının bu noktalarda icraat yapmamalarını eleştirerek memleketin doğudan batısına her sathının devlet nazarında aynı öneme sahip olduğu bu fikrini tüm idare mekanizmalarında hâkim hale getirmek gerektiğine inanır. Esasında onun burada manevi tedbir olarak kastettiği şey yine batıda olduğu gibi doğuya da maddi hizmetin götürülmesidir.

İskân Tedbiri

Yaşadıkları coğrafyada birlik ve iletişim halinde bulunan Kürtlerin arasına en az Kürt nüfusu kadar Türk nüfusun iskan edilmesini zaruri bulur. Peki bu büyük iskan nasıl gerçekleşecektir? Bu konuyu detaylandıran Cevat Bey iskân güzergahını şu şekilde verir:

  • Aras vadisinden Iğdır, Tuzluca, Kağızman üzerinden Göle’ye; Murat vadisinde, Ağrı’dan başlayarak Bayezıt, Karaköse, Tutak, Malazgirt, Bulanık ve Muş ovaları üzerinden Palu ve Elazığ’a kadar bir iskân hattı oluşturmak.
  • Sinek, Köse, Çakmak ve Bingöl dağlarında oturan Kürtlerle Aladağ, Bozdağ, Süphan, Nemrut, Mutki, Hacıreşit, Akçakara dağlarında yaşayan Kürt nüfusu Türk nüfus ile birbirinden ayırmak.
  • Van şehri merkez alınarak Muradiye, Erciş, Adilcevaz, Ahlat, Tatvan ile göl havzasında Türk iskânını arttırmak.
  • Dicle nehrine inerek Botan suyunu takiben Şatak, Pervari, Şirvan ve Siirt üzerinden Cizre’ye varmak. Böylece Aladağ, Akçakara arasındaki nüfusu birbirinden ayırmak.
  • Buraların iskânı tamamlandığında ise Keban’dan itibaren Fırat nehrini takip ederek Birecik’e kadar uzanan Kürt arazi yoğunluğunu parçalamak.

Cevat Bey, bu saydığı noktalara iskân edilecek Türklerin teknik anlamda da desteklenmesi gerektiğini vurgular. Ayrıca Türkiye dışında yaşayan Romanya ve Bulgaristan’daki Türkler ile Şiraz’daki Kaşkay Türklerinin bu iskân ile ülkeye getirilebileceğini düşünür.

Eğitim Tedbiri

Milletleşmede dil unsurunu merkeze koyan Cevat Bey, Kürtlerin milletleşmesi için nüfuslarının yoğun olduğu bölgelerde Türkçe eğitim veren okullar açılmasının gerekliliğine vurgu yaparak önerileri sıralar:

  • Eğitim planlamasını yapmak üzere özel bir maarif teşkilatı kurulmalı ve bu teşkilatta çalışacak öğretmenlerin ana dilleri Türkçe olmalıdır.
  • Öncelikle nüfusu karışık köylerden başlanarak ilköğretim mecbur tutulmalıdır.
  • Nüfusun çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu köylerde yatılı ilkokullar açılmalıdır.
  • Bu okullarda çalışan öğretmenler Köy Enstitüleri veya öğretmen okulları tarafından teftiş edilmelidir.
  • Dil öğreniminde annelerin rolü önemli olduğu için kız çocuklarının eğitimine ayrıca itina gösterilmelidir.

Cevat Bey, ana hatlar olarak belirlediği bu maddelerin mutlaka daha teferruatlı olarak ele alınıp planlaştırılması ve devlet politikası haline getirilmesi gerektiğini söyleyerek raporunu sonlandırır.

Rapor Uygulandı mı?

Peki bu rapor 1944 yılı Türkiye’sinde ne anlama gelmektedir?

Cevat Bey’in raporuna genel olarak bakıldığında Türkiye’de onun anladığı tarzda milletleşmenin önünde engel olan koşulların ve bu koşulları ortadan kaldırabilecek çözümlerin titizlikle ele aldığı görülmüştür. Milletleşmenin en önemli öğelerinin dil, kültür ve ülkü birliği olduğunu savunan Cevat Bey, milletleşmenin önündeki en büyük engeli de dil olarak tespit etmiştir. Bu bağlamda mübadele ve Türk nüfus içinde özümleme gibi yöntemlerle milletleşmenin sağlanabileceğini savunmuştur.

Ne var ki Cevat Bey’in çözümlerinin Türkiye tarihinden kopuk ve kuramsal olduğu ve uygulamada tatbik edilmelerinin zor oldukları anlaşılmaktadır.. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti’nde 1923-1924 Türk Yunan mübadelesini hariç tuttuğumuzda hiçbir mübadele yapılmadığı ve bazı yabancı devletlerin Türkiye Cumhuriyeti’nde iç siyasete müdahale edebilmek için mübadeleye karşı geldikleri/gelebilecekleri anlaşılmıştır. Cevat Bey’in önerilerinden gerçekleştirilemeyen mübadele çözümü gibi eğitim yoluyla milletleştirme yöntemi de kuramsal kalmış ve uygulamada beklenen verim elde edilememiştir. Kürtlerin yoğun olarak bulundukları bölgelerinde Türkçe eğitim veren okullar açılarak yaygınlaştırılmış ve Türkçe konuşan Kürt nüfus elde edilmiş olduğu halde bunların milletleşmesi başarılamamıştır. Dolayısıyla Cevat Dursunoğlu’nun tespit ve teklifleri teoriden pratiğe geçememiştir.

Cevat Bey, siyaseten Kürt Meselesi’ne dönüşen sürecin yaşanabileceğinin sinyallerini erkenden fark ederek bu konuda rapor sunan isimlerden yalnızca biridir aslında. CHP’nin tek başına iktidar olduğu dönemde sunulan diğer bazı raporlar incelendiğinde hemen hemen benzer çözüm önerilerinin “milletleşmeyi” mümkün kılacağı düşüncesi hakimdir ancak CHP aydınının bu konudaki düşünce ve önerileri bir temenniden öteye gidememiştir. Sadece bu rapordan hareketle  ‘‘CHP’ye mensup elitin milletleşme sürecinde dünden bugüne nasıl gelişmeler yaşandı ve hangi dinamikler bu değişimi etkiledi?’’ ‘‘CHP’nin millet kavramına bakışını kimler ve hangi olaylar şekillendirdi?’’ gibi daha geniş çaplı bir araştırma gerektiren sorulara cevap aranarak güncel siyasi söylem ile geçmişteki söylemler mukayeseli olarak incelenebilir. Diğer taraftan Türkiye’nin tarihsel gerçeğini dikkate almadan sadece Ankara merkezli veya devlet merkezli tanımlamaların da yeterli olmayacağını geçen zaman göstermiştir. Farklı unsurların bir arada yaşadığı bir toplumda bir Osmanlı teb’ası olarak doğan Cevat Bey’in meseleye hangi saikler ile yaklaştığı ve hele 1924 anayasasında “Türk” tanımı oldukça realist bir biçimde yapılmış iken bu raporu hangi gerekçeler ile kaleme aldığı ayrıca tartışmaya değerdir.