İran-Kuzey Irak ilişkileri zaman içinde çeşitli aşamalardan geçmiştir. 1991’den önce İran, Irak Kürtlerinin Irak’taki Baas rejimlerine karşı verdikleri mücadelelere destek verirken, 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında Bağdat’taki merkezi yönetime daha fazla ağırlık vermiştir. İşgal sonrası siyasi kurumların yeniden yapılandırılması sürecinde İran, mezhepçi motivasyonlarla öne çıkmıştır. Irak’ın Şii, Sünni ve Kürt toplulukları arasındaki rekabet, İran’ın Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne (IKBY) yönelik politikalarında temel itici güçleri haline gelmiştir. Sünni Arapların geleneksel siyasi gücü Amerikan himayesinde giderek gücü kırılınca, iktidar paylaşımında Şii Arapların ve onların müttefiki durumundaki İran’ın önünde en önemli rakip olarak Irak Kürtleri kalmıştır.

Şii ağırlıklı Irak devleti isteğini gizlemeyen İran’ın, bölgesel ve uluslararası siyasi çekişmelerde hemen yanı başında bir dost ülke görmek isteyeceğine kuşku yoktur. ABD’nin 2020 başlarında önde gelen İranlı komutan Kasım Süleymani’yi Irak’ta öldürmesinin ardından, Tahran yönetiminin politikaları çok daha karmaşık hale gelmiştir. Bu olayın ardından İran, IKBY’yi ABD’ye karşı yürüttüğü yıpratmak savaşında bir cephe olarak görmekte ve Körfez ülkeleri, Türkiye ve İsrail gibi bölgesel rakiplerine karşı denge unsuru olarak kullanmak istemektedirler.

Geçmişten Günümüze Tahran-Erbil İlişkileri

İran’ın Kuzey Irak’taki yapılanmaya bakış açısı öteden beri merkezi Bağdat hükümeti ile ilişkiler çerçevesinde şekillenmiştir. Bu anlamda Şattu’l-Arap ve Huzistan konuları, İran ve Irak ilişkilerini etkileyen başlıca sorun alanlarını oluşturmuştur.

Modern dönemin başlarında; Irak yönetimi, İran’ın Huzistan bölgesinde 1920’de Şeyh Hazel liderliğinde kurulan “Arabistan Devleti”ni desteklemişken, İran ise 1923’e kadar Irak yönetimine karşı süren Mahmut Berzenci liderliğindeki Kürt ayaklanmasına destek vermişti. İkinci Dünya Savaşı koşullarının da etkisiyle 1940-1957 yılları arası görece istikrarlı seyreden İran-Irak ilişkileri, 1958’den sonra gerilmeye başlamıştır. 14 Temmuz 1958 askeri darbesiyle Kral 2.Faysal tahtan indirilirken; Irak’ta Cumhuriyet ilan edilmiş ve General Kasım liderliğindeki yeni yönetimin Arap milliyetçiliğine sarılması bir yanda İran’dan toprak taleplerini gündeme getirirken öte yanda Irak Kürtleriyle gerilimi tırmandırmıştı. Yeni rejimin politikalarından rahatsız olan İran ile Irak Kürtleri, bu tarihte yeniden yakınlaşmaya başlamış ve böylece uzun sürecek bir ittifak dönemine girilmiştir.

Soğuk Savaş’ın o tarihten sonraki yıllarında Irak, Sovyetler Birliği’nin (SSCB) yanında yer alırken, İran ise ABD ile müttefik olmuştu. 1960’lı yılların başından itibaren Kürtler ve Bağdat yönetimi arasındaki çatışma sürecinde İran, Sovyet yanlısı Irak rejimine karşı Kürtlerin ayaklanmasına ABD adına destek vermiştir. Bu bir anlamda Kürtlerin ABD’ye yakınlaşma sürecini de hızlandırmıştır.

17 Temmuz Devrimi olarak da adlandırılan 1968 darbesi sonrasında Baas Partisi’nin, 2003 ABD işgaline kadar devam edecek olan iktidarı başlamıştır. Baas rejimi Kürt ayaklanmalarını tamamen bitirmek üzere 1969’da geniş çaplı bir operasyon düzenlendiyse de ABD ve İran’ın desteğini alan Kürtler, bunu çok büyük bir kayıp olmadan atlatmış hatta 11 Mart 1970’de merkezi Irak hükümeti ile masaya oturarak geniş siyasi, kültürel ve ekonomik haklar elde etmiştir.

1970’li yılların ortalarına gelindiğinde İran-Irak ilişkilerinde belirgin bir değişimin işaretleri gelmeye başladı. İran’ın Kürtlere yönelik desteğini kesmek isteyen Saddam Hüseyin yönetimi, bunun karşılığında Şattüarap meselesinde İran lehine olabilecek bir anlaşma teklif etti. 1975 yılındaki Cezayir anlaşmasıyla birlikte İran, Kürtlere verdiği desteği sonlandırırken; daha düne kadar müttefiki olan Barzani’ye bağlı birçok gücün Irak tarafından yok edilmesine göz yummuştur.

1979 İslam Devrimi’yle birlikte İran, Irak’a karşı açıktan tehdit haline gelince, Saddam Hüseyin yönetimi Cezayir Anlaşmasından tek taraflı olarak çekilmiş ve 8 yıl sürecek olan İran-Irak savaşı başlamış oldu. Tahran yönetimi 1980’de başlayan savaştan kısa bir süre sonra Kuzey Irak Kürt grupları ile yeniden diyalog sürecine girdi. Kürt gruplara yönelik İran desteği öyle ileri boyutlara geldi ki, merkezi Irak rejimine karşı ortak operasyon yapacak düzeye çıkmıştı. Bu süreçte Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ve Mesut Barzani liderliğindeki Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) gibi önde gelen Kürt partileri İran’da ofis açmıştır.

İran ve IKBY arasında olumlu seyreden ilişkiler 1991 yılındaki Körfez Savaşı sürecinde yeniden ciddi bir kırılma yaşamıştır. Bu süreçte Saddam Hüseyin rejimini zayıflatmaya çalışan ABD, Kuzey Irak’taki partilerle yakınlaşmaya başlamış ve bölgeyi uçuşa yasak alan ilan ederek, koruma altına almıştır. Washington ve Erbil yönetiminin yakınlaşan ilişkileri, doğal olarak, İran tarafında büyük bir rahatsızlık yaratmıştır. 1990’lı yıllar boyunca, İran ile ilişkiler konusunda Kürt gruplar arasında ayrışmalar başlamış ve rakip KDP ve KYB ciddi bir çatışma sürecine girmiştir. Bu çatışmalar Amerikan yönetiminin araya girmesiyle sonlandırılmış olsa da, gruplar arası husumet ve İran faktörünün izleri bir süre daha sürmüştür.

2003’te, ABD’nin Irak’ı işgal etmesi ve Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra İran ile Kürtler arasındaki “ortak düşmana karşı iş birliği” stratejisi tamamen çöktü. İran’ın Bağdat’ı zayıflatmak için Kürtlere ihtiyacı kalmadığı gibi, tersine Bağdat’ta Şii ağırlıklı ve İran’a dost bir yönetimin kurulması, bu kez İran ile Kürtler arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden oldu. Bu dönem İran-ABD gerginliğinde de taraf olmak istemeyen Kürtler 2003 yılındaki işgalden sonra Irak’ta ortaya çıkan yeni siyasi yapı içinde kendilerine güçlü bir yer elde etmeye çalışmıştır. İşgalin ilk dönemlerinde adeta Tahran-Bağdat ittifakı gücünü artırırken, ABD desteğindeki Kürtlere karşı bir cephe ortaya çıkmıştır.  2010 yılında Arap Baharı ile birlikte Ortadoğu’da etkinliğini artıran İran’ın Irak merkezi siyasetindeki olağandışı etkisi Bölgesel Kürt Yönetimi’ni oldukça rahatsız etmiştir.

İran’a karşı dengeleyici güç arayışındaki Barzani Aralık 2015’de Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni ziyaret etmişti. 2016 yılının sonlarına doğru KDP’nin İran’da yeniden silahlı eylemlere başlamasının ardından İranlı yetkililer, Riyad ve Erbil’i suçlayan açıklamalar yapmış ve iki taraf arasındaki ilişkiler daha da gerilmiştir.

Bağımsızlık Referandumundan Bugüne

Barzani yönetiminin 2017’de birçok ülkenin karşı çıkmasına rağmen gerçekleştirmiş olduğu bağımsızlık referandumu, İran’ın Kuzey Irak politikasının yeniden tasarlanması konusunda önemli bir dönüm noktası olmuştur.

İran, bu kararı IŞİD’in tüm Irak’ı kontrol alma sürecinde yaşadığı güvenlik krizine benzer yeni bir güvenlik riski olarak görmüştür. İranlı aktörler, ABD ve İsrail’in bölgeyi istikrarsızlaştırmak adına IŞİD sonrası ikinci bir komplo olarak gördükleri bağımsızlık referandumunu önlemek gerektiğini ifade etmişlerdir (Sinkaya, 2017: 20).

Ancak İran’ın sert açıklamaları ve IKBY yetkilileriyle görüşmeler yaparak karardan dönülmesi çabalarına ilave olarak Goran Hareketi gibi IKBY’ye muhalif kesimleri destekleyerek, Barzani yönetimini izole etmeye çalışmıştır. İran, Türkiye ve Irak merkezi hükümeti gibi referanduma karşı sert tepki gösteren diğer ülkelerle ortak bir duruş benimsemek için temaslarını sıklaştırmıştır. IKBY’nin kararından vazgeçmemesi üzerine İran, Erbil ile sınır kapılarını kapatmış, Kuzey Irak’a yönelik uçuşları durdurma kararı almış ve iki taraf arasındaki tüm güvenlik anlaşmalarını iptal etmekle tehdit etmiştir.

Tüm bu sert söyleme rağmen İran yönetimi, Ankara ve Bağdat ile koordinasyon içinde hareket ederek, bölgedeki durumu istikrara kavuşturmanın daha iyi bir karar olacağını görmüş ve sadece hava sahasını kapatmakla yetinmiştir. Bununla birlikte, İran, Türkiye ve Bağdat merkezi hükümetiyle birlikte ortak askeri tatbikatları destekleyeceğini açıklayıp sınırlarını her türlü tehlikeden muhafaza edeceğini bildirmiştir. Süreç yönetiminde İran, IKBY ile ilişkilerini tamamen koparmamış, düşük düzeyde olsa da diplomatik görüşmelere devam edip; Irak merkezi hükümeti ile bölgesel yönetim arasında arabuluculuk yapmaya çalışmıştır.

Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in, krizin sıcaklığını koruduğu dönemde IKBY lideri Mesud Barzani ile aynı karede yer alması, referandum sonrası İran’ın IKBY’ye yönelik politikasında bir yumuşama olarak değerlendirilmişti. Ancak, bu olumlu atmosferin devam etmesi ve karşılıklı adımların atılması beklentilerine rağmen, İran’ın IKBY’ye yönelik tutumunda herhangi bir değişiklik olmamıştır. İranlı yetkililer, ortak askeri tatbikat kararı almanın yanı sıra sınır güvenliğini artırmak ve sınır noktalarına Irak merkezi yönetim askerlerinin konuşlandırılmasını teşvik etmek gibi adımlar atmıştır.

Mesut Barzani’nin Kerkük ziyareti, IKBY’nin bağımsızlık referandumu konusundaki tutumunda bir değişiklik olmadığını, hatta bu durumun İran ve Türkiye’ye karşı bir meydan okuma olarak yorumlandığını gösterdi. Barzani’nin Kerkük’te askeri gücünü artırması, dikkatleri üzerine çeken bir diğer etken oldu. 4 Ekim’de İran, Türkiye ve Irak merkezi hükümeti liderleri arasında gerçekleşen toplantıda, bu ülkeler IKBY’nin bağımsızlık referandumunu tanımadıklarını ve bu yönde bir geri adım atılması gerektiğini belirterek sert bir tavır sergilediler. Bu görüşmenin ardından İran, Türkiye ve Irak merkezi hükümeti, IKBY’ye karşı alınacak tedbirleri ve yaptırım kararlarını koordine etmek amacıyla ortak bir istişare mekanizması oluşturduklarını açıkladı. Bu adım, üç aktörün referandum sonrasındaki en önemli adım olmuş, daha etkili önlemler arasında yumuşak yaptırımların ötesine geçen ağır yaptırımlar ve askeri müdahale gibi kararlar geleceği beklentisine yol açmıştır.

Dönemin İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, bakanlar kurulu toplantısında yaptığı konuşmada, İran’ın komşu ülkeler Irak, Suriye ve Türkiye’deki Kürtleri sevdiğini ve onlara baskı uygulamak istemediğini, ancak bu durumu ortaya çıkaran yetkililerin bedel ödemek zorunda kalacağını ifade etmiştir. 15 Ekim’de Irak Merkezi Hükümeti’nin talebi üzerine, İran, IKBY ile olan sınır kapılarını tamamen kapatmıştır. Tahran yönetimi, aynı zamanda Bağdat’ı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) üzerinde siyasi, ekonomik ve askeri baskısını artırması konusunda teşvik etmiş ve atılacak adımları destekleyeceğini ifade etmiştir.

Sonuç olarak, Irak ordusu ve Haşdi Şaabi güçleri, 16 Ekim 2017’de Kerkük dahil olmak üzere Peşmerge güçlerinin kontrolünde olan ve Irak anayasasının 140. maddesine göre statüleri tartışmalı olan bölgelere kapsamlı bir askeri operasyon düzenlemiştir. Bu operasyonun hızlı bir başarı elde etmesinin arkasında İran desteğinin yanı sıra KYB etkisi olduğuna inanılmaktadır.

Irak’ta etkili bir askeri danışman olarak görev yapan Kasım Süleymani, operasyon öncesinde IKBY’yi ziyaret etmiş ve bir dizi görüşme gerçekleştirmişti. General Süleymani, özellikle Kerkük konusunu ve referandum sonrası gelişmeleri değerlendirmek üzere bölgeye yaptığı ziyaretlerle dikkat çekmiştir. Son olarak, Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne mensup ve Kürt kökenli eski Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin mezarını ziyaret etmek amacıyla bölgeye giderek KYB’li yetkililerle bir araya gelmiştir. Kasım Süleymani’nin ziyaretinden sonra başlayan operasyon, KYB’ye bağlı Peşmergelerin mevzilerini terk edip yerlerini Irak ordusu ve İran yanlısı Haşdi Şaabi güçlerine bırakmasıyla dikkat çekmişti.

Operasyonun ardından İran’ın lideri Ayetullah Hamaney’in ofisinden yapılan açıklamada, ABD ve İsrail’in IKBY’de “ikinci bir İsrail” kurma planının, Hamaney’in talimatları ve Kasım Süleymani’nin çabaları sayesinde engellendiği ve Kerkük’ün kurtarıldığı belirtilmiştir. İran’ın teşvik ve destekleriyle Irak ordusunun kontrolü sağlaması, IKBY’nin psikolojik olarak çöküntü yaşamasına neden oldu ve Peşmerge güçleri 2003 yılındaki sınırlarına geri çekilmek zorunda kaldı. Bu operasyon, İran’ın bölgedeki etkisini artırmasına ve göreli bir kazanç elde etmesine yol açtıysa da, IKBY’de asıl hayal kırıklığı oluşturan unsur, batılı güçlerden umduğu desteği alamaması olmuştur.

Referandum hamlesinden umduğunu bulamayan Mesud Barzani’nin görevi bırakmasının ardından İran, Neçirvan Barzani’nin göreve gelmesini memnuniyetle karşılamış ve kapalı sınır kapılarını yeniden açarak hızla normalleşme sürecini başlatmıştır. Neçirvan Barzani, göreve geldikten sonra Avrupa ülkeleri başta olmak üzere kendisine uygulanan ambargoların kaldırılması için yoğun bir çaba içine girmiş ve bu çerçevede Irak, İran ve Türkiye ile yeni bir diyalog süreci başlatmıştır. Bu normalleşme sürecini değerlendiren İran ve Erbil yönetimleri, sınır ticareti kapasitesini artırmak amacıyla sınır kapılarının sayısını artırmak için çalışmalar başlatmıştır. IKBY’nin verilerine göre, İran, Türkiye’den sonra en büyük ticaret ortağı olması nedeniyle sınır kapısı sayısını artırarak ticaret hacmini genişletmeyi planlamaktadır.

İran’ın jeopolitik öncelikleri içinde Kuzey Irak bölgesiyle arasındaki ekonomik ilişkiler önemli bir unsur olarak öne çıkmaktadır. Tahran-Erbil ekonomik ilişkileri 2000-2015 yılları arasında çeşitli dinamiklere tabi olarak önemli oranda dönüşüm geçirmiştir. 2003 yılında ABD’nin Irak işgali, DEAŞ işgali ve bağımsızlık referandumu gibi olaylar ekonomik ilişkileri derinden etkilemiştir. Tüm bu üç unsur, ikili ekonomik ilişkileri neredeyse bitme noktasına getirmiş olsa da, Barzani’nin istifası ve 2018 yılında ekonomik iş birliği ortak komisyonunun kurulması yeni bir ivme sağlamıştır.

Covid sürecinde pandemi kısıtlamalarından dolayı planlanan hedeflere ulaşmakta zorluk çeken İran ve IKBY, 2023 yılında yeni adımlar atarak ticaret hacmini artırmayı hedeflemektedir. Ticari ilişkilerin gelişmesi için IKBY 4 kara sınır kapısında ticaret ofisi kurmayı planlamaktadır. Hâlihazırda IKBY ile İran arasında 7 sınır kapısı bulunmaktadır. Bunlardan 3’ü resmi, 4’ü ise gayrı resmi durumdadır. Kapılardan elde edilen gelirin yıllık yaklaşık 4 milyar dolar olduğu resmi makamlarca ifade edilmektedir. Dünya bankası verilerine göre İran-IKBY arasında ki ticaret hacmi 2000 yılında yaklaşık 100 milyon dolar iken; 2014 yılında 4 milyar dolar civarına ve 2019 yılında ise rekor seviyeye çıkarak 6 milyar dolar hacmine ulaşmıştır.

***

İran oldukça önemli bir politik etkiye sahip olduğu Irak Kürt Bölgesi üzerinde hakimiyet sağlamak için diplomatik ilişkilere önem vermektedir. Bağımsızlık referandumu sürecinde dahi ilişkileri tamamen koparmayan Tahran, buna rağmen bölge üzerinde istediği hâkimiyeti sağlayamamıştır. Bunda, Kürt nüfusunun ekseriyetle Sünni olması ve bölgede bu yönde bir hassasiyetin bulunması, İran’ın elini zorlaştıran önemli bir unsurdur.

Bunun devamı olarak güncel jeopolitik koşullar, bölgenin DAEŞ’le mücadeledeki önemi, sahip olduğu doğal kaynaklar göz önüne alındığında, İran’ın bölgeye yönelik stratejisinin, dönemsel değişimler bağlamında esnek bir yapıya sahip olduğu söylenebilir. Türkiye ile ilişkileri ve Arap devletlerinin bölgeye yönelik potansiyel destekleri, Sünni Kürtlerin İran’ın desteği olmaksızın var olabileceğini göstermiştir. Bu nedenle, İran, son yıllarda bölgeyi tümüyle nüfuz alanı haline getirme hedefinden ziyade bölgeyle dostane bir ilişki arayışında bulunmuş ve ekonomik etkileşimi artırmayı hedeflemiştir.

İran için bölgenin stratejik hale gelmesinde, Irak’taki Amerikan varlığının büyük oranda bu bölgeye yığılmış olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla olası anti-İran faaliyetlerine zemin olabilecek bir Kürdistan bölgesi çıkarlarına uymayacağı için, Tahran yönetimi bugün Kürt bölgesinin mümkün olduğunca Bağdat yönetimine bağlı hale gelmesini kendi çıkarlarına uygun görmektedir.