Uygurların Erken Tarihi
Uygurlar Orta Asya tarihinin derinliklerinde ortaya çıktılar. Geniş bozkırlarda hanedan boy modeli içinde varlıklarını çok sağlam bir şekilde korudular. Hun İmparatorluğu hakimiyeti kaybettiği sırada doğuda Moğolistan taraflarında Juan-juan devleti yükseldi. Bu arada Cungarya bozkırlarından Kazakistan sahasına kadar uzanan geniş alanda, Kanglı (Kao-ch’e) boyları karşımıza çıkar. Bu boy grubu Hunlar zamanındaki Ting-ling’lerin devamıdır. Kanglı sadece bir boyun değil, aslında bir boy grubunun adıdır. Çok sayıda boydan meydana geldiklerini bize kaynaklar bildirir. Bu boylardan birinin adı, Uygur adının ilk şekli olarak karşımıza çıkar. Kanglı adı yerini 534’te Töles’e bırakırken boy grupları da aldıkları yeni ad altında hayatlarına devam eder. 603 yılı dolaylarında Doğu ve Batı Gök Türk Kağanlıkları güçlerini kaybetmiştir. Bu durumda Tölesleri oluşturan boylar boşluktan istifade ederek harekete geçerler ve tarih sahnesinde daha fazla yer alırlar. 627 sonrası Doğu Gök Türk Kağanlığının yıkılış sürecinde boy tablosu artık daha açıktır.
İl Kağan liderliğindeki Doğu Gök Türk Kağanlığı üst yapısında ortaya çıkan zayıflamadan faydalanan Sir Tarduşlar oldu. Kendi Kağanlıklarını kurdular ve Moğolistan bölgesindeki boyları kendilerine itaat ettirdiler. Dokuz Oğuz boyları ve Uygurlar onlara bağlanmak zorunda kaldılar. Bağımsız Sir Tarduş kağanlığı yaklaşık yirmi yıl sürdü. Onlar o kadar kuvvetlenmişti ki, Chie-shih-shuai’ın 639’da meydana gelen isyanından sonra endişeye kapılan Çinliler ülkelerindeki kalabalık Gök Türkleri Moğolistan’a geri göndererek rahatlamak istemişler, ancak Sir Tarduşlar onları mağlup ederek geri gelmelerini engellemişlerdi. 640 sonrası kendi aralarındaki iç çatışma ve ekonomik (kıtlık) sebepler yüzünden, Sir Tarduş kağanlığı çok uzun süreli olamadı. 646 yılında yıkılarak sona erdi. Arta kalan Sir Tarduşlar Batı taraflarına doğru çekildi.
Sir Tarduş Kağanlığının ortadan kalkması üzerine bölgedeki diğer Türk kökenli boylar serbest kaldı. Dokuz Oğuz boyları başta olmak üzere neredeyse bütün boylar Çin’deki T’ang hanedanıyla doğrudan temas kurarak hem Türkçe hem de Çince ünvanlar aldılar. Bu arada alınan Türkçe ünvanların daha çok İlteber ya da Erkin olduğunu görüyoruz. Söz konusu boyların arasında Uygurlar da vardı. Hatta Uygurlar Çinlilerin istediği üzerine Karluklar ve Bugu boylarıyla işbirliği yaparak Gök Türklerden Ch’e-pi Kağan’ın bağımsızlık hareketini bastırdılar. Bundan sonra Uygurlara II. Gök Türk Kağanlığı döneminde az rastlarız. Ancak 7. yüzyılın ortalarında Uygur ordularının asker sayısı için verilen rakamlar azımsanamayacak kadar fazladır. Buna rağmen 698’de reisleri Tu-chie-chih’dan haber verildikten sonra 717 yılına kadar olan hadiselerde onların adı geçmez.
Bayan Çor Kağan’ın ağzından anlatılan yazıtlarda bildirildiği gibi Uygurların esas güç olarak ortaya çıkmaları 741 yılından sonra gerçekleşmiştir. Haksız yere iki amcanın ki, bunlar sağ ve sol kanat şadları görevlerini yürütüyorlardı. Bunların haksız yere Po-fu Hatun tarafından suçlanmaları ve birinin öldürülmesi, II. Gök Türk Kağanlığı için kırılma noktası olmuştur. Zaten yaşları çok küçük kağanlar tahta oturtulduğu için bir zaafiyet söz konusuydu. Neticede halk tarafından çok sevilen iki kanat şadının öldürülmesi Gök Türk Kağanlığının zirvesini tamamen sarstı.
Orta Asya bozkırlarının her döneminde olduğu gibi ortaya çıkan güçsüzleşme durumu sonucunda; işte tam o anda da merkezi otoritenin çökmesi, diğer boyların işine yaradı. Artık, güçlenen Basmıl, Karluk, Uygur gibi boylar siyaset sahnesinde ön plana çıkıyorlardı. Nitekim ardı ardına vurdukları darbeler ile Gök Türk Kağanlığını çökerttiler (745). Gök Türk hanedanından kalan son on bin kişi Çin’e giderek, 941 yılına kadar yani iki yüzyıl daha varlığını korudu. Sonra tamamen asimile olarak tarih sahnesinden kayboldular. Ana kütle ise 630’da gerçekleştiği gibi yine Batı’ya doğru hareketlenerek Tanrı Dağlarına ve Kazakistan bozkırlarına doğru gitti.
Uygurlar Tarih Sahnesinde
Siyaset meydanında önce Basmılların üstünlüğü kabul edildiyse de daha sonra Uygurlar ağırlıklarını koydular. Üstünlüğü ele alarak kendi bağımsız kağanlıklarını elde ettiler. Basmıllar onlara bağlanmak zorunda kaldılar. Karluklar biraz direnseler de sonuçta mağlup olarak, Tanrı Dağları havalisine göç ettiler. Böylece ilerideki Karahanlı Devletinin yolu açıldı.
Devletin kurucusu Kutlug Bilge Kül Kağan iki yıl sonra ölünce, tartışmalar ve çatışmalardan sonra Bayan Çor Kağan olarak tahta oturdu. Her anlamda Uygur Kağanlığını yükselten yeni kağanın ilk yılları ülke içinde birliği sağlamak için mücadele ile geçti. Ötüken ve Orta Kuzey ile Orta Batı Moğolistan’ı ağırlık merkezi yapan bir idare kurdu. Bütün boyları kendine bağladı. Hatta doğudaki Proto-Moğol toplulukları dahi ona tabi olmuştu. Burada Tola ırmağı civarında yaşayan Dokuz Oğuz boylarının Uygur Kağanlığına yapmış olduğu katkıyı vurgulamak gerekir. Adı geçen boy grubu Uygur Kağanlığının ana kitlesini oluşturmuş ve Basmıl ile Karluklara göre daha güçlü olmasını sağlamıştır. Bundan dolayı kaynaklar daima Uygur adı ile birlikte Dokuz Oğuz tabirini de kullanır.
Ülkesindeki iç düzeni sağladıktan sonra Bayan Çor Kağanın Çin’deki T’ang hanedanı ile ilişkilerine ağırlık verdiğini görürüz. Aslında An Lu-shan isyanı gibi büyük bir tehlikeyle karşılaşan T’ang imparatoru onları yardıma çağırmıştır. Bir Uygur yabgusu kumandasında dört bin kişilik ordu yüz binlik ordulardan fazla iş yapmıştır. Stratejik noktalara hamleleriyle asilerin mağlup olmasını sağlar. Uygurlar karşılığında çok fazla hediye aldıkları gibi yağmaları yaparak bir anlamda ganimet toplamışlardır. Bayan Çor Kağan’a yaptığı iyilik karşılığında gerçek prenses yollanmıştı. Prenses imparatorun göz yaşları içinde ülkesine veda ederek Uygur merkezine vardı. Onun Bayan Çor Kağan ile karşılaşması ve yapılan tören çok ilginçtir. Gerçek prenses ile evlenmesine rağmen Bayan Çor kısa süre sonra ölür ve Çinli prenses ülkesine geri döner. Bu arada Şine Us yazıtında hayat hikayesi yazıldıktan sonra 759’da ölen Bayan Çor’un yerine oğlu Bögü geçer.
Uygur-Çin İlişkileri
Bögü Kağan’ı daha çok Gök Türklerin Taspar kağanına (572-581)’na benzetebiliriz. O da kendisinden önceki kağandan büyük bir miras devralmış; ancak Budizme meyl etmiş ve devletin düzenini bozucu icraatlar yapmıştı. Bögü de hiç gereği yok iken Mani dinine girdi ve ülkenin geleneksel işleyişine aykırı işler yaptı. Bununla beraber Bögü Kağan da Çin’deki isyanlara müdahale ederek büyük askeri başarı kazandı. T’ang hanedanına yaptığı katkılar sebebiyle karşılığında fazlasıyla ekonomik fayda sağladı. Buna rağmen Uygur askerleri yağma yapmaktan geri durmuyorlardı. Başkent Ch’ang-an yakınlarında bir kasabada Uygur kolonisi kurulmuştu. Bunlar çok rahat ve zengin yaşıyorlar, Çinlilere karşı son derece tacizkar davranıyorlardı. Onların uygunsuz hareketlerine Çinlilerin güvenlik güçleri hiçbir şey yapamıyorlardı. Zaten Bayan Çor Kağanın devrinden beri Uygurlar onlardan yıllık vergi alıyorlardı.
Çin’e karşı üstün durumda olmalarına ve her türlü avantaj elde etmelerine rağmen Bögü Kağan ülkesi için yanlış politika izlemeye başladı. Bunda Soğd kökenli rahiplerin etkisi büyüktü. Kağanı kandırarak Çin’in zenginliklerinden daha fazla istifade etmek istediler. Fakat Bögü Kağan’ın ülkesi için bu yanlış ve de gereksiz tutumuna devlet merkezinde muhalefet başladı. Başbakan konumundaki Tun Baga Tarkan düzenlediği bir ihtilal ile kağanı öldürerek tahta oturdu. Tahtın kolayca el değiştirmesinden muhalefetin çok güçlü ve kitlesel hale dönüştüğünü anlıyoruz. Tun Baga Tarkan’ın idaresinde Uygur Kağanlığı yoluna devam ederken Çin’deki T’ang hanedanı iç isyanlardan kurtulmuş vaziyette güçleniyordu.
Bu durum Uygur-Çin ilişkilerine yansıdı. Öncelikle başkent Ch’ang-an ve etrafında rahat bir biçimde yaşayan Uygurlar geri gönderilmeye başlandı. Hatta, başlarındaki tudun ünvanlı şahıs ve diğerleri dönüş yolunda katledildi. Her ne kadar Uygurlar buna çok kızarak tepki gösterseler de haksız yere pusuya düşerek öldürülenlerin intikamı fiilen alınmadı. Çok miktarda hediyelerle Uygurların kızgınlığı giderilmeye çalışıldı. T’ang hanedanı imparatoru ve yöneticileri Uygurların daha önce Çin’de yaptıkları yağmaları unutamıyorlardı. Ayrıca, mevcut imparator şehzade iken o ve devlet adamlarına eski dönemde çok hakaret edilmişti. Unutulmayan bir başka konu bu idi. Sonuçta Tun Baga Tarkan’ın önceki kağanlara nazaran daha sakin bir politika izlediği söylenebilir.
Bu arada Orta Asya’nın Çin’e yakın yerlerinde yeni bir kuvvet dengeleri değiştiriyordu. Sha-t’o Türkleri ağır baskılardan dolayı Uygurlardan ayrılmış Tibetlerle yakınlaşmıştı. Tibetliler bundan sonra Çin Uygur ilişkilerinde ve İpek Yolu ticaretinde farklı bir güç olarak devreye girdiler. 790 sonrası Beşbalık’ı ele geçirdiler. 791’de Uygurları ağır bir bozguna uğratarak güçlerini gösterdiler. Uygurlar bütün çabalarına rağmen kısa sürede bu yenilginin intikamlarını alamadı. Tun Baga Tarkan’dan sonra kısa süreli tahta geçen kağanların istikrarı sağladığı söylenemez. Ancak, daha sonra Beşbalık’ ın kurtarılması bir başarı sayılabilir.
Hanedan ailesinden tahta çıkacak kişi kalmayınca Hsi-tie (Ediz) kabilesinden biri tahta geçerek (795) kağanlığı yeniden ayağa kaldırdı. Karlukların isyanı bastırıldığı gibi Tibetliler de bozguna uğratıldı. Nihayet Güney Sibirya’daki Kırgızlar da mağlup edildi. Özellikle o dönem için büyük zenginlik sayılan Güney Sibirya demir ticareti Uygurların eline geçmişti. Alp Ulug Bilge ünvanlı kağanın söz konusu faaliyetleri Karabalasagun Yazıtında detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Uygurlar, Kuca ve Karaşar gibi Doğu Türkistan şehirlerinde de hakim olmayı başarmışlardır. Bu başarılı kağan 805’te ölünce tahta geçen Tengride Bolmuş Alp Külüg Bilge Kağan olarak Çin ile iyi ilişkileri sürdürdü. Yeni Kağan döneminden itibaren Mani etkisini Uygurlarda çok fazla görürüz. 808’de bir taht değişikliği daha oldu. Ay Tengride Kut Bolmıs Alp Bilge Kağan geçti. 821 yılına kadar tahtta kalan adı geçen kağanın Tibetlilere karşı başarıyla yürüttüğü seferlerle dikkati çeker. Ayrıca Sha-t’o Türklerini de kendilerine bağlamayı başarmıştır. Ancak Çin’deki T’ang hanedanına da yapmış olduğu bir prensesle evlenme teklifi 8 yıl oyalandıktan sonra kabul edildi. Zaten evlilikten 1 yıl sonra da kendisi öldü.
Kün Tengri de Ülüg Bolmış’ın başa geçtiği 821 yılı sonrasında Uygur Kağanlığında çöküş emareleri kendini göstermeye başlar. Çinli prenses Tai-ho’ın da katıldığı entrikalar devlet adamları arasındaki geçimsizlik çok üst düzeye çıkar. 824 ve 832’de başa geçen kağanlar iç çatışmalarda öldürülür.
Uygur hanedan üyeleri arasındaki çekişmeler o kadar üst seviyeye çıkmıştır ki, Güney Sibirya’da güçlenen Kırgızların yanına kaçan bir Uygur devlet idarecisi kendi menfaatleri uğruna , onlara yol göstererek Uygur Kağanlığının merkezini bastırır ve devlet bir daha toparlanamamak üzere yıkılır. Yeniden kağanlıklarını kurtarmak için birkaç girişimde bulundularsa da başarılı olamadılar. Sonuçta Ötüken ve Moğolistan’ı terk ederek güneye ve güney batı yönünde göçe başladılar. Göç esnasında da dağılımları toplulukların sahip olduğu boy sayısına göre açıklanır. Buna göre: 1-Yıkılışlarından sonra Uygurların on beş boyu Karlukların yanına yani batı yönüne doğru gitti. 2-Bir grup Tibet’e diğer bir grup da Kuca’ya sığındı. 3- Geride kalan on üç boy kendi aralarında Üge (Wu-chia) Tegin’i kağan seçtiler. Batıya doğru giden grup ikiye ayrılarak bir kısmı Kuca’ya diğer kısmı Beşbalık’a yerleşti. 4- Son kalan grup Kansu bölgesine giderek Kan-chou Uygur Devleti’ni kurdu.
Nihayet, Orhun bölgesinde tutunamayan Uygurlar 847’de tamamen bırakmak zorunda kaldılar. Uygurlar, bundan sonra farklı kollara ayrılarak değişik ülkelere göç ettiler. Daha öncekiler ağırlıklı olarak Doğu Türkistan’a Beşbalık yönünde ilerlemişlerdi. Son kalan grup Kansu bölgesine giderek Kan-chou Uygur Devleti’ni kurdu. Ancak, bu devlet genelde Çin’e bağlı kalmış, önce T’ang hanedanı (907’ye kadar) sonra Beş Hanedan devrinde (960’a kadar) iyi ilişkilerini sürdürmüştür. Bazen Çin’e karşı gelseler de aralarında herhangi bir büyük çatışma gerçekleşmemiştir. Adı geçen bölgede günümüze kadar varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Beşbalık, Turfan, Tanrı Dağları etrafına yerleşen Uygurlar bu sıralarda Tibetlilerin yoğun baskısı altında kamış olan T’ang hanedanı tarafından tanındı. İpek yolu üzerinde olması ve tabii kaynaklara sahip bulunması sebebiyle kısa süre içinde zenginleşmiştir. 873 yıllarında başlarında Buku Chun adlı birini görüyoruz. Bu arada Maniheizm onların desteği ile Çin’de daha fazla yayıldı. 911’de Kansu Uygurlarının Tun-huang’ı alması üzerine Çin’den koparak tamamen bağımsız oldular. Ancak, Tibet ile Karluklar arasında sıkışan Uygurlar hakkında çağdaşı Çin’de de kuvvetli bir devlet hüküm sürmediği için fazla kayıt tutulmamıştır. Anlaşılan o ki Turfan, Hami, Kaşgar, Beşbalık, Kuca gibi şehirlerde yerleşik hayata alışarak sanat, edebiyat ve ticaret sahasında kendilerini geliştirdiler ve ortaya güzel eserler koydular. 947’de başkentleri Koço, yazlık merkezleri de Beşbalık’ta bulunuyordu. 948’den sonra hükümdarları İduk-kut ünvanı ile anılmaya başlamıştır
Erken Dönem Uygurlarda, Din, Kültür ve Sosyal Hayat
Her ne kadar Gök Türk Kağanlıklarının devamı gibi değerlendirsek de Uygurların farklı kültürel özellikleri kazandıklarını söyleyebiliriz. Bu kağanlık zamanında tarımın gelişmesine paralel olarak, şehirciliğin de geliştiği fark edilir. Zaten kağanların emri ile en az üç şehir inşa edilmiştir. Arkeolojik çalışmalarla bu sayı daha da çoğaltılabilir. Bunlardan biri Baybalık olup kağanın emri üzerine 757 yılında kuruluş çalışmalarına başlanmıştı. Diğeri ise Karabalasagun (Ordubalık) idi. Üçüncüsü ise Tuva Özerk Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Por Bajın’dır. Söz konusu Uygur kale-şehirlerinin sayısını arkeolojik çalışmalarla çoğaltmak ihtimal dahilindedir. İçinde kağanın sarayı olan Karabalasagun’un etrafı surlarla çevriliydi ve 12 büyük demir kapısı vardı. Nüfusu kalabalık olup çarşıları, esnafı mevcuttu. Bunun yanında şehre hakim çok uzaklarda görülebilen altından bir çadır olduğu ve bunun sarayın düz damının üzerinde bulunduğu, ayrıca içine yüz kişinin sığdığı da kaydedilmiştir. Büyük Uygur Kağanlığı devrinden başlayarak, Beşbalık, Koço gibi şehirlerin etrafında Uygur nüfusu birikti. Beşbalık Uygurları döneminde şehir kültürü buralarda çok gelişti. Şehirleşmenin sonucunda ticareti de öğrenen Uygurlar, lüks eşyalara ihtiyaç duymaya başladılar. Sonuçta Çinlilerle at-ipek ticareti eski devirlerde hiç rastlanılmadığı kadar çoğalmıştı. Kurulan bu şehirlerde pazarların ortaya çıkması, ticaretin gelişmesi, ticarette paranın kullanılışı Uygurların yerleşik hayat tarzına geçtiklerinin ve bu alanda gelişmelerinin açık göstergeleridir.
Üst düzey Uygur yöneticileri arasında ve merkezde yaşayanlarda Mani dini etkisi sebebiyle toplumsal yapı hızlı bir değişim göstermiş, özellikle ekonomide ve düşünce tarzında şehirleşmeye doğru atılımlar yapılmıştır. Henüz daha devletlerin kuruluş aşamasında 744’te Çin kaynaklarında “Uygurlar hakkında su kaynakları ve otlakları bulmak için gezerler, atçılık ve okçulukta ustadırlar” gibi kayıtlar vardır. Aslında Uygur halkının büyük çoğunluğu daha sonraki dönemlerde de göçebe olarak kalmaya devam etmiştir. At, sığır, koyun ve deve yetiştirmek ekonomilerinin temelini oluşturmaktaydı. Bunların içinde de bozkır hayat şartları icabı en değerli hayvanlar koyun ve at olarak göze çarpmaktaydı.
Uygurların Çinlilere göre çok daha fazla iştahla yemek yemeleri dikkat çekmiştir. An Lu-shan’ın oğluna karşı 757’de çıkılan seferde 4 bin kişilik Uygur ordusuna günlük 20 sığır, 200 koyun, 2900 kg. tahıl verilmesi etin ne kadar çok tüketildiğini göstermektedir. Fakat, zamanla Mani ve Buda dinlerinin etkisiyle hayat tarzlarında değişiklik gerçekleşmiştir. Çünkü, 980’de Turfan bölgesini ziyaret eden Çinli seyyah Wang Ye-te sadece fakir Uygurların et yediğini bildirmektedir. Hayvancılığın yanında daha Maniheizm öncesinde dahi tarımın Uygurlar arasında yapılageldiği bilinmektedir. Daha sonra bu dinin etkisi ile daha geniş alanda yaygınlaştığı sonucuna varılır. Mani din adamları daha çok soğan benzeri bitkisel ürünleri yiyorlardı. 821 yılına gelindiğinde her ne kadar ziraat yaygınlaşsa da otlakların önemi hala devam ediyordu. Karabalasagun yine büyük bir şehir olup etrafında ziraat yaygın bir şekilde yapılıyordu. Arkeologların çalışmalarına göre değirmen taşları harman tokmakları kullanılıyor, hatta sulama yapılıyordu. Bazı Uygur mezarlarında ölü ile birlikte gömülen darı gibi tahıl kalıntılarına da rastlanmıştır.
Eserini 9. yüzyıl ortalarında yazmış olan Arap yazarı el-Cahız’a göre Uygurlar Mani dinini kabul ettikten sonra Karluklara yenilmeye başlamışlardı. Yeni kabul edilen din Uygur kağanlarının yaşam biçimini etkilediğinden savaş isteklerini köreltmiş olmalıdır. Belki Uygurlar arasında bozkır ve şehirli olmak üzere iki farklı hayatın ortaya çıkması toplumun dolayısıyla devletin temelini sarsan başka bir sebepti. Devletin başkent dışında otoritesi zayıflamış, dolayısıyla boy reislerine serbest hareket etmek için fırsat çıkmıştı. Lüks ve rahat hayat düşkünlüğünün getirdiği sakin yaşam askeri mücadelelere karşı devlet adamlarının gücünü bitirirken, iktidarı ele geçirmek için bazı vezirler entrika çevirmek yoluna gidiyorlardı.
Dış ticaret açısından baktığımızda Uygurların komşu devletlere canlı hayvan, kösele, deri, kürk, hayvansal gıdalar sattıklarını, karşılığında hububat ve ipek aldıklarını görürüz. Bu devirde Türklerle komşuları arasındaki ticaret iki yoldan gerçekleşiyordu. 1. İpek Yolu: Bu yol Çin’den başlıyor, Türklerin çoğunlukta olduğu Orta Asya’dan geçip İran üzerinden Akdeniz’e ulaşıyordu. İpek Yolu’na hakim olan, o devirlerde dünya ticaretinin önemli bir kısmına hakim olacağı için büyük devletler arasında büyük bir rekabet konusuydu. 2. Kürk Yolu: Bu yol, Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayarak, Ural, Güney Sibirya, Altaylar, Sayan dağları üzerinden Çin’e ve Amur Nehrine uzanıyordu.
Bozkır sahasının çoğunluğunu otlaklar meydana getirmekteydi. Her boyun kendi hayvan sürülerini beslediği bir yaşam alanı söz konusuydu. Bunun yanında tarıma elverişli topraklara ulaşan Uygurlar buğday, darı vesair tahıl ürünlerinin ekip biçmekteydiler. Tarım ürünlerinin kendileri tarafından elde edilmesi dış ülkelere özellikle Çin’e olan ekonomik bağlılığı azaltıyordu.
İslâm öncesi Türk devletlerinin geliri, bağlı devletlerden alınan yıllık vergi ve hediyeler ile halktan toplanan vergilere dayanıyordu. Vergi toplama işlemi özel memurlar tarafından yerine getiriliyordu. Ayrıca işlek ticaret yollarından sağlanan vergi ve gümrük resimleri, madencilikten elde edilen yüksek gelir devletin malî gücünü artırıyordu. Para olarak da üzeri resmî damgalı ipek parçaları kullanıyorlardı.
Eski Türklerin meydana getirdiği destan ve efsaneler, bozkır insanının hayatta kalma mücadele örnekleriyle doludur. Bu edebiyat türünde bulunmaktadır.
Uygur mitolojisinde kurdun rehberlik vasfı açık olarak görülür. “Kutlu Dağ” efsanesine göre kutlu bir kaya Uygur ülkesine bereket ve saâdet getirmektedir. Bu kaya Çinlilere verilince memlekete çöken uğursuzluklar, açlık ve kıtlık yüzünden Uygurlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Yeni ülke ararken onlara kurt rehberlik etmiştir. Bu durum zamanla süreklilik kazanmış günümüze ulaşmıştır. Çağdaş çeşitli ülkelerdeki Türk toplulukları arasında söylenen masal ve halk hikâyeleri arasında bozkurt uğur sayılmaktadır. Uygur mitolojisinde kurttan türeme, gökten inme, ışıktan doğma motifleri ile dolu sahneler vardır. Sine- us’da bulunan Moyen Çor (Bayan- Çor) Yazıtı ve Karabalgasun’da bulunan Karabalasagun Yazıtı, Uygur tarihinin olduğu kadar edebiyatının da temel kaynakları arasındadır. Bunlardan başka Tes, Tariat, I. Ve II. Karabalasagun, Hoyt Tamır (Tayhar Çuluu), Sevrey, Hsi-an (Karı Çor), Suci, Arhanan, Gurvaljin-uul yazıtlarından bahsedilebilir.
Uygurlar yerleşik medeniyete geçtikten sonra bize kadar ulaşabilen yazılı belgeler çoğalmıştır. Arkeolojik kalıntılar, el sanatları, resimler, hukuk vesikaları, elçi raporları, özellikle Turfan Uygur Devleti kültürü halkında değerli bilgiler vermektedirler.
Turfan Uygurları mimari sahada da çok eser vermişlerdir. Bu eserlerde Türk “otağ” ve “ordu” geleneği, eski bozkır kültürü özellikleri görülmektedir. Malzeme olarak da, aşı boyalı ve yaldızlı ağaç, balçık, tuğla ve taş (nadiren) yanında oymalı keramik ve sırlı tuğla da kullanırlardı. Uygurlar daha Orhun Irmağı havalisinde merkezleri henüz Ordu-balık’ta iken de bu teknikleri biliyorlardı. Arkeolojik kalıntılardan anlaşıldığına göre Uygurlar etrafı surlarla çevrili şehirler, hükümdar kalesi, dini külliyeler, göller ve akarsuların yakınlarında bahçeler yapmışlardır.
Uygur mimarisinde dikkati çeken bir başka gelişme, Budist külliyelerinin Türk “Ordu-Balık” (merkez şehir; hükümdarların maiyetleriyle oturdukları başkent) yapısı gibi iç içe iki surla çevrili olmasıdır. Dört köşede büyük dağları temsil ettiği düşünülen kuleler ve müstakil inşa edilen işaret(haberleşme) kalesi vardı. Pagoda mimarisinin (Budistlerin kule gibi yükselen ince ve uzun çok katlı tapınakları) özelliklerini taşıyan bu kuleler zamanla Uygur sanatının incelikleriyle değişerek inceldi ve Türk minaresine dönüştü.
Budist tapınaklar Uygurlardan evvelki Türk devirlerinde de bulunuyordu. Bir devresi Gök Türk devrine denk düşen Akbeşim şehrinde tipik özellikleriyle Budist tapınaklar da yer almaktaydı. Ancak Budist ve Maniheist tapınaklar asıl gelişimini Uygur devrinde göstermiştir.
Uygur devri sanatında daha önce bölgede görülen üsluplar geriledi. Türklerin dimdik duruşu, ciddi ifadeleri, protokol sırası ile dizilişleri resimlerde görülmeye başladı. Uygur devrinde gerçekçi portre sanatı gelişti. Türk ressamları hayali ve güzelleştirilmiş şahıslar yerine tabiî portreler çiziyorlardı. Uygur örf ve adetlerini temsil eden tablolar da yapıldı. Türk ordusunun kahramanlarının ve Uygur kağanlarının resimleri Budist mabetlerinin duvarlarını süslemeğe başladı. Bozkır sanatının hayvan motifleri, bilhassa at resmi yerleşik Uygur sanatında da önemini korudu.
Elimize geçen hukuk vesikalarından anlaşıldığına göre Uygurların alım-satım ve borç alıp vermede belirli bir para ve ölçü sistemleri olmuştur. Borç olarak alınan mal ve para faiz karşılığında genelikle ilk baharda alınmış ve ürünün kaldırıldığı sonbaharda ödenmiştir. Bu kayıtlar bize ayrıca ziraatin çok gelişmiş olduğunu gösteren delilleri de içermektedir. Borç karşılığı her ay faiz ödemesi yapılması, belki de Türklerde ilk bankacılığın temelini teşkil etmiştir. Evlatlık verme vesikalarında evlatlık verilen oğul ve babalığın karşılıklı uymak zorunda oldukları kurallar kaydedilmektedir. Mesela, evlatlığa verilen oğul yeni ailesine karşı ahlaki görevlerini yerine getirecektir. Sorumluluklarını yerine getirmediği takdirde cezalandırılacaktır. Buna karşılık babalık da yeni evladına kendi öz evladı gibi davranacak onun bütün maddi, manevi sorumluluklarını yüklenecektir. Hatta ileride kendisinin bir evladı dünyaya gelse bile onu öz evladından ayırt etmeyecek, onun her yönden yetişmesine yardımcı olacaktır.
Uygurların mekana ve zaman göre değişen, ancak, Türk kültürünü özelliklerini hiç kaybetmeyen varlığı yüzyıllarca devam ederek günümüze ulaşmıştır.