Doğu Akdeniz’deki dengeleri yerinden oynatmış olan Libya krizi öteden beri ciddi bir sorun alanı olmayı sürdürürken, geçtiğimiz Nisan ayından itibaren Sudan krizinin tırmanması bu kez Kızıldeniz jeopolitiğinde sarsıntı yaratmış ve bu krizlerin tam ortasında bulunan Mısır’ın izleyeceği politikalar çok daha önemli hale gelmiştir.
Sudan krizi, Arap Baharı sürecinde oluşan ve ağırlıkta Körfez ülkelerinin başını çektiği ‘devrim karşıtı’ ittifakını çatırdamasını hızlandırmaktadır. Esasında bu ittifak ‘İhvan’ ve ‘siyasi çoğulculuk’ karşıtı siyasetinde tam bir mutabakat içinde olurken, Yemen krizinde görüldüğü gibi pek çok noktada siyasi ve stratejik olarak ayrışmaktadır. Yemen krizinin mali ve siyasi yükünü üstlenen Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) arasında bariz görüş farklılıkları ve rekabet bunun en önemli örneğini teşkil etmektedir. Sudan aynı zamanda Körfez içi rekabetin ve özellikle Mısır’ın da dâhil olduğu ‘Arap İttifakı’nın bozulmasını daha da hızlandıran bir kriz olarak ön plana çıkmaktadır.
Mısır, Sudan’ın resmi ordusunu desteklerken, BAE’nin desteklediği ve Libya’da hüküm süren Halife Hafter, Hızlı Destek Güçleri’ni (HDG) desteklemektedir. Bu da dolaylı da olsa BAE’nin HDG’yi desteklediği anlamına gelmektedir. Daha önce Mısır yönetimi Hafter’e destek vermesine rağmen, Sudan’daki rolü nedeniyle Hafter ile ilişkilerinde ciddi bir kriz yaşayarak gerildiği görülmektedir. Bunun uzantısı olarak Hafter kontrolünde bulunan Doğu Libya’da kaçak yollarla bulunan Mısır asıllı yüzbinlerce kişinin sınır dışı sürecinin başlatılması gerilimin açığa çıktığı alanlardan biri olmuştur. Açık kaynaklardan elde edilen verilere göre resmi seyahat belgeleri olmayan yasadışı yollardan Libya’da yaklaşık 2 milyondan fazla Mısırlı bulunmaktadır ve bu bölgelerde işgücü büyük oranda Mısırlılar tarafından karşılanmaktadır. Mısır medyasında yansıyan bilgilere göre Hafter’in bu tutumu Mısır hükümetini ve askeri çevreleri rahatsız ettiği ve öfkelerini Hafter’e karşı dile getirdikleri ifade edilmektedir.
Libya meselesi, Mısır için yalnız güvenlik ve mülteci sorunların kaynağı değil, özellikle İmsaad sınır bölgesinde uyuşturucu ticareti ve kaçakçılık nedeniyle güvenlik, sosyal ve ekonomik sorunların da sebebi olarak dikkat çekmektedir. Hafter’e bağlı güçlerin göz yummasıyla Doğu Libya’daki kaçakçıların gizli limanlar ve askeri botlar kullandıkları dahi ifade edilmektedir.
Libya’da bunlar yaşanırken, Sudan krizinde yaşanan gelişmelerin de Mısır’ın Hafter yönetimi ile ve dolaylı olarak BAE ile ilişkilerini daha gerileteceği öngörülebilir. Sudan’daki olaylar doğrudan Mısır’ın dâhil olduğu izlenimi vermezse de, Mısır’ın kayıtsız kalması kesinlikle düşünülemez. Sudan krizinin bölgesel bir kaosa dönüşme riski Mısır için ciddi mali ve güvenlik riskleri taşıyor. Libya’da da görüldüğü gibi Sudan iç savaşının uzaması halinde DAEŞ gibi radikal örgütlerin zemin bulmaları ve daha sonra tüm bölgede etkilerini hissettirmeleri ciddi bir risk oluşturuyor. Ayrıca Sudan ordusunu yenen alternatif bir silahlı gücün denetimindeki yönetimle Mısır’ın yıldızı parlaması çok olası görünmüyor. Zira Mısır için HDG gibi askeri oluşumların öngörülemez askeri faaliyetleri kontrolü zor farklı süreçlerin sebebi olabilir.
Mevcut konjonktür Yemen-Sudan-Libya hattında devlet dışı aktörlerin giderek daha fazla hüküm sürdüğü ve bölgeyi daha istikrarsız bir alana çevirme ihtimali taşımaktadır. Bu da hem Mısır hem de Suudi Arabistan için, kısa ve orta vadede olumsuz sonuçlar doğuracak bir senaryo olarak görünüyor. Sudan krizi Mısır’ın güney sınırlarını, Libya sorunu batı sınırlarını, Sina yarımadasındaki sorunlar kuzey ve doğu sınırlarını risk altında tutmaktadır. Akdeniz’deki rekabet ve bilek güreşi düşünüldüğünde Mısır’ın dört bir tarafında krizlerle dolu bir tablonun ortaya çıkması, ülke güvenliği ve jeopolitiği için ciddi riskler barındırmaktadır.
Türkiye-Mısır Bölgesel İşbirliği Mümkün mü?
Tam bu noktada Türkiye’nin bölgesel varlığı ve rolünün daha da arttığı bir sürecin başladığı söylenebilir. Türkiye’nin artık bölgede müstakil bir aktör olarak hareket edebildiği ve Libya ve Azerbeycan’da da görüldüğü gibi etkili müdahalelerle sahadaki dengeleri etkilediği ve belli bir yöne çevrime potansiyeline sahip olduğu görülmüştür. İstikrarlı siyasi yönetim, güçlü güvenlik bürokrasisi ve etkili askeri teknoloji sayesinde Türkiye, ABD’nin Ortadoğu’dan çekildiği ve Rusya’nın Ukrayna savaşı ile meşgul olduğu bir denklemde pek çok bölgesel aktör için vazgeçilmez bir oyuncu haline dönüşmüştür.
Türkiye’deki seçimlerin hemen ardından yaşanan kimi gelişmeler de mevcut bölgesel rekabetinden bağımsız olarak değerlendirilemez. Seçim sonuçlarının netleşmesi ile birlikte BAE Dış Ticaretten sorumlu bakanı Sani el-Zeyoud sosyal medyada yaptığı açıklamada, BAE ile Türkiye arasında petrol dışındaki ticaretinin 40 milyar doların üzerine çıkmasını öngören anlaşmayı onayladığını açıkladı. Eş zamanlı bir dönemde Mısır Cumhurbaşkanlığı Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yeniden kazanan Recep Tayyip Erdoğan ile telefon görüşmesinde diplomatik ilişkileri derhal yükseltme ve birbirlerine yeniden büyükelçiler gönderme konusunda anlaştı.
Mısır ve BAE’nin bu hamleleri, Sudan ve Libya gibi krizlerde Türkiye’yi yanına çekme veya en azından karşısında almama gibi önemli bir motivasyonun varlığını göstermektedir. Bir Ankara-Kahire işbirliği kolay olmamakla birlikte yukarıda ifade edildiği gibi pek çok güncel gelişme ve ortak menfaat bu işbirliğini mümkün kılmaktadır. Kızıldeniz jeopolitiğindeki gelişmeler ve Sudan krizinde bölgesel aktörlerin farklı tarafları desteklemesi, yeni dengelerin oluşmasına neden olmuştur. Sudan krizi Mısır’ı hem güvenlik açığı hem de mülteciler konusunda ciddi bir krizle karşı karşıya bırakabilir. Daha önce Ankara ile ilişkilerini onarmada ağır davranan Kahire, son gelişmelerle birlikte Ankara’ya daha fazla ihtiyaç duyacaktır. Bunun yanında Libya’da General Hafter’in Mısır’a yönelik güven sarsıcı hamleleri ve BAE ile birlikte hareket etmesi Ankara-Kahire diplomatik işbirliğini kolaylaştırmaktadır.
Kızıldeniz jeopolitiğinde önemli bir güç haline dönüşen Türkiye için, Sudan, Cibuti ve Somali’deki etkisini sürdürebilme konusunda Sudan krizinin çözümü çok önemlidir. Akdeniz jeopolitiği bağlamında Türkiye için Libya’daki varlığı tarihi, ekonomik ve stratejik bir hamledir. Libya’da Türkiye’nin Mısır’la işbirliği zemini bulması, bölgede var olan yabancı güçlerin varlığının zayıflamasına yol açabilir. Böylece Ankara ve Kahire için kazan-kazan bir siyasetin oluşması daha kolay olacaktır.
Sonuç olarak Ankara-Kahire arasındaki ilişkilerin yumuşaması ve yeni işbirliği olanakları tarihi bir fırsat sunmaktadır. Libya hükümetinin de kontrol etmeye zorlandığı sınır güvenliğinin yanı sıra uyuşturucu ticareti, kaçakçılık ve insan ticareti gibi alanlardaki işbirliği sayesinde Libya’da kalıcı çözüm temin edilecektir. Ankara’nın Mısır’la daha yakın bir döneme girmesi halinde Mısır-BAE ve Suudi Arabistan-BAE gibi Ortadoğu içi rekabetinin farklı denklemleri de yeniden kurulacaktır.