ORDAF bünyesinde, Afrika kıtasına ilişkin gelişmeleri ve Afrika ülkelerinde meydana gelen olayları sistematik bir biçimde izlemek ve analiz etmek amacıyla “Afrika Gündemi” başlıklı bir yazı dizisi başlatılmıştır. Bu bağlamda dizinin ilk yazısı, 2025 yılının başından Nisan ayının ilk yarısına kadar geçen süre zarfında kıtada öne çıkan önemli gelişmeleri ele almaktadır. Yazı dizisinin bundan sonraki bölümlerinin aylık periyotlarla yayımlanması planlanmaktadır. İlk yazıda ise, kıtada yaşanan çeşitli gelişmeler on ayrı alt başlık altında incelenmektedir.

Afrika Birliği Yeni Bir Afrika Komisyonu Başkanı Seçti

15 Şubat 2025 tarihinde Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da gerçekleştirilen Afrika Birliği’nin 37. Zirvesi kapsamında, eski Cibuti Dışişleri Bakanı Mahmoud Ali Youssouf, Afrika Birliği Komisyonu Başkanlığı’na seçilmiştir.

Afrika Birliği’nin yürütme organı niteliğindeki Afrika Birliği Komisyonu (African Union Commission), birlik tarafından alınan kararların uygulanması, programların eşgüdümünün sağlanması ve üye devletler arasındaki iş birliğinin güçlendirilmesi gibi görevleri üstlenen idari ve teknik bir yapıdır. Komisyon Başkanı ise, bu organın en üst düzey yöneticisi olarak, kıtasal düzeyde politika oluşturma, kalkınma stratejileri geliştirme ve barış süreçlerini yönetme gibi temel sorumlulukları yerine getirir. Ayrıca, Afrika’daki iç ve dış ilişkilerin koordinasyonunu sağlamakta ve Afrika Birliği’ni uluslararası platformlarda temsil etmektedir.

2017–2025 yılları arasında Komisyon Başkanlığı görevini sürdüren ve Çad’ın eski Dışişleri Bakanı olan Moussa Faki Mahamat, görev süresi boyunca kıtada barış ve güvenliğin tesisi, ekonomik kalkınmanın desteklenmesi ve toplumsal ilerlemenin teşviki amacıyla çeşitli projeleri yürütmüştür. Ancak, Mahamat’ın başkanlığı döneminde Komisyon’un tarafsızlığı ile diplomatik dengeyi koruma kapasitesine ilişkin çeşitli tartışmalar gündeme gelmiştir. Bu tartışmalar, Afrika Birliği Komisyonu Başkanlığı’nın yalnızca bir idari görevden ibaret olmadığını; aksine, kıtasal siyasetin merkezinde konumlanan stratejik bir makam olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır.

15 Ocak 2025 tarihinde gerçekleştirilen seçimlerde Mahmoud Ali Youssouf, eski Kenya Başbakanı Raila Odinga ile Madagaskar’ın eski Dışişleri Bakanı Richard Randriamandrato’yu geride bırakarak Komisyon Başkanlığı’na seçilmiştir. 2005 yılından itibaren Cibuti Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Youssouf, kıtanın önde gelen deneyimli diplomatları arasında yer almaktadır. Yeni dönemde Youssouf’u; Batı Afrika’daki askeri yönetimlerle diyalog kurulması, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin doğusunda süregelen çatışmaların çözümü ve Sudan’daki iç savaşın sona erdirilmesi gibi zorlu görevler beklemektedir. Bu bağlamda, Afrika Birliği’nin söz konusu sorunlara Youssouf liderliğinde nasıl yanıt vereceği, yalnızca kıta içi aktörler tarafından değil, uluslararası kamuoyu tarafından da dikkatle takip edilmektedir.

Sudan İç Savaşı Şiddetlenerek Devam ediyor

15 Nisan 2023 tarihinde başlayan Sudan iç savaşı, 15 Nisan 2025 itibarıyla ikinci yılını tamamlamıştır. Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) ile Hızlı Destek Güçleri (RSF) arasında süregelen silahlı çatışmalar, şu ana dek 150.000’den fazla kişinin yaşamını yitirmesine ve 14 milyondan fazla insanın yerinden olmasına neden olmuştur. Savaşın ilk evrelerinde, hazırlıklı ve hızlı hareket kabiliyetine sahip olan RSF’nin ülkenin geniş bir bölümünü kontrol altına alma ihtimali yüksek görünmekteydi. Ancak zaman içerisinde SAF’ın toparlanarak daha etkin bir direniş sergilemesi, bu olasılığı önemli ölçüde azaltmıştır.

Nitekim, 2024 yılının ikinci yarısından itibaren Sudan Silahlı Kuvvetleri savunma pozisyonundan çıkarak saldırı stratejisine geçmiş ve çeşitli stratejik bölgeleri yeniden ele geçirmeye başlamıştır. Bu süreç, Haziran 2024’te Omdurman kent merkezinin SAF tarafından geri alınmasıyla başlamış; ardından güneydoğudaki Sinnar şehrinin savunulması, Sinca’nın yeniden ele geçirilmesi ve ülkenin merkezi konumundaki Vad Medeni’nin SAF kontrolüne geçmesiyle devam etmiştir. Son olarak, Mart 2025 sonunda başkent Hartum’un SAF tarafından kontrol altına alınması, savaşın gidişatında belirleyici bir dönüm noktası olmuştur. Bu gelişmeler, SAF’ın çatışmayı kazanma ihtimalini artırırken, RSF’nin yenilgiye uğrama olasılığını güçlendirmiştir. Bununla birlikte, Darfur ve Kordofan bölgelerinin önemli bir kısmı hâlen RSF’nin kontrolü altında bulunmakta olup, bu alanların coğrafi yapısı, sosyopolitik dengeleri ve lojistik zorluklar nedeniyle SAF tarafından kısa vadede ele geçirilmesi zor görünmektedir.

Mevcut koşullar altında, Sudan’daki iç savaşın seyri, ülkede Libya örneğinde görülen Halife Hafter modeline benzer bir yeniden yapılanma senaryosunu gündeme getirmektedir. Bu çerçevede, RSF’nin mevcut merkezi hükümete alternatif bir siyasi yapı oluşturma yönünde adımlar attığı gözlemlenmektedir. Özellikle Darfur ve Kordofan bölgelerinde, bir tür “paralel gölge hükümet” tesis etmeye yönelik girişimler dikkat çekmektedir. Nitekim başta Birleşik Arap Emirlikleri olmak üzere bazı dış aktörlerin bu paralel yapıyı destekleyen tutumları, söz konusu oluşumun uluslararası boyut kazandığını göstermektedir. RSF’nin kontrolü altındaki bölgelerde siyasi ve idari otorite inşa etme çabaları, Sudan’ın fiili bir bölünme sürecine sürüklendiğine işaret etmektedir. Bu gelişmeler, Libya’daki doğu-batı bölünmesini ve Halife Hafter’in doğu Libya’da kurduğu paralel yapıyı hatırlatmakta; iki durum arasında anlamlı yapısal ve işlevsel benzerliklerin bulunduğu görülmektedir..

Güney Sudan’da Gerginlik Tırmanıyor: Yeni Bir İç Savaş Kapıda mı?

Dünyanın en genç devleti olarak bilinen Güney Sudan, son haftalarda yaşanan siyasi gelişmelerin etkisiyle yeniden bir iç savaş riskiyle karşı karşıya kalmıştır. 2011 yılında Sudan’dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden ülke, 2013 ile 2018 yılları arasında yıkıcı bir iç savaş süreci yaşamış ve bu dönemde on binlerce kişi yaşamını yitirmiştir. 2018 yılında Sudan’ın başkenti Hartum’da imzalanan barış anlaşmasıyla birlikte göreli bir istikrar sürecine girilmiş olsa da, bu anlaşma kalıcı barışın tesis edilmesini sağlayamamış; ülkedeki güvenlik durumu büyük ölçüde kırılgan kalmaya devam etmiştir. Zaman zaman çeşitli bölgelerde çatışmaların yeniden patlak vermesi, barış sürecinin derinleşemediğini göstermektedir.

Son dönemde hükümet ile muhalefet grupları arasında artan gerginlikler, siyasi ve etnik temelli anlaşmazlıkların yeniden alevlendiğine işaret etmektedir. Devlet Başkanı Salva Kiir liderliğindeki hükümetin muhalefet üzerindeki baskıyı artırması ve siyasi güç mücadelesini derinleştirmesi, ülkede genel huzursuzluğu tırmandırmış ve çatışma riskini yeniden gündeme getirmiştir. Bu gelişmelerin en dikkat çekici noktası, 27 Ağustos 2025 tarihinde Devlet Başkanı Kiir’in, Birinci Başkan Yardımcısı Riek Machar’ı isyana teşvik suçlamasıyla ev hapsine aldırması olmuştur. Machar’ın bu şekilde etkisizleştirilmesi, 2013–2018 iç savaşını hatırlatan gelişmeleri yeniden tetiklemiştir. Zira söz konusu iç savaşın başlıca tarafları arasında yer alan Kiir ve Machar arasındaki kişisel ve aynı zamanda etnik temelli rekabet, Güney Sudan siyasetinde halen en belirgin kırılma eksenlerinden biri olmaya devam etmektedir.

Machar’ın ev hapsine alınması, özellikle Nuer etnik grubuna mensup silahlı unsurlar arasında ciddi bir tepkiye neden olmuş ve “Beyaz Ordu” (White Army) olarak bilinen milis gruplar, ülkenin bazı bölgelerinde hükümete karşı isyan girişimlerinde bulunmuştur. Bu durum, hâlihazırda kırılgan bir zeminde ilerleyen barış sürecini ciddi biçimde tehdit etmekte ve yeni bir iç savaşın patlak verme ihtimalini gündeme getirmektedir.

Uluslararası toplum, yaşanan gelişmelere karşı derin bir endişe içindedir. Komşu ülkelerle birlikte Doğu Afrika Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesi (IGAD) ve Afrika Birliği gibi bölgesel kuruluşlar, krizin barışçıl yollarla çözülmesi amacıyla diplomatik çabalarını yoğunlaştırmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Guterres de yaptığı açıklamada, Güney Sudan’ın yeniden silahlı bir çatışma ortamına sürüklenmemesi için uluslararası toplumun ortak bir tutum sergilemesi gerektiğini güçlü ifadelerle vurgulamıştır.

ABD-Güney Afrika İlişkilerinde Gerilim

Son dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin eski Başkanı Donald Trump’ın Güney Afrika’ya yönelik söylem ve politikalarında gözle görülür bir sertleşme yaşanmaktadır. Trump, gerek kamuoyuna verdiği röportajlarda gerekse sosyal medya platformlarında, Güney Afrika’daki beyaz nüfusa yönelik uygulamaları hedef alan açıklamalar yapmaktadır. Özellikle “Güney Afrika’da beyazlara çok kötü şeyler oluyor” ve “beyaz karşıtlığı var” şeklindeki ifadeleri, bu sert üslubun öne çıkan örnekleri arasında yer almaktadır.

Bu söylemlerin ötesine geçerek Trump, 7 Şubat 2025 tarihinde yayımladığı bir başkanlık kararnamesiyle, “beyaz Afrikaner toprak sahiplerine yönelik Güney Afrika hükümetinin ayrımcı politikaları” gerekçesiyle Güney Afrika’ya yapılan Amerikan yardımlarını askıya almıştır. Aynı kararnamede, Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve İç Güvenlik Bakanı Kristi Noem’e, ayrımcılığa maruz kaldığı iddia edilen beyaz Afrikanerlerin ABD’ye kabulüne yönelik bir politika geliştirme talimatı da verilmiştir.

Trump yönetiminin bu tavrı, doğrudan Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa tarafından 24 Ocak 2025 tarihinde onaylanan “2024 Toprak Kamulaştırma Yasası” ile ilişkilendirilmektedir. Söz konusu yasa, apartheid döneminden miras kalan 1975 tarihli kamulaştırma yasasının yerini almakta ve devlete, tarım arazilerinin kamulaştırılması hususunda daha geniş yetkiler tanımaktadır. Toprak reformu, Güney Afrika’da apartheid sonrası dönemde siyah çoğunluğun tarihsel mülkiyet eşitsizliklerini gidermek amacıyla bir sosyal adalet aracı olarak gündeme getirilmiştir. Zira ülke nüfusunun yalnızca %7,3’ünü oluşturan yaklaşık 2,7 milyon beyaz Afrikaner, toplam tarım arazilerinin %72’sine sahipken; nüfusun %81,4’ünü oluşturan siyahlar ve diğer etnik grupların toprak sahipliği yalnızca %4 düzeyindedir.

Trump’ın Güney Afrika’ya yönelik ideolojik ve agresif çıkışlarının arkasında, yönetimi üzerinde etkili olan Güney Afrika kökenli bazı figürlerin rolü olduğu değerlendirilmektedir. Bu bağlamda, Trump’la çeşitli düzeylerde ilişkiler kurmuş olan Güney Afrika doğumlu teknoloji girişimcisi Elon Musk’ın adı öne çıkarken; apartheid döneminde Güney Afrika’da büyümüş olan ve Trump’a yakınlığıyla bilinen aşırı sağcı milyarder Peter Thiel’in de söylem ve politika tercihlerinde etkili olduğu düşünülmektedir. Buna ek olarak, Trump tarafından “yapay zekâ ve kripto para tsarı” olarak adlandırılan Cape Town doğumlu yatırımcı David Sacks ile muhafazakâr medya organı Breitbart News Network’ün baş editörlüğünü yürüten Güney Afrika kökenli siyasi yorumcu Joel Pollak da bu ideolojik çevrede dikkat çeken diğer aktörler arasındadır. Bu isimlerin ortak noktası, Batı toplumlarında beyaz kimliğin ve mülkiyet haklarının tehdit altında olduğu yönündeki söylemleri öne çıkarmaları ve Güney Afrika’daki toprak reformlarını bu bağlamda değerlendirmeleridir.

Bu çerçevede, Trump’ın 2024 Toprak Kamulaştırma Yasası’na karşı geliştirdiği söylem, yalnızca bir dış politika tepkisi olarak değil, aynı zamanda iç politikada muhafazakâr tabana yönelik ideolojik bir dayanışma hamlesi olarak da okunabilir. Güney Afrika’nın Washington Büyükelçisi Ebrahim Rasool’un, 15 Mart 2025 tarihinde Dışişleri Bakanı Marco Rubio tarafından “istenmeyen kişi” (persona non grata) ilan edilmesi de bu yeni dönemin bir yansıması olarak değerlendirilmelidir. Geldiğimiz noktada, Güney Afrika, Trump yönetimi tarafından en yoğun biçimde eleştirilen ülkelerden biri haline gelmiştir. Güney Afrika hükümeti, diplomatik diyaloğu sürdürme çabalarına devam etse de iki ülke arasındaki ilişkiler giderek daha fazla gerilmekte ve karşılıklı güvenin zemininde ciddi bir aşınma yaşanmaktadır.

Namibya’nın İlk Kadın Cumhurbaşkanı Göreve Başlıyor

Kasım 2024 tarihinde gerçekleştirilen genel seçimlerde oyların %57’sini alarak zafer kazanan Netumbo Nandi-Ndaitwah, Namibya tarihine ülkenin ilk kadın cumhurbaşkanı olarak geçmiştir. 1952 doğumlu olan Nandi-Ndaitwah, siyasal kariyerine erken yaşlarda atılmış; 1966 yılından itibaren Güney Batı Afrika Halk Örgütü (SWAPO) saflarında bağımsızlık mücadelesine katılmıştır. Bağımsızlık öncesi ve sonrası dönemlerde gerek parti içinde gerekse devlet kademelerinde uzun yıllar boyunca üst düzey görevlerde bulunarak Namibya’nın siyasi yapısında önemli bir figür haline gelmiştir.

Netumbo Nandi-Ndaitwah’ın cumhurbaşkanlığı görevine resmî olarak başlaması, 21 Mart 2025 tarihinde başkent Windhoek’te düzenlenen yemin töreniyle gerçekleşmiştir. Tören sırasında yaptığı konuşmada Nandi-Ndaitwah, yolsuzlukla etkin bir şekilde mücadele edeceğini, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayalı bir yönetim anlayışı benimseyeceğini ifade etmiştir. Ayrıca, bölgesel düzeyde iş birliğinin güçlendirilmesi ve Namibya’nın Afrika kıtasında daha etkili bir aktör haline gelmesi yönünde çaba göstereceğini beyan etmiştir.

Cumhurbaşkanlığı makamında yaşanan bu değişim, Şubat 2024’te dönemin Cumhurbaşkanı Hage Geingob’un hayatını kaybetmesinin ardından başlayan anayasal geçiş sürecinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir. Bu süreçte, Anayasa’ya uygun biçimde geçici cumhurbaşkanlığı görevini üstlenen Başkan Yardımcısı Nangolo Mbumba, devlet işleyişinde sürekliliğin sağlanmasına yönelik kritik bir rol üstlenmiş ve 21 Mart 2025 tarihinde düzenlenen resmî törenle görevini Netumbo Nandi-Ndaitwah’a devretmiştir.

Bu gelişme, yalnızca Namibya’nın demokratik olgunluğunu ve kurumsal istikrarını yansıtmakla kalmamakta, aynı zamanda kadınların siyasal temsiline dair kıtada ve küresel düzeyde önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

Gine-Bissau Başkanlık Seçimleri: Siyasi Kriz ve Anayasa Tartışmaları

Aralık 2024’te yapılması planlanan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ertelenmesi, Gine-Bissau’da derin bir siyasi krize yol açmıştır. Görev süresi resmî olarak 27 Şubat 2025’te sona eren Cumhurbaşkanı Umaro Sissoco Embaló, bu tarihten sonra da iktidarda kalmaya devam etmiş ve seçimlerin 23 Kasım 2025’e ertelenmesini sağlamıştır. Bu durum, başta muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere geniş bir kesim tarafından “kurumsal darbe” olarak nitelendirilmiş ve anayasal düzene aykırılık iddialarını beraberinde getirmiştir.

Cumhurbaşkanı Embaló’nun ikinci dönem için adaylık beyanında bulunması ise mevcut krizin daha da derinleşmesine neden olmuştur. 2019 seçimlerinden itibaren görevde bulunan ve görevi devralma süreci başından itibaren tartışmalı olan Embaló’nun görev süresinin ne zaman sona ereceği konusunda ülke siyasetinde ciddi bir görüş ayrılığı ortaya çıkmıştır. Muhalefet çevreleri, Embaló’nun görev süresinin Şubat 2025 itibarıyla sona erdiğini ileri sürerken; Gine-Bissau Yüksek Mahkemesi, söz konusu sürenin Eylül 2025’e kadar geçerli olduğu yönünde hüküm vermiştir.

Bu bağlamda, 2025 yılı içerisinde gerçekleştirilmesi öngörülen cumhurbaşkanlığı seçimleri, Gine-Bissau’nun siyasal istikrarı ve demokratik işleyişi açısından kritik bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir. Seçim sürecinin nasıl şekilleneceği ve mevcut anayasal tartışmaların nasıl çözüme kavuşturulacağı, yalnızca mevcut siyasi krizin seyrini değil, aynı zamanda ülkenin kurumsal kapasitesini ve demokratik geleceğini de doğrudan etkileyecektir..

AB’nin Düzensiz Göç Önleme Çabaları ve Yerel Dinamikler

Avrupa Birliği (AB), Afrika’dan Avrupa’ya yönelik düzensiz göç akışını sınırlandırmak amacıyla Batı Afrika ülkeleriyle çeşitli iş birliği anlaşmaları imzalamıştır. Özellikle Moritanya, Senegal ve Mali gibi ülkelerle yapılan mutabakatlar, sınır güvenliğinin artırılması ve göç yönetimi kapasitesinin güçlendirilmesi yönünde atılmış önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. Bu doğrultuda AB, Moritanya’ya 210 milyon avro, Senegal’e ise 30 milyon avro tutarında mali destek sağlamıştır.

Ancak söz konusu anlaşmaların uygulama sürecinde çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. AB’nin sağladığı mali destekle Moritanya’nın düzensiz göçmenleri geri gönderme uygulamalarına başlaması, komşu ülkeler olan Senegal ve Mali’de ciddi rahatsızlıklara yol açmıştır. Bu ülkeler, kendi vatandaşlarının Moritanya’dan geri gönderilme süreçlerinde güvenliklerinin sağlanmadığını ve işlemlerin yeterince şeffaf yürütülmediğini dile getirerek, bu durumu diplomatik düzeyde ele almak üzere Moritanya’ya resmi heyetler göndermiştir. Geri gönderme uygulamaları, bölgesel düzeyde diplomatik gerilimlerin yanı sıra, göçmen hakları bağlamında etik ve hukuki tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Sonuç olarak, Avrupa Birliği’nin Batı Afrika’daki göç yönetimi politikaları, bölgesel iş birliğini artırmaya yönelik girişimler olarak ortaya çıkmakla birlikte, uygulamada önemli insani ve siyasi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadır. Düzensiz göçle mücadeleye yönelik politikaların büyük ölçüde güvenlik temelli önlemlere dayanması, uzun vadede sürdürülebilirlikten ve insan hakları temelli yaklaşımlardan uzaklaşma riskini beraberinde getirmektedir. Bu durum, Avrupa merkezli göç stratejilerinin, Afrika ülkelerinin toplumsal ve ekonomik yapıları üzerinde olumsuz etkiler yaratabileceğine dair eleştirileri güçlendirmektedir.

Cezayir ile Mali Arasında Diplomatik Kriz

31 Mart 2025 tarihinde Cezayir, hava sahasına izinsiz giren yabancı menşeli bir insansız hava aracını (İHA) düşürdüğünü kamuoyuna duyurmuştur. Bu açıklamanın hemen ardından, Mali makamları söz konusu İHA’nın kendilerine ait olduğunu belirterek, uçağın ülke sınırları içinde rutin bir gözetleme faaliyeti yürüttüğünü ifade etmiş ve Cezayir’in iddialarını reddetmiştir. Yaşanan bu olay, Cezayir ile Sahel Devletleri İttifakı’nı oluşturan Mali, Burkina Faso ve Nijer arasında diplomatik bir krize yol açmıştır.

İttifak üyesi üç ülke, olayın ardından Cezayir’deki büyükelçilerini geri çağırma kararı almış; Cezayir’in tutumunu “sorumsuz ve provoke edici” olarak nitelendirerek kamuoyuna açık bir kınama yayımlamıştır. Krizin derinleşmesi üzerine Cezayir Dışişleri Bakanlığı, “tekrarlayan hava sahası ihlalleri” gerekçesiyle Mali’ye ve Mali çıkışlı tüm uçuşlara hava sahasını kapattığını açıklamıştır. Bu karara karşılık olarak Mali yönetimi de, Cezayir’e ait hava araçlarının kendi hava sahasına girişini yasakladığını duyurmuştur.

Mali ayrıca, Cezayir’in bölgedeki politikalarının yanı sıra “uluslararası terörizmi desteklemeye devam ettiğini” ileri sürerek, bu tür eylemlerin uluslararası hukukun ihlali niteliği taşıdığını iddia etmiştir. Yaşanan karşılıklı suçlamalar ve alınan tedbirler, Sahel bölgesindeki hâlihazırda kırılgan olan güvenlik dengesini daha da zayıflatmış; taraflar arasındaki diplomatik temasların tamamen kesilmesi olasılığı, bölgesel istikrar açısından ciddi kaygılara neden olmuştur.

Bu gelişmeler, Sahel-Cezayir ilişkilerinde yalnızca güvenlik boyutlu bir çatışmayı değil, aynı zamanda bölgesel güç dengeleri ve uluslararası hukuk bağlamında daha geniş çaplı bir kriz potansiyelini de ortaya koymaktadır.

Trump’tan Afrika Açılımı

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump, 1 Nisan 2025 tarihinde Lübnan kökenli Amerikalı iş insanı Massad Fares Boulos’u, Afrika’dan Sorumlu Kıdemli Danışman olarak atamıştır. Hâlihazırda Trump yönetimi bünyesinde Arap ve Orta Doğu İşlerinden Sorumlu Kıdemli Danışman görevini yürüten Boulos, yeni görevine başlamasının hemen ardından, 3 Nisan 2025 tarihinde Afrika İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Corina Sanders ile birlikte Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ruanda, Kenya ve Uganda’yı kapsayan kapsamlı bir Doğu Afrika ziyareti gerçekleştirmiştir.

1971 yılında Lübnan’ın Koura bölgesinde dünyaya gelen Boulos, çocuk yaşta ailesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin Teksas eyaletine göç etmiştir. İş hayatında, ailesine ait olan ve Batı Afrika’da faaliyet gösteren SCOA Nigeria şirketinin CEO’luğunu üstlenmiş; bu dönemde kıtadaki ekonomik ağlarla güçlü ilişkiler kurmuştur. 2024 başkanlık seçimleri sürecinde Arap-Amerikan toplumu ile geliştirdiği ilişkilerle dikkat çeken Boulos’un, seçim sonrası Trump yönetimi tarafından Arap ve Orta Doğu işlerinden sorumlu kıdemli danışman olarak görevlendirilmesinde oğlu Michael Boulos’un, Trump’ın kızı Tiffany Trump ile evli olmasının da etkili olduğu yorumları yapılmıştır. Afrika’dan Sorumlu Kıdemli Danışman pozisyonuna atanmasında ise Boulos’un Batı Afrika’daki iş deneyimi belirleyici bir faktör olarak öne çıkmıştır.

3 Nisan 2025 tarihinde başlayan Doğu Afrika ziyaretinin ilk durağı olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin başkenti Kinşasa’da Cumhurbaşkanı Félix Tshisekedi ile bir araya gelen Boulos, ülkenin doğusunda yer alan zengin maden rezervleri ile Büyük Göller bölgesinin jeopolitik önemi üzerine istişarelerde bulunmuştur. Ardından Ruanda’nın başkenti Kigali’ye geçen Boulos, burada gerçekleştirdiği temaslarda, ABD’nin Doğu Afrika’daki barış ve istikrarın tesisi yönündeki kararlılığını yeniden vurgulamıştır. Ziyaretin devamında Uganda Cumhurbaşkanı Yoweri Museveni ve Kenya Cumhurbaşkanı William Ruto ile ayrı ayrı görüşmeler gerçekleştiren Boulos, bölgesel güvenlik, ekonomik iş birliği ve diplomatik ilişkilerin geleceğine dair kapsamlı değerlendirmelerde bulunmuştur.

Massad Boulos’un gerçekleştirdiği bu diplomatik ziyaret, ABD’nin Afrika kıtasındaki dış politika önceliklerini yeniden şekillendirme çabalarının önemli bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Ziyaretin, özellikle nadir toprak elementleri açısından stratejik öneme sahip olan Doğu Afrika bölgesinde, Çin Halk Cumhuriyeti ile artan küresel rekabet bağlamında özel bir öneme sahip olduğu belirtilmektedir.

Antalya Diplomasi Forumu’na Afrika’dan Yoğun Katılımlar

Antalya Diplomasi Forumu (ADF), küresel diplomasi, çok taraflı ilişkiler ve uluslararası iş birliği konularında önemli gelişmeleri ele almak amacıyla her yıl dünyanın farklı ülkelerinden siyasetçi ve diplomatları bir araya getiren prestijli bir platformdur. 11-13 Nisan 2025 tarihleri arasında düzenlenen dördüncü forum, “Ayrışan Dünyada Diplomasiyi Sahiplenmek” temasıyla gerçekleşmiştir.

Antalya Diplomasi Forumu (ADF), Afrika kıtasından çok sayıda üst düzey temsilcinin katılımıyla gerçekleşmiştir. Foruma, Afrika ülkelerinden 7 devlet başkanı, 2 başbakan ve 25 dışişleri bakanı iştirak etmiştir. ADF’ye katılan Afrikalı liderler ve dışişleri yetkilileri, kendi ülkelerinin öncelikleri, kıtanın karşılaştığı ortak zorluklar ve fırsatlar bağlamında görüş alışverişinde bulunmuşlardır. Bu yönüyle ADF, Afrika ülkeleri açısından uluslararası görünürlük ve bölgesel dayanışma açısından stratejik bir platform oluşturmuştur.​

Foruma katılan devlet ve hükümet başkanları, bakanlar ve uluslararası kuruluş temsilcileri, küresel ve bölgesel meseleler hakkında kapsamlı tartışmalar yapmış, diplomasinin güncel rolü ve önemi üzerine değerlendirmelerde bulunmuşlardır. Bu etkinlik, uluslararası iş birliğini güçlendirmeyi ve çok taraflı diplomasiyi teşvik etmeyi amaçlamaktadır.