2013-2014 ORDAF İhtisas Seminerlerinin üçüncüsü Naci Tikici tarafından gerçekleştirilmiştir. Seminer konusu Naci Tikici tarafından Marmara Üniversitesi’nde yüksek lisans çalışması olarak hazırlanmış ve başarıyla savunulmuştur. Seminerin videosu ve özeti burada ilginize sunulmuştur.

Naci Tikici

Millilî Aşiretine Tarihsel Bakış: Millilî Aşireti Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu’yu fethettiği sırada yararlılığı görülen ve bu nedenle mîr-i aşiretlik statüsü verilen aşiretlerdendir. Osmanlı Arşiv belgelerinde Millilî Aşireti’nin Ekrâd taifesinden olduğu belirtilmişse de[1] aşiretin Arap, Türk veya Kürt olduğu meselesi tartışmalıdır. Osmanlı Devleti’nin Doğu Anadolu’da yaptığı ilk tahrîrlerden, Millilî ismiyle anılan cemaatlerin yoğun olarak Mardin Sancağı’nda yaşadığı görülüyor[2]. Bu tahrîrlerden aşiretin yerleşik cemaatleri kadar göçebe oymaklarına da rastlamak mümkündür[3]. Yarı göçebe bir yaşam süren Millilî Aşireti, Ceylanpınar’dan, Nusaybin’e üç saat uzaklıkta bulunan çöldeki köylerde yaşamaktaydı. 18. yüzyılın Hollandalı ünlü seyyahı Niebuhr, Erzurum Urfa arasında bulunan aşiretin nüfusunu 11 bin çadır olarak zikretmiştir[4]. Bu önemli aşiretin 1834 yılında da 20 bin süvarisi bulunmaktaydı[5].

Aşiret ve Devlet: Millilî Aşireti’nin Osmanlı Devleti ile olan ilişkilerine baktığımızda, 18. yüzyılın başına kadar genelde sorunsuz bir seyir takip ettiğini görüyoruz. Ancak merkezî otoritenin eyaletler üzerindeki gücünün iyice azaldığı bu yüzyıldan itibaren aşiret, diğer aşiretler ve merkezî hükümet karşısında büyük bir sorun haline gelmiştir. Nitekim 1750’li yıllarda aşiret reisi olarak gördüğümüz Keleş Abdi oğlu Mahmut zamanından itibaren, Millilî Aşireti merkezî hükümeti oldukça uğraştırmıştır. Mahmut’tan sonra aşiretin başına geçen Timur, 1785’lerden itibaren Rakka ve Diyarbakır bölgesinde tam bir hegemonya kurmuştur. Bu süreçte Timur, Rakka Valisi Kiki Abdi Paşa ile mücadeleye girişerek onu yenilgiye uğratmış ve onun baskılarına dayanamayan Diyarbakır, Birecik ve Siverek köylüleri, köylerini terk edip başka yerlere göç etmişlerdir[6].

Timur’un Rakka ve Diyarbakır Eyaletleri’nde devam eden şekaveti karşısında halk da, devlete sık sık başvurarak kendilerinin bu saldırılara karşı korunmalarını istemekteydi[7].Timur’un artan şekaveti karşısında merkezî hükümet, 1789 yılında Bağdat Kölemen Valisi Süleyman Paşa’yı[8] görevlendirmiştir.Ancak Süleyman Paşa hiçbir zaman Timur üzerine gitmemiş ve her seferinde Bağdat’ta, el-‘Ubeyd Aşireti’nin yerleşik kolu olan Şavizadeleri, Timur üzerine göndermeyi tercih etmiştir. Bu seferlerde Timur yenilgiye uğramışsa da 1800/1801 yıllarında bu kez Bağdat Valisi Süleyman Paşa’nın teklifiyle kendisine Rakka Eyaleti Valiliği verilmiştir[9]. Timur, Rakka valisi olunca ilk önce kendisine rakip gördüğü el-‘Ubeyd Aşireti’nden intikam almak için harekete geçmiştir[10]. Ancak el-Ubeyd Timur Paşa’yı büyük bir bozguna uğratmış[11] ve Timur Paşa, perişan bir vaziyette Siverek’e yönelerek Siverek yakınlarında çadır kurmuştur[12].

Timur el-‘Ubeyd Aşireti’ne yenildikten sonra, Rakka’ya Sıvas valisi Veli Paşa tayin edildi. Veli Paşa merkezi hükümetin kararlı tutumu sonucu Timur üzerine gitmiş ve Timur az sayıda aşiret halkıyla beraber Rakka topraklarını terk edip Diyarbakır’a geçmek zorunda kalmıştır. Burada da Veli Paşa’nın saldırılarına dayanamayan Timur, sonunda Bağdat Kölemen Valisine sığınmak zorunda kalmış ve nihayet orada eceliyle ölmüştür (1805)[13]. Böylece uzun yıllar devleti uğraştıran Timur meselesi de kendiliğinden sona ermiş, fakat Timur gibi aşiretleri korkutacak, dirayetli otoriter bir yöneticinin olmaması yüzünden, Rakka uzun yıllar karışıklık içinde kalmaya devam etmiştir.

Timur’dan sonra önce Mahmud Bey, ardından Timur’un oğlu Eyüp Bey Millilî Aşireti’nin başına geçmiştir. Böylece Eyüp Bey’le birlikte Rakka’da bulunan aşiretler yeniden kontrol altına alınmış ve Rakka’da az da olsa düzen sağlanmıştır[14]. Bu dönemde Osmanlı Devleti’nin İran ile yaptığı savaşta, başta Millilî Aşireti olmak üzere Diyarbakır ve Urfa taraflarında bulunan aşiret kuvvetlerinin pekte istekli olmadıkları görülüyor. Nitekim 1820’li yıllarda, Osmanlı Devleti’nin doğuda İran Devleti ve Akkâ gailesiyle, batıda ise Yunan isyanıyla uğraşmasını fırsat bilen Millilî Aşireti Reisi Eyüp Bey, devletin zaafiyetinden yararlanarak, Rakka Bölgesi[15] özellikle Urfa, Birecik ve Rumkale’de eşkiyalığa başlamıştı[16].Bu durum karşısında merkezî hükümet, Eyüp Bey sorununu Rakka’ya yeni vali tayin etmekle çözmeye çalışmış ancak istenen başarı elde edilememiştir.

1828-1829 Osmanlı-Rus seferi sırasında da gerek Millilî Aşireti, gerekse Diyarbakır ve Rakka’da bulunan diğer aşiretler, İran savaşında olduğu gibi birtakım bahanelerle asker göndermeye yanaşmamışlardır. Bunun üzerine şark ordusu memuru, aşirete müdahale etmiş ve aşiretten zorla asker alma yoluna gitmiştir[17]. Savaşın sona ermesiyle birlikte II. Mahmut’un en önemli icraatlarından biri, Anadolu’da giderek büyük bir sorun olan aşiret reislerini, ayan ve yarı otonom Kürt emirliklerini kontrol altına almak olmuştur. Bu amaçla önce Rakka ardından Bağdat, Halep valisi Ali Rıza Paşa tarafından kontrol altıla alınmış, 1834 yılında da Reşit Mehmet Paşa tarafından Malatya’dan Musul’a kadar olan bir alanda ıslahat çalışmalarına başlanmıştır. Bu meyanda Diyarbakır taraflarında bulunan Millilî Aşireti’ne müdahale edilerek, aşiret kontrol altına alınmış ve ikişer ve üçer yüzlük haneler şeklinde Urfa, Siverek, Karakeçi, Birecik, Ergani ve Mardin taraflarında iskâna tâbi tutulmuştur[18]. Çok geçmeden de Eyüp Bey Diyarbakır’da vefat etmiştir[19].

Eyüp Bey’in ölmesi üzerine, aşiretin başına Timavi Bey, ardından da Mahmut Bey geçmişse de aşiretin siyasî ve sosyal alandaki etkinliği pek görülmemiştir. Ancak II. Abdulhamit döneminin kendine özgü koşulları, aşiret devlet ilişkilerinde Millilî Aşiretini yeniden ön plana çıkarmıştır. II. Abdulhamit’in Doğu Anadolu’da merkezî otoriteyi yerleştirmek için oluşturduğu Hamidiye Alayları’na Millilî Aşireti de İbrahim Paşa önderliğinde katılmış ve merkez Mardin olmak üzere 41, 42, 43 ve 44. alaylar içerisinde yer almıştır. Fakat oluşturulan bu alayların mahalli otoriteler yerine doğrudan 4. Ordu komutanlığına bağlı olmaları onların devlet kontrolünden uzak kalmaları sonucunu doğurmuş[20], bu durum ise  aşiretler arası çatışmaları ve aşiretlerden kaynaklanan şekavet olaylarını yeniden artırmıştır.

[1] ‘’…bunlar Ekrâd makûlesi olduğundan…’’ BOA., HAT., 448/22336-D  (23 Zilkade 1249/03 Nisan 1834); BOA., HAT., 447/22312-C (5 Zilkade 1249/16 Mart 1834).

[2] Yusuf Halaçoğlu burada Millilî yerine Milli tabirini kullanmıştır. Bk. Yusuf Halaçoğlu, Anadolu’da Aşiretler, Cemaatler, Oymaklar (1453-1650),C. IV, s. 1677-1679.

[3] ‘’Göçebe bulunan Millilü Aşireti’ne tabi otuza yakın oymak bulunmaktaydı.’’ Bk. Nejat Göyünç, 16. Yüzyılda Mardin Sancağı, s. 79.

[4] Niebuhr’tan aktaran Yusuf Halaçoğlu, 18. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun İskan Siyaseti ve Aşiretlerin Yerleştirilmesi, s. 46, 297 nolu dipnot.

[5] ’’…ve mûma ileyh rivâyet olunduğuna göre kabilece on beş yirmi bin kadar süvari ile inub binmekte idüğüne…’’ BOA., HAT., 448/22336-D (23 Zilkade 1249/03 Nisan 1834).

[6] BOA.,HAT.,27/1294 (10 Receb 1201/28 Nisan 1787).

[7] BOA., HAT., 27/1294 (10 Receb 1201/28 Nisan 1787)

[8] Mehmed Süreyya, Sicilli ‘Osmani yahud Tezkire-i Meşahir-i ‘Osmaniyye, s. 91-92.

[9] Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. VII, Matba’a-i ‘Amire, 1288, s. 170.

[10] Bk. Abbas el-Azzavi, Tarihu’l-Irak, C. VI, Bağdat 1954, s. 158; Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. VII, s. 355; Nazmizade, Tarih-i Devhatü’l-Vüzera Zeyl-i Gülşen-i Hulefa, Bağdad 1246, s. 126

[11] BOA., HAT., 118/4778 (06 Cemâziyelâhir 1218/23 Eylül 1803)

[12] BOA., HAT., 118/4778 (6 Cemâziyelâhir 1218/23 Eylül 1803)

[13] Necdet Sakaoğlu, a. g. e., s. 158-160.

[14] BOA., HAT., 494/24258 (23 Cemâziyelâhir 1236/28 Mart 1821).

[15] Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, C. XII, s. 84.

[16] BOA., HAT., 809/37201-E (11 Rebi’ülevvel 1238/26 Kasım 1822); BOA., HAT., 809/37201 (23 Rebi’ülevvel 1238/08 Aralık 1822).

[17]BOA., HAT., 443/22229-A (29 Zilhicce 1243/12 Temmuz 1828).

[18] BOA., HAT., 448/22320-A (23 Cemâziyelâhir 1251/16 Ekim 1835); BOA., HAT., 1264/48950-B (8 Rebi’ülevvel 1252/23 Haziran 1836).

[19] BOA., HAT., 532/26195-D (21 Şevval 1252/29 Ocak 1837).

[20] Bk. Bayram Kodaman, ‘’Hamidiye Hafif Süvari Alayları (II. Abdulhamit ve Doğu-Anadolu Aşiretlleri)’’ , TD, Sayı: 32 (Mart 1979), s. 451, 468.