Tarihte meydana gelen önemli gelişmelerde merkezi rol oynayan Ortadoğu, bu özelliğini hiç kaybetmeyecek gibi gözüküyor. Bilindiği üzere, Mesut Barzani yönetimindeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Irak’tan ayrılmayı ve bağımsızlığı öngören referandum kararını (25 Eylül 2017) almış bulunuyor. Bu gelişme, Ortadoğu ve Irak’ın geleceğine ilişkin tartışmaların bir kez daha alevlenmesine neden oldu.
Bugünkü tartışmalara ışık tutması adına, Irak devletinin çöküşüne ve Kürt ulusal hareketinin arka planına kısaca değinelim. Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle birlikte Saddam Hüseyin yönetimindeki Irak’ın Kuveyt’i işgaliyle (1990) birlikte başlayıp birinci Körfez savaşı (1991) ve ABD’nin Irak’ı işgaliyle (2003) devam eden süreçte terör ve mezhep mücadelelerine sahne olan Irak bugün fiilen üçe bölünme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiştir. Özellikle 2003 sonrasında ülke yönetiminin hızlı bir şekilde Şii parti ve grupların eline geçmesi ve Maliki’nin izlediği mezhepçi siyasetle birlikte ötekileştirilen Iraklı Sünniler yönetimden dışlandı. Onların hamisi rolünde olan el-Kaide ve IŞİD gibi Sünni-Selefi yapılar da, ülkenin içinden çıkılmaz bir kaos ve terör girdabına girmesine neden oldu. Mezhepçi siyasetin somut örneğini veren İran’ın ülke üzerindeki nüfuzunun zirve yaptığı bir dönemde Irak’ın bölünme senaryoları da dillendirilmeye başlanmıştı. Bugün itibariyle, küresel ve bölgesel güçlerin üzerinde adeta “at oynattığı” bir ülke sıfatıyla Irak’ın fiilen üçe bölünmüş olduğunu söylemek her halde abartılı olmayacaktır. Bu parçalardan biri olarak ülke siyasetine egemen olan Şiilerin kontrolündeki Güney Irak (Bağdat-Basra), Irak’ın aynı zamanda mirasçısı konumundadır. Ülkenin orta-batı kesimlerinde yaşayan Sünniler ise, dışlanma ve ötekileştirmenin getirdiği sonuçla el-Kaide ve IŞİD gibi selefi silahlı grupların adeta kucağına itilmiş durumdadır.
Irak’ın bugünkü tartışmalara konu olan üçüncü kısmını ise IKBY oluşturmaktadır ki, İngilizler tarafından bir devlet olarak kurulan Irak Krallığı’ndan (1921) günümüze ülke yapısının genellikle dışında kalmış bir parçası niteliğindedir. II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte siyasi-ideolojik nitelik de kazanmaya başlayan Kürt ulusal hareketi ise, Osmanlı sonrası dönemde özellikle Irak’ta güçlü bir seyir takip etmiştir. Şeyh Mahmud Berzenci’nin bağımsızlık ya da geniş özerklik konusunda İngilizlere karşı sürdürdüğü isyanlar başarısız kalsa da Kürt hareketinin Krallık idaresi boyunca canlı kalmasında etkili oldu. Irak’ta 1958 darbesiyle başlayan Cumhuriyet döneminde sembol bir isim olan Molla Mustafa Barzani’nin (KDP) faaliyetleri Kürt hareketinin alevlenmesini sağladı. 60’lı ve 70’li yıllarda bu mücadele sürüp gittiyse de özerkliğe dair kazanımlar çoğunlukla kağıt üzerinde kalacaktır.
Saddam Hüseyin’in petrol ülkesi Kuveyt’e saldırması, Iraklı Kürtler için adeta bir dönüm noktasını teşkil etmiştir. Zira, 1991 Körfez savaşından sonra ABD ve müttefiklerinin ilan ettiği “uçuşa yasak bölge” bugün bağımsızlık aşamasına gelen IKBY için bir güvence olarak bağımsız devlete giden süreçte de bir “nüve” oluşturdu. Bu çekirdek yapı 2003’teki ABD işgali ve Baas rejiminin devrilmesiyle birlikte gücünü büyük çapta arttırdı. Aynı zamanda ABD ile müttefik olan bu yapı, bölgesel ve küresel gelişmeleri de iyi değerlendirmek suretiyle kendini ilgili devletlere kabul ettirmeyi de başardı.
Bugünkü tartışmalara dönersek, fiilen bölünmüş olan Irak’ın kuzeyinde her türlü kurumları ve ordusuyla bir Kürt devleti (IKBY) zaten bulunuyordu. Hali hazırda “geniş özerkliği” içeren yapısı, federal devleti öngören Irak Anayasası (2006) ile de garanti altına alınmıştı. Barzani yönetimi tarafından 25 Eylül 2017’de yapılacağı duyurulan bağımsızlık referandumunun ilanı ise, bir bakıma fiiliyatın resmiyete dökülmesi gibi algılanabilir. Öte yandan, Irak’ın geleceğiyle ilgili senaryolarda IKBY’nin, devlet olma özelliğini yitirmiş Federal Irak’tan kopması ilk ihtimallerden biri olarak görülüyordu. Ancak, orta ve uzun vadede gerçekleşeceği tahmin edilen böyle bir gelişmenin erken bir tarihte gündeme gelmesini nasıl yorumlamalıyız? Öncelikle, Barzani yönetiminin son yıllarda çözmek zorunda kaldığı bir dizi siyasi ve ekonomik problemle karşılaştığını görmemiz gerekiyor. Gittikçe güçlenen Kürt muhalefeti nedeniyle iç siyasette; düşük petrol fiyatları sebebiyle de ekonomide ciddi sorunlarla baş etmek zorunda kalan Mesut Barzani, daha önce de dile getirdiği “referandum tehdidi” ile iktidarının önündeki çetin engelleri aşmayı hesaplamaktadır. Nitekim, referandum kozu sayesinde, merkezi hükumetle olan petrol satışı, % 17’lik petrol payının ödenmesi ve Kerkük başta olmak üzere egemenliği tartışmalı bölgelerin geleceğini belirleme gibi anlaşmazlık konularını lehte çözmeyi planlamaktadır. Böylece, gittikçe azalan popülaritesini arttırmanın ve iktidarını sağlamlaştırmanın yollarını aramaktadır.
Düşük petrol fiyatları ve %17’lik petrol payının ödenmesinde merkezi hükumetle yaşanan anlaşmazlık sebebiyle IKBY’deki ekonomik durumun sıkıntılı bir sürece girdiğini tekrar hatırlayalım. Öyle ki, daha önce başlatılan ve son yıllarda neredeyse durma noktasına gelen çok sayıda önemli projenin akıbeti tartışılmakta, mevcudu yüz bine yaklaşan Peşmerge’nin maaşları dahi ödenememektedir. Bütün bunlar, Barzani için büyük prestij kaybı ve aynı zamanda iktidarının da tartışmaya açılması demektir. Barzani ve ekibine karşı ayrıca “otoriter yönetim kurma, hanedan oluşturma ve yolsuzluk yapma” gibi konularda da ciddi eleştiriler yöneltiliyor. Nitekim, kendisine (KDP) yönelen muhalefetin bel kemiğini oluşturan Celal Talabani’nin KYB’si ve liberal eğilimli Goran hareketine karşı seçimleri kaybedebileceği dahi konuşuluyor. Şu hususu da ilave etmek gerekir ki, son yıllarda bu amansız muhalefet bloğuna PKK da eklenmiştir. Barzani, başta Sincar’da (Şengal) olmak üzere PKK’nın kendi yönetimi aleyhinde etkinliğini genişletmesinden hoşnut değildir. Bilindiği üzere, Irak ve Suriye’de IŞİD faktörünün ortaya çıkmasıyla birlikte PKK her iki ülkedeki etkinliğini önemli ölçüde arttırmayı başarmıştır. Bunda, TSK’nın son yıllarda Türkiye’de PKK’ya karşı yürüttüğü başarılı operasyonların da ciddi etkisi bulunmaktadır.
Meselenin Kerkük ile ilgili tarafına ayrıca değinmek gerekiyor. Nisan 2017’de, çoğunluğunu Kürt üyelerin oluşturduğu Kerkük İl Meclisi’nin almış olduğu kararla, egemenliği tartışmalı bölgelerden olan Kerkük’e önce Kürdistan bayrağı çekilmiş, daha sonra da şehrin IKBY’ye katılması kararlaştırılmıştı. Oysa Kerkük, Türkmenler, Kürtler ve Araplar’ın tarih boyunca bir arada yaşadığı, ancak Baas iktidarında ve 2003 sonrası dönemde Araplaştırma ve Kürtleştirme politikalarına maruz kalmış bir şehirdi. Tarihsel olarak KYB’nin nüfuz sahasına giren Kerkük için KYB ve Goran’ın baskısıyla alınan bu iltihak kararı, bugün için tartıştığımız bağımsızlık referandumunun da adeta habercisi olmuştur. Böylece Barzani, hem petrol zengini Kerkük’ü Kürdistan bölgesine bağlamak hem de bağımsız Kürt devletini resmen de ilan etmek suretiyle, babasının başlattığı süreci başarıya ulaştıran bir “kahraman” olmayı hedeflemiştir. Siyaseten zora girdiği bir dönemde ve içine düştüğü girdaptan çıkış hamlesi olarak kamuoyu desteğini arttırmayı, böylece iktidarını ve geleceğini garantiye almayı amaçlamıştır.
Bağımsızlık kararının ne kadar uygulanabilir/sürdürülebilir olduğu ise ayrı bir tartışma konusudur. Barzani “biz bu kararla dünyaya Kürtlerin neyi istediğini göstermek istiyoruz” sözüyle, nihai hedefini ve bunun için de dünya kamuoyunu kendi tarafına çekmek gerektiğini deklere etmiş oluyordu. Ancak, kanaatimizce aynı ifade, böyle bir referandum sonucunda bağımsızlık kararı alınsa bile bunun pratikte uzunca bir süre daha uygulanabilir olmadığını da göstermektedir. Zira, böyle bir kararı uygulamaya çalışan IKBY’nin, Irak merkezi hükümeti, Türkiye ve İran ile olan ilişkilerinde birtakım sorunlar yaşayacağı kuvvetle muhtemeldir. Merkezi hükumetten gelen %17’lik petrol payının kesilmesinin yanı sıra birtakım yaptırımların da gündeme gelmesi ilk akla gelen senaryolar arasındadır.
Dahası, komşu ülkelerle ilişkilerin gergin bir seyir izlemesi durumunda, ABD’nin müttefiki olan bir Kürt devletinin komşu ülkeler arasında sıkışıp kalması da kaçınılmaz olacaktır. Bu durumda, kendi petrolünü satabileceği tek güzergâh olarak ise Kuzey Suriye’deki Kürt kantonları (PYD) bölgesi ön plana çıkacaktır ki, bu bölgenin geleceği de belirsizdir. Diğer yandan, iltihak kararıyla daha da gerginleşen ve adeta bir “barut fıçısı” hâline gelen Kerkük’te farklı gruplar arasında olayların çıkması durumunda ise, başta terör ve göç hadiseleri olmak üzere bölgede sonu gelmez yeni sorunlara yol açacaktır. Bu da, zaten terör ve kaos ortamına gark olmuş Ortadoğu için yeni felaketlerin habercisi demektir. Ayrıca, PKK ve diğer silahlı örgütlerin üzerinde faaliyet göstereceği böyle bir yapının bölge ülkeleriyle olan ilişkilerinin gergin seyretmesi yine öngörülebilir bir durumdur.
Kerkük’ün de dahil olduğu bağımsız bir Kürt devletinin ilan edilmesi durumunda bunun küresel güçler tarafından nasıl karşılanacağı konusuna gelince, burada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile yapılan bazı kıyaslamaların çok da geçerli bir örnek olmadığı kanaatindeyiz. Zira, Ortadoğu ile sınırı olmayan küresel güçler, kendileriyle müttefik olan ve işbirliği içinde hareket eden böyle bir devleti, çıkarları ve politikaları doğrultusunda yönlendirmek isteyeceklerdir. Bu bakımdan, bağımsız devletin zaman içerisinde ABD, Avrupa ülkeleri, İsrail ve hatta Rusya tarafından tanınarak işbirliği içinde hareket edilmesi, olağandışı bir gelişme olarak görülmemelidir. Kaos ve terörle birlikte anılan Ortadoğu ve Irak’ta neler yaşanacağını, olmuşlardan hareketle yine zaman gösterecektir.