Amerika’nın Avrupalı güçler tarafından yeni bir yerleşim yeri olarak kurulması birkaç asırlık bir tarihe dayanıyor. Denizlerde güçlü olan Batı Avrupalı devletler, on altıncı yüzyıldan itibaren Amerika’nın doğu kıyısından başlayarak şehirler inşa ettiler. Burada yeni kurulan yaşamın en önemli geçim kaynağı tarımdı ve tarımda ihtiyaç duyulan işçi potansiyeli, köleler yoluyla elde ediliyordu. Bu yüzden Amerikan tarihinin önemli sosyal ve ekonomik boyutlarından biri de köleciliktir. Özellikle İngiltere, Hollanda, Fransa ve İspanyalı denizcilerin transatlantik ticaret ağındaki kazançlarının bir bölümü köle ticaretinden sağlanıyordu. On dokuzuncu yüzyılda bugünkü Senegal topraklarından Amerika’ya köle olarak getirilen Ömer bin Seyyid isimli âlimin hayat hikâyesi, bunun sadece bir örneğidir.
Bugün South Carolina eyaletine bağlı olan Charleston şehri, Amerika tarihindeki köle ticaretinin en büyük merkeziydi ve getirilen kölelerin yarıya yakını bu şehirden kıtaya giriş yapmışlardı. On dokuzuncu yüzyılda bu şehrin yarısından fazlasının kölelerden oluştuğu bilinir. Deniz yoluyla bu şehre gelen köleler kendilerini satın alacak iç bölge tüccarlarını bekliyor, yetenekleri ve yaşlarına göre biçilen değeri ödeyenler tarafından alınıp yeni yurtlarına götürülüyordu. Bu bekleme sürecinde maruz kaldıkları ağır hakaretler ve fiziksel şiddetler yüzünden bir an evvel yeni sahiplerine ulaşmayı ümit ediyorlardı. Bu kölelerden birisi de, 1807’de Charleston’a getirilen Ömer bin Seyyid’di.
Ömer bin Seyyid, 1770’te Batı Afrika’da, Senegal ve Gambiya nehirlerinin arasında bulunan Futa Toro’da, varlıklı bir aile içinde dünyaya gelir. Beş yaşındayken babası bir savaşta öldürüldüğü için amcası onun yetişmesinde etkili olur. Arapça öğrenip öğretmeye başlayan İbn Seyyid, doğduğu topraklarda ilmî birikimi için yirmi beş yıl harcamıştır. Ancak 1807 yılında, 37 yaşındayken, esir olarak tutulur ve köle tüccarlarına satılıp Amerika’ya gönderilir. 1864’te vefat edene kadar geri kalan 57 yıllık hayatını köle olarak geçirecektir.
1807’de Charlestonlu bir vatandaşa satılan İbn Seyyid, onun ölümünden sonra, 1810 yılında kaçıp uzun müddet kuzey tarafa doğru yürür. Fayetteville yakınlarında yakalanıp hapse atılır. İbn Seyyid hapishanedeyken bulduğu kömür parçalarıyla hücresinin duvarlarına serbest kalmak istediğini bildiren Arapça ibareler yazar. Okuma yazma bilen bir kölenin satılık olduğu kısa sürede civar bölgelerde duyulur ve “bilinmeyen bir dilde, sağdan sola doğru ustaca yazı yazan” özelliğiyle İbn Seyyid meşhur olur. 1810’da Fayetteville’ye bir ziyaret için gelen General James Owen, İbn Seyyid’i merak eder ve hapishaneye gelip bu ün salmış köleyi görür. Ardından İbn Seyyid’i satın alarak hapisten çıkarır ve memleketine, Bladen bölgesine götürür. İngilizlere karşı yapılan 1812 Savaşı’nda yardımcı general olarak savaşan James Owen, North Carolina’nın aktif siyasetçilerinden ve 1828-1829 yıllarında eyaletin valisi olan John Owen’ın kardeşidir. İbn Seyyid, hayatının sonuna kadar James Owen ve ailesinin kölesi olarak onlarla beraber yaşamıştır. Ona “Meroh” ya da “Moreau” gibi isimlerle hitap eden Owen ailesinin çocukları, İbn Seyyid’i “Meroh amca” olarak tanır. Ramazan ayı geldiğinde orucunu tutan İbn Seyyid’e aile tarafından bir Kur’an-ı Kerim bir de Arapça İncil hediye edilir. Öte yandan James Owen, Fayetteville’deki Amerikan İncil Topluluğu’nun ve bu şehirdeki ilk Presbiteryen Kilisesi’nin adanmış üyelerindendir. Bunun etkisiyle olacak ki, 1820’de Ömer İbn Seyyid, Fayetteville’deki Presbiteryen Kilisesi’nde vaftiz edilerek Hristiyanlığa geçer.
Araştırmacılar, Ömer bin Seyyid’in Hristiyanlığı kabul edişinin zorlama ile olduğunu, kendisinin İslamî yaşantısını gizliden devam ettirdiğini ifade ederler. İleriki yıllarda kaleme aldığı yazı ve notların satır aralarında da bunu görmek mümkündür.
İbn Seyyid’in Hatıratı
Sıra dışı bir hayat hikâyesine sahip olan Ömer bin Seyyid, otobiyografisini yazması için teklif alır. Böylece 1831’de hatıratını yazmaya başlar ve kısa sürede bitirir. Eser, Hunter isimli, kim olduğu bilinmeyen bir kişinin isteğiyle ve ona hitaben yazılmıştır. Bu hatırat 1836’da New York’taki Lahmen Kebby’ye gönderilir ve 1848’de İngilizceye tercüme edilir. Ancak eser, 1925’te New York’taki Amerikan Numizmatik Cemiyeti’ndeyken kaybolmuş, 1995’te Virginia’da bulunarak müzayede ile bir koleksiyoncuya satılmıştır.
İbn Seyyid eserine besmele ve Hz. Muhammed’e salavat ile başlar. Ardından dört sayfa boyunca Mülk Sûresi’nin tamamını yazar. Eseri yazmadan on sene önce Hristiyanlığa geçtiği kayıtlı olan İbn Seyyid’in bu notları oldukça önemlidir. Mülk Sûresi’nden sonra İbn Seyyid, Arapçayı neredeyse unuttuğu için hayatını zor yazabileceğini söylese de, hikâyesinin dönüm noktalarını hatırladığı kadarıyla anlatır.
Böylece İbn Seyyid’in hayat hikâyesi daha da ayrıntılı hale gelmiş olur. Buna göre, Bundu ve Futa’da yirmi beş sene boyunca kardeşi Şeyh Muhammed Seyyid, Şeyh Süleyman Kimba ve Şeyh Cebrail Abdal’la beraber ilim tedrisinde bulunan Ömer bin Seyyid, ardından doğduğu beldeye dönerek altı sene orada kalmış. Ancak 1807 yılında memleketine büyük bir ordu gelmiş ve birçok kişiyi öldürüp kimilerini ise esir almış. O esir alınanlardan biri olan İbn Seyyid, okyanus kenarına götürülerek Hıristiyan birine satılmış ve büyük bir gemiye bindirilip Atlas Okyanusu’ndaki bir buçuk aylık uzun yolculuktan sonra South Carolina’daki Charleston şehrine getirilmiş. Charleston’daki köle pazarında onlarca köle ile küçücük bir odada yeni sahibini bekleyen İbn Seyyid’in nasıl onur kırıcı muamelelere maruz kaldığı bilinmez. Fakat bir gün Johnson isimli biri gelip onu satın alarak oradan çıkarmış. Johnson, İbn Seyyid’in tarifiyle zayıf, küçük, berbat ve Allah korkusu olmayan bir kâfirmiş. Bu kişi tarafından çok zor işlerde çalışmaya zorlanan İbn Seyyid fazla dayanamamış ve Johnson’ın evinden kaçıp orman içerisinde bir aylık uzun bir yürüyüş sonrasında bir yerleşim yerine ulaşmış.
Burada bir kiliseye giren İbn Seyyid, namaz kıldıktan sonra at üzerinde bir genç görmüş. Bu genç, az sonra gelen babasına içeride siyahi (Sudanlı) bir adam gördüğünü söylemiş. Bunun üzerine Hindah isimli bir adam yanında atlı biri ve çok sayıda köpekle gelip İbn Seyyid’i tutmuş ve on iki mil (yaklaşık 20 km) yürüterek North Carolina’daki Fayetteville’ye getirmiş. Bu şehirde bir kiliseye hapsedilen İbn Seyyid, on altı gün boyunca burada tutulmuş, ardından dört günlüğüne başka bir eve götürülmüş. General Owen gelip onu satın almış ve böylece İbn Seyyid ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Bladen bölgesindeki haneye gitmiş.
Ömer bin Seyyid’in hatıratından Charleston’da kendisine yapılanlardan hayli etkilendiği anlaşılmaktadır. Fayetteville’de kilisede tutulurken onu satın almak isteyen biri Charleston’a gitmek isteyip istemediğini sorduğunda, İbn Seyyid defalarca “hayır, hayır, hayır” diye bağırdığını anlatır. İleriki süreçte de sahibi James Owen, isterse doğduğu topraklara gitmesini teklif etmiş fakat İbn Seyyid oradan ayrılmak istemediğini belirtmiştir. Hatta cevabında, memleketinde eşini ve bir çocuğunu bıraktığını fakat yol uzun olduğu için tekrar yakalanıp başka birine köle olarak satılmaktan korktuğunu bildirmiştir. Hatıratında Owen ailesinden övgüyle bahseden İbn Seyyid’in, Owen ailesinin yediklerinden kendisine de yedirdiklerini, General Owen’ın giysilerinden kendisine de verdiğini, onun kendisini dövmediğini, kötü lakaplarla çağırmadığını, aç bırakmadığını, çıplak gezdirmediğini, ağır işte çalıştırmadığını söylemesinden, bu eve gelmeden önce bu tür muamelelere maruz kaldığı anlaşılabilir.
Hatıratında Afrika’daki hayatıyla ilgili de bilgiler verir İbn Seyyid. Orada İslam dininin gereklerini yaptığını, abdest için yüz, baş, el ve ayaklarını yıkadığını ve güneş doğmadan önce mescide gittiğini ve ayrıca öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldığını tafsilatlı bir şekilde anlatır. Her yıl altın, gümüş, ekin ve sürü hayvanlardan zekat verdiğini, her sene küffara karşı savaşmak için cihada katıldığını, yapabilen herkes gibi Mekke ve Medine’ye gittiğini de ifade eder. Babasının altı oğlu ve beş kızı, annesinin üç oğlu ve bir kızı vardır. Otuz yedi yaşındayken memleketinden ayrılmış ve hayat hikâyesini yazdığı 1831’de Amerika’da, bu Hristiyan ülkesinde ikamet edeli yirmi dört sene olmuştur.
İbn Seyyid ayrıca Hristiyanlığa geçişini de anlatır. James Owen ve kardeşinin kendisine İncil’den parçalar okuduğunu, böylece kalbinin doğru yola, Hz. İsa’nın yoluna açıldığını söyler. Ancak burada kullandığı dil önemlidir. “Bu Hristiyan ülkesine gelmeden önce, benim dinim Muhammed’in dinidir” diye kurduğu cümlede geçmiş zaman değil, geniş zaman sîgası kullanılmıştır. Sahibinin kontrolünde yazdığı bu hayat hikâyesinde, bu tür ifadeler kullanmak zorunda kaldığı söylenebilir.
Hatıratındaki hitabında “Ey North Carolinalılar, Ey South Carolinalılar, Ey Amerikalılar” şeklinde bir kullanım göze çarpar. Bu ifadeden sonra Owen ailesinden bahseder İbn Seyyid. James ve John Owen’ların babası ve annesinin isimlerini, kaç çocukları olduğunu eşlerinin isimleriyle birlikte detaylıca aktarır. Güzel bir aile/soy olduklarını da hep ifade eder. Hatta bir yerde, “Ey Amerikalılar, sizin bunlar gibi Allah’tan çokça korkan bir nesliniz var mı, var mı, var mı?” diye bir soru da bulunmaktadır.
Sonda ise, “Ben Ömer, Kur’an-ı Azîm kitabını okumayı çok seviyorum” demektedir. Hemen ardından General Owen ve eşinin İncil okuduğunu, kendisine de çokça okuduklarını söyler. “Allah bizim Rabbimiz ve yaratıcımızdır” dedikten sonra “kalbimi İncil’e, doğruluk yoluna aç” diye dua eder. “Hamd alemlerin rabbi olan Allah’ındır, verdiği bütün nimetler için hamdolsun” diye de devam eder. Sonrasında ise dua maksadıyla önce Kur’an’dan Fatiha Sûresi’ni sonra İncil’den Rabbin Duası’nı (the Lord’s Prayer) kaleme alır.
Yazdığı Notlar
Hatıratı kadar meşhur olmasa da, Ömer bin Seyyid’in kaleme aldığı ve günümüze kadar gelmiş notları da mevcuttur. North Carolina’nın güneybatısında bulunan Davidson şehrinde bulunan Davidson College Kütüphanesi’nde, General Owen’ın Ömer bin Seyyid’e hediye ettiği Arapça bir İncil bulunur. Bu İncil 1700’lerin sonunda Oxford ve Cambridge’li iki profesör tarafından Arapçaya çevrilmiş ve Afrika’daki misyonerlik faaliyetlerinde de kullanılmıştır. İbn Seyyid’in bu İncil nüshasının üzerinde notları bulunmaktadır. Hatta bundan dolayı İbn Seyyid’in İncil’i olarak meşhur olmuştur. Bazı yazılarda bu İncil’i onun Arapçaya çevirdiği yazılıdır ama bu doğru değildir. İbn Seyyid İncil’deki başlıkların üzerine o başlığın İngilizcesini Arap harfleriyle yazmıştır. Örneğin Pavlus’un İbranilere mektubu bölümündeki “İbraniyyin” kelimesinin üzerinde Arap alfabesiyle “Hebrew” yazılıdır. Hatıratından anlaşıldığı üzere hayatının ilerleyen dönemlerinde Arapçası zayıflayan İbn Seyyid’in, her ne kadar İngilizce konuşsa da, okuma yazma dili sadece Arapçaydı. Bundan dolayı İngilizce ibareleri Arap alfabesinde yazarak kendine kolay bir yöntem edindiği tahmin edilebilir. Bu İncil, Ömer bin Seyyid’in vefatından sonra, John Owen’ın kızı Ellen Guion tarafından, misyonerlik faaliyetlerinde meşhur olan Davidson College’ın kütüphanesine 1871’de hediye edilmiştir.
İbn Seyyid hakkında, o yaşarken de öldükten sonra da, Amerika’daki çeşitli gazete ve dergilerde yazılar kaleme alınmıştır. Vefatından önce New York’ta çıkarılan Observer dergisinde William Plumer’in (1802-1880) onun hakkında yazdığı makale gibi, bu yayınlar da onun hakkındaki temel kaynakları oluşturmaktadır. Bir de İbn Seyyid’e ait bazı notlar bugün North Carolina’daki kütüphanelerde mevcuttur. Bunlardan Ömer bin Seyyid’i birinci ağızdan anlamak, tanımak mümkündür. Örneğin 1819 tarihli bir notunda, doğduğu topraklarda olma arzusunu dile getirmiş, Afrika’ya gitmek istediğini söylemiştir.
Chapel Hill’de bulunan North Carolina Üniversitesi’nin Wilson Kütüphanesi’ndeki nadir eserler bölümünde ona ait iki ayrı yazı mevcuttur. Bunlardan biri 1855 tarihinde yazdığı mektuptur ve miladi 11 Kasım 1855 Pazartesi günü yazıldığı söylenen mektupta gün ismi Arap harfleriyle “Monday”, ay ise November’e işaretle “Nuba/Nuvebe” olarak yazılmıştır. Ayrıca mektubun başında besmeleden sonra Hz. Muhammed’e salavat yer almaktadır. İkinci not ise Ömer bin Seyyid’in 1857’de yazdığı Nasr Sûresi’dir. Bu notta, Nasr Sûresi’nin ilk ayetinin sonuna, Saff Sûresi’ndeki “karîbun ve beşşiri’l-mü’minîn” ibaresi eklenmiştir.
Afrika’dan Amerika’ya uzanan bu sıra dışı hikâyede, tutuklu kaldığı odanın duvarındaki notlardan hatıratına kadar Ömer bin Seyyid’in yazdıkları onun hayatında önemli değişimlere vesile olmuş ve bu serüvenin günümüze kadar unutulmamasını sağlamıştır. Bu yazılar, isimleri unutulan binlerce köleden İbn Seyyid’i ayıran en bariz nitelik olmuştur. Sadece literatürde değil, sosyal hafızada da yer bulan İbn Seyyid anısına, medfun olduğu Fayetteville şehrinde 1991 yılında bir cami inşa edilmiş ve bu camiye “Omar ibn Sayyid” adı verilmiştir.
(Not: Kitap ve yazmaların fotoğrafları yazara aittir.)
Yorumlar
Elinize sağlık.
Batının bu günkü refahının (!) arka planında ne dramlar, kan, gözyaşı ve ah’lar var.
Bu gün sanki çok mu farklı… akan mazlumların kan ve gözyaşı.
Cuma günü hürmetine Allah zalimleri ve kafirleri islah etsin, ıslah olmayanları da kahr-ı perişan etsin.
Selamlar,
Bati (Avrupa)`yi en özet sekliyle anlatan tek kelime “Sömürge”dir. Bu yazi da, sömürgeci Amerika olarak görünse de, temeli yine Avrupa ya dayanir. Afrika ya reva gördükleri zulümleri, daha önce(hatta halen) Amerika yerlilerine yasatan yine Avrupa dir. (ingilizlerin Amerika da kurduklari koloniler). Bu kadar kan, gözyasi, zulüm üzerine kurduklari refah düzeninde rahatlar mi acaba. Cok aci cokkk.