2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali ile birlikte Ortadoğu’da yeni bir kavram ile sıkça karşılaşır olduk: mezhep çatışması. Tarihi bir gerçeklik olan bu kavram aslında Müslüman mezhepler arasındaki çatışmaları değil, bilakis Hristiyan mezhepleri arasında yaşanan çatışmaları temsil ediyordu. Ayrıca dünyanın değişik coğrafyalarında farklı dinler ve mezhepler arasındaki çatışmalar ifade edilirken bile Müslüman mezhepleri en son sırada akla geliyordu. Elbette inkârı mümkün olmayan ve zaman zaman yükselen Şii-Sünni çekişmesi de bu kavramın içinde idi. Ancak şimdi bu kavram adeta bütün dünyada sadece Müslüman guruplar arasındaki çekişmelere ve özellikle Ortadoğu’daki “Şii-Sünni” çekişmelerine özel ad olmuştur. İlginçtir, ne Şiiler ne de Sünniler bu kavrama sahip çıkmamakta ve taraf olduklarını beyan etmemektedirler.

Oysa bu çekişmenin bir tarafını, tabii olarak dünyadaki tek Şii devlet (resmi adı İslam) olan İran temsil etmektedir. Karşısında ise bütün her birinin resmi ismi farklı olan Sünni İslam dünyası durmaktadır. Ancak Sünni kimliklere mensup devletlerdeki Sünnilik algılarından ve esasında rejim farklılıklarından dolayı da hiç kimse doğrudan Sünniliği temsil ettiğini ilan etmemektedir. İran ise gerek gücü ve gerekse dünyadaki Sünni nüfusa nispetle Şiiliğin oranını dikkate aldığında hiçbir zaman doğrudan ortaya çıkamamaktadır. Bu durum tabii olarak bir tiyatronun sahnelenmesine imkan tanımaktadır. Ortadoğu’da bölgesel güç olma niyetinde olan her bir devlet, doğrudan veya dolaylı olarak bu oyunun bir aktörüdür. Ancak bu oyunda aktörler çoğunlukla dublör kullanmayı yeğlemektedirler. Bu yüzden Ortadoğu’ya yönelik olan uluslararası politikaları anlamak nispeten mümkün iken bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri, çelişkileri ve med-cezirleri anlamak oldukça zorlaşmaktadır. Hele Türkiye gibi bölge hakkında uzun yıllardan beri hafızasındaki bütün bilgileri silmeye çalışan bir ülkede bu meseleyi anlamak adeta imkansız hale gelmektedir.

Sözü Yemen’e getirmek istiyorum. Türkiye’nin hafızasında Arap dünyası ile ilgili en fazla yer tutan ülkelerden biri olmasına rağmen Yemen ile ilgili son zamanlarda yazılanlara ve söylenenlere bakıldığında esasında hafızamızda pek bir şeylerin kalmadığını ve bütün birikimimizin Yemen Türküsü’nden ibaret olduğunu gördük. Oysa bu türkü bile Yemen değil, Harput türküsüdür. Yemen tarihi anlatacak değilim, maksadım Yemen’de son zamanlarda yaşanan ve gerçekte adaletsiz bir savaşa neden olan sürecin aktörlerini analiz etmeye çalışmaktır.

Yemen Bir Mezhep Devleti midir?

Daha önceki yazımızda da değindiğimiz gibi, mezhep Yemen tarihinde önemli bir rol oynamaktadır ancak en azından 1962’den itibaren Modern Yemen’i bir mezhep ile ilişkilendirmek doğru değildir. Osmanlı Devleti’nin bölgeyi bırakmak zorunda kaldığı 1918 yılından 1962 yılına kadar, Kuzey’den gelen Zeydilerin idaresindeki “Yemen İmamlığı” Zeydi Mezhebine dayalı bir devlet iken, Cumhuriyet’in kurulmasından sonra Yemen, Zeydilikten ziyade Sünniliğe daha yakın duran bir devlet olmuştur. Kurumsallaşamayan ve gerçekte modern bir devlete dönüşemeyen Yemen’de tabii olarak geleneksel Zeydi ve Sünni anlayışlar da bölgesel ve kabilevi ölçeklerde temsil edilmeye devam etmiştir. Cumhuriyetçiler ise yeni bir sistem kurmada başarılı olamadıkları için, zaman zaman bu gelenekçi yapılara dayanmışlar ve bunların devamına imkan vermişlerdir. Söz gelimi bürokrasi ve ticari hayat Sünniler tarafından doldurulurken, Zeydilerin ağırlığı orduda ve zirai alanlarda daima hissedilmiştir.

19. yüzyılın ortalarından 1970lere kadar İngiliz işgalinde olan Güney Yemen’de ise zaman içinde sömürgeciliğe karşı bir tepki olarak modern ideolojiler gelişmiş hatta ilk Marksist Müslüman devlet de burada kurulmuştur. Bütün bunlar da göstermektedir ki Yemen gerçekte bir mezhep devleti değildir. Peki potansiyel olarak böyle bir devlete dönüşmesi mümkün müdür?

Zeydilik-İmamiye İlişkisi

Zeydilik, Şiiliğin üç kolundan birisi olarak zikredilir. Ancak itikadi açıdan Şiiliğin ilk şeklidir. Bütün Şiilerin benimsedikleri ilk dört imamdan sonra imametin (dini ve siyasi liderliğin) Hz. Ali’nin torunlarından Zeyd’e geçtiğine inanırlar. Ayrıca daha geç tarihlerde İmam Cafer elinde şekillenen İmamiye’nin inandığı babadan oğula geçen imamlığı ve on iki imam şartını reddederler. Bu vasıfları ve esasında dini ritüelleri ile Sünniliğe en yakın hatta iç içe olan bir anlayışı temsil eden Zeydilik, diğer Şii guruplardan tamamen farklılaşır. Gerek itikatları ve gerekse dini yaşayışları açısından bilinmezlik içeren ve tartışmalara sebep olabilecek bir felsefe geliştirmemişlerdir. Nitekim bu yüzden Zeydilik çok sınırlı bazı guruplara bölünmüş iken, İmamiye (bugünkü İran’ın benimsediği Şiilik) ve İsmailiye (daha ziyade Hindistan’da yaygınlaşan Şiilik) pek çok guruplara bölünmüştür. Özellikle tarihte bilinen Sünni karşıtı birçok aşırı guruplar İsmailiye veya İmamiye’nin bir uzantısı olmuştur. Buna karşılık Zeydiler ile Sünniler arasında “siyasi çekişmelerin” dışında daima bir yakınlık olmuştur. Siyasi çekişmeler ise Yemen sahillerini ve merkezini kontrol eden Sünni idareler ile (Osmanlılar gibi) Kuzey’de Zeydiliğin varlık gösterdiği ve 15’ten fazla İmamlarının mezarının yer aldığı Sa’da’yı kontrol eden Zeydiler arasında yaşanmıştır. İki taraf arasında kanlı çekişmelere kadar varacak olan bölgesel iktidar kavgası olmuş ama itikadi yani bugünkü ifade ile gerçekte bir mezhep çatışması olmamıştır. Bütün Şiilerde olduğu gibi, Zeydiler için de kutsal kabul edilen mekanların (atebat) farklı bir idarenin altında bulunmasına karşı koyan Zeydilerin bu tavrını mezhebi boyutundan ziyade sosyo-iktisadi amiller ile de ele almak gerekmektedir. Sa’da bölgesi Zeydilerin ziyaretgahıdır. Ziyaretçiler bölgeye ciddi ekonomik kaynak sağladığı gibi, bu türbe ve mezar etrafında da Zeydi teolojisinin eğitimi ve nesilden nesile aktarımı sağlanmaktadır. Mesela, Osmanlı Devleti, Necef ve Kerbela’da kurduğu düzeni Sa’da’da da kurabilseydi Yemen’de daha fazla istikrar sağlayabilirdi. Ancak Sünnilerin Zeydileri itaat altına alma gayretlerini, bu gurubu kendilerine daha yakın hissetmelerinin neden olduğu şeklinde de yorumlamak mümkündür.

Husiler ve Zeydilik

2012 yılından itibaren adlarından sık sık söz edilen Husiler hakkında bilinenlerin çoğu eksik ya da yanlıştır. Husiler Sa’da bölgesinde yaşayan Yemen kabilelerinden bir guruptur. Husiler veya Husilik bir mezhep değildir. Zeydiliğe mensup bir kabile olan Husiler 1962 yılında son Zeydi İmamı Bedr’e verdikleri destek ile kendilerinden söz ettirmeye başladılar. Daha sonra muhtelif tarihlerde merkez ile ihtilafa düşen pek çok Kuzey kabileleri ile işbirliği yaparak muhalefeti temsil ettiler. Yemen’de Cumhuriyetin kurulmasından sonra, orduya dayanan merkezi hükümet, siyasi muhalefetin gelişmesine imkan vermediği için pek çok kabile silahlı muhalefete başvurmuştur. Daha önce söylediğimiz gibi, ordu içinde önemli sayıda Zeydi subayın olması Zeydi kabilelerin silahlı muhalefetini daha kolay sürdürmesine imkan tanımış, hatta sistem içinde yer alan farklı guruplar bu silahlı kabile guruplarından güç ve destek alarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Bu bakımdan devrik Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih zaman zaman Husileri kullanmış bazen de muhalefetleri ile karşılaşmış ve hatta onları silahlı güçler ile bastırmak istemiştir.

1986 yılından itibaren sistemin içinde yer almak için Sa’da’da eğitim ve siyasi faaliyetlerde bulunan Husiler, 2011’de başlayan Arap Baharı rüzgarı Yemen’e ulaştığında da meydanlara çıkarak Ali Abdullah Salih ve hükümetine karşı durmuşlardır. Aslında mümkün olan her fırsatı deneyen Husilerin temel amacı merkezde temsil edilmek olmuştur. Tabii olarak onların bu aktif siyasi hareketlenmeleri, Sünni gurupların tepkisini çekmiş ve merkezi hükümete uyguladıkları baskılar ise Husilerin susturulmasını istemişlerdir. Ancak Arap Baharı bu imkanı sıfırlayarak, herkesi muhalefette aynı saflara taşımıştır. Körfez ülkeleri girişimi ile kurulan Diyalog Kongresi’nde Sünniliği temsil eden guruplar kendi aralarında ihtilafa düşerken, Zeydiler Husilerin şahsında birlikteliklerini korumuştur. Bu durum Yemen’de yeniden Zeydilerin öne çıkması ihtimalini veya korkusunu doğurunca diğer taraflar bölgesel federasyonların kurulması yönünde hareket ederek, Diyalog Kongresi’nin kapanış belgesini bu şekilde yayımlamış ve Yemen’de bugün meydana gelen olayları tetiklemişlerdir. Sa’da’dan San’a’ya gelen Husiler, mevcut hükümete ortak olmuş ama tatmin olmadıkları için Sünni bölgelerine de yönelmiş hatta bir ölçüde federasyon taleplerinin karşısında Yemen’in bütünlüğünü savunmuşlardır. Başlangıçta onların güç kazanması Yemen El Kaidesi’ne karşı bir gelişme olarak değerlendirildiği için ABD tarafından da hoş karşılanırken, daha ileri giderek Babulmendeb’e yaklaşmaları büyük bir hata olarak kabul edilmiş ve cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

Husiler ve İran

Körfez ülkeleri ile Mısır ve bazı başka ülkelerin desteklediği Yemen’deki savaşın meşruiyeti, Husiler ile İran arasında var olan ilişkiye dayandırılmıştır. Bu yüzden İran’ı karşısında komşu olarak görmek istemeyen Suudi Arabistan başı çekerek savaşı başlatmıştır. Aslında süren nükleer görüşmelerde elini güçlü tutmak isteyen ABD de bu savaşa destek vermiş, adeta 90larda Saddam’a Kuveyt’i işgal ettirdikleri gibi Suudi Arabistan’a da yeşil ışık yakmıştır. Peki gerçekten Husiler İran’ın bölgedeki uzantısı veya vekili midir?

İran’ın özellikle Humeyni devriminden sonra dünyada Şiilik ile ilişkilendirilebilen her gurup ve cemaat ile münasebet kurduğu ve kendi devrimini içerde sağlam tutabilmek için sürekli devrim ihracına çalıştığı bilinmektedir. Bu çerçevede Suudi Arabistan, Bahreyn ve Kuveyt’teki Şiiler ile ilgilendiği gibi Yemen’deki Zeydiler ile de ilgilenmiş ve onları etkilemeye çalışmıştır. Körfez ülkelerindeki Şiiler İmamiye’ye mensup oldukları ve çoğunlukla Sistani veya Hameney’i taklit ettikleri için kolayca İran’ın tesiri altına girdiler. Ancak Zeydiler İmamiye’yi reddettikleri için bu tesirden uzakta kaldılar, hiç bir zaman İranlı müçtehitleri benimsemediler. Körfez Şiileri, her yıl vermek zorunda oldukları humusu (kazançtan arta kalanın beşte birini) İran’a ulaştırarak bu ilişkiyi sürekli kıldılar. Ancak Zeydiler humusu gerekli görmedikleri için böyle bir bağa da ihtiyaç duymadılar. Buna rağmen İran’ın Yemen Zeydileri için de örnek bir yapılanma teşkil ettiğinde şüphe yoktur. İran bu yakınlık duygusundan istifade ederek, Husiler üzerinden Zeydileri etkilemeye çalışmıştır. Nitekim, Zeydilik içinde geleneksel bir imamlık ve seyyidlik geleneği olmayan Husiler’i daha modern bir yöntemle teşkilatlanmaya teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Onlara maddi destek -muhtemelen silahlanma imkanı- ve strateji belirlemede katkı vermişlerdir. Ancak İran’in Husileri doğrudan yönlendirmeye veya onları idare etmeye imkanı bulunmamaktadır. Husiler’in Sa’da’daki yapılanmalarında İran’dan taktik aldıkları muhakkaktır fakat Zeydilik ile İmamiye’nin birbirine bakışı bu ilişkinin bir vekalete dönüşmesine imkan vermemektedir. Her ne kadar Husiler’in İmamiye’ye yakınlaştıkları iddiaları varsa da bu kendilerini inkar anlamına geleceğinden imkansızdır. Diğer taraftan İran, Irak’ta ve Suriye’de aldığı sonuçlardan hareketle özellikle Körfez Şiilerini elde tutabilmek için Yemen’de de var olduğunu gösterecek adımlar atmaktan geri durmamıştır. Bu da yıllardır Körfez’de pompalanan İran korkusunu doruğa taşımıştır.

Yemen-Suudi İlişkileri ve Husiler

Suudi Arabistan’ın Yemen ile tarihi ilişkileri bulunmaktadır. İlk ilişkiler daha Vehhabiliğin bölgede yayılmak istendiği 19. yüzyılın başlarına kadar gitmektedir. O zamanlar Yemen sınırlarında Vehhabiliği yaymak ve buradaki kabilelerden zekat toplamak için bugünkü Suudilerin ataları bir hayli uğraşmışlardır. Kısmen bazı bölgelerde başarılı oldular ise de, Yemen ile Necid (bugünkü Riyad etrafı) arasında bulunan Mekke Emirliği merkezden (İstanbul’dan) aldığı güç ile iki taraf arasında bir engel teşkil etmiştir. Buna rağmen Asir bölgesinin dağlık kesimlerinde bazı kabileler Vehhabiliği benimsemiştir. Hicaz’da kurulan Haşimi Hicaz Krallığı’nın 1925 yılında Necid Sultanı İbn Suud’a (Vehhabilere) yenilip ortadan kalması ile kurulan Necid ve Hicaz Sultanlığı (Suudi Arabistan kurulmadan önce kullandıkları isim) yeniden Yemen ile sınır boylarında sorunlar yaşamaya başlamıştır. Suudi Arabistan 1932 yılında kurulduktan sonra sorunlar resmi sınır sorunlarına dönüşerek silahlı çatışmalara vesile olmuştur. İngiltere’nin desteklediği Suudi Arabistan 1934 yılında Yemen ile Taif anlaşmasını yaparak, tarih boyunca Yemen’in bir parçası olan Asir, Nejran ve Cezan bölgelerini kendi sınırlarına katmıştır.

Esasında iki taraf arasındaki çekişmeler bu geçmiş çatışmalardan kaynaklanmaktadır. Uzun yıllar iki taraf birbirini tanımazken, 1970li yıllarda Güney Yemen’de baş gösteren Sovyet etkisi birden Kuzey Yemen’i Suudi Arabistan nezdinde kıymetli yapmış ve güçlü mali destekler sağlamaya başlamıştır. Ancak Asir bölgesindeki sınır sorunları bir türlü unutulmamıştır. Yemen liderleri her sıkıştığında bunu bir şantaj olarak kullanarak Suudi Arabistan’ı kenara sıkıştırmak istemişlerdir. Bu yüzden Suudi Arabistan hiç bir zaman güçlü bir Yemen Devleti’nin olmasını istememiş, hatta Husiler dahil pek çok muhalefet gurubuna el altından destek vermiştir. BM Saddam’a karşı ambargo uygulama oylamasında Yemen’in karşı çıkması Suudi Arabistan’a yeni bir imkan vermiştir. Bir taraftan Yemen’i uluslararası arenada suçlu ilan etmiş diğer taraftan binlerce Yemenli işçiyi sınır dışı ederek Yemen’de kriz yaratmak istemiştir. 1994 yılında Kuzey-Güney savaşı çıktığında Güney’i açıkça destekleyen Suudi Arabistan nihayet 2000 yılında da Ali Abdullah Salih’i Taif anlaşmasındaki sınırları tanımaya icbar etmiştir.

Başka bir ifade ile Suudi Arabistan uzun yıllardan beri Yemen ile örtülü bir savaş sürdürmüştür. Buna rağmen Suudi Arabistan ticaretinin büyük bir bölümü Yemenlilerin eline geçmiş, iş hayatında Yemenliler vazgeçilmez olmuştur. Bu girift ilişki iki ülkenin aralarındaki ilişkileri dış politikadan çok iç politikanın bir parçası haline getirmiştir. Arap Baharı ile Ali Abdullah Salih’ten sadece Yemenliler değil, Suudi Arabistan da kurtulmak istemiştir. Ancak, yerine muhalefeti temsil eden Zeydi, Liberal ve İhvan çizgisindeki Islah hareketinden birilerinin gelme ihtimaline karşı eski Cumhuriyetçilerden Abdu Rabbhu Mansur el Hadi’nin gelmesini sağlamıştır.

Yemen 2012 yılından beri fiilen Suudi Arabistan tarafından idare edilmekteydi. Ancak el Hadi’nin işleri yürütememesi ve Husilerin baskıları ile istifa etmesi bütün planları alt üst etmiştir. İstifasını geri aldıran Suudi Arabistan onu Güneyde tutabilmek için de hızlı bir koalisyon oluşturarak, İran’ı durdurma bahanesi ile Yemen Savaşı’nı başlatmıştır.