IKBY Başkanı Mesut Barzani, dünyadan gelen bütün ikazlara rağmen “Kerkük’ün de dahil olduğu bağımsızlık referandumu, sonunda ölüm de olsa 25 Eylül 2017’de yapılacaktır” sözüyle köprüleri atmış ve dönülmez yola girildiğini ilan etmiştir. Geçmişte (1958) baba Barzani de, Kerkük için “Kerkük Kürt’tür, Kürt kalacaktır…onun için her bedeli ödemeye hazırız” demişti. Barzani yönetimi, o dönemde petrol zengini Kerkük’ü otonom Kürt bölgesinin başkenti yapmak istiyordu. Dolayısıyla, Kerkük ısrarının yeni olmadığı ve aslında Barzanilerin liderliğindeki Kürt ulusal hareketiyle paralel bir seyir izlediği söylenebilir. 2014 Haziranı’nda IŞİD tehdidi nedeniyle Peşmerge kontrolüne giren şehir için artık bağımsız Kürt devletinin sınırlarına dahil etme süreci de başlamıştı. 2017 Nisanı’nda kente IKBY bayrağı çekilmesi ve ardından da bağımsızlık referandumuna dahil edildiğinin açıklanması, “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” atasözünü hatırlatır gibiydi. Söz konusu referandumun yapılıp yapılmayacağı bir yana, sonucunda resmi bir bağımsızlığın dünya tarafından tanınıp tanınmayacağı ise zamanın göstereceği bir konudur. Bizim burada üzerinde duracağımız asıl mevzu ise tartışmaların odağındaki Kerkük’ün geçmişteki demografisi ve kültürel kimliği olacaktır.
Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki Kerkük ve demografisi olabildiğince siyasileşmiş konulardan biri haline gelmiştir. Kozmopolit nüfus yapısı ve petrolü sebebiyle “paylaşılamayan” bir kent olmasını da buna eklersek, kentin demografisini bilimsel ölçütlerde ortaya koymak hayli güçleşiyor. Dünya üzerinde demografik yapısına en fazla müdahale edilmiş şehirlerden biri olması, bu zorluğu daha da arttırmaktadır.
Kerkük şehri ve çevresi, Irak’ta Arap, Kürt ve Türkmen unsurlarının kesiştiği bir coğrafyada yer alması nedeniyle, her üç topluluğu da tarihsel olarak barındırmaktadır. Bu nedenle de, söz konusu unsurların birarada yaşadığı “Üç Dilli ve Kültürlü Bir Kent” olma özelliğini göstermektedir. Kerkük aynı zamanda, yerleşimleri bin yıldan daha eskiye giden Irak Türkleri’nin siyasi ve kültürel merkezi durumundadır. Ekseriyetle Bayat boyuna mensup olan Kerkük Türkmenleri, şehir merkezinden başka Altunköprü, Tuzhurmatu, Tazehurmatu, Dakuk (Tavuk) ve Kifri gibi, Kerkük’e tarihsel olarak bağlı bu yerleşimlerde de yaşamaktadır.
Kerkük’te Türkmen Kimliği
Irak toprakları ve Kerkük, Selçuklular, Timurlular, Celayirliler, Karakoyunlular ve Osmanlılar dönemlerinde yüzyıllar boyunca Türk devlet ve medeniyetlerinin yönetiminde kaldı. Süregelen göçlerin de etkisiyle, Türk nüfusu ve kültürü bölgeye yoğun olarak yerleşti. Nitekim, Irakeyn seferiyle (1533-1535) Osmanlı egemenliğine geçtiğinde, bir Türk yurdu olan Kerkük Türkçe ismiyle (Gökyurt Konağı) de anılmaktaydı. Yaklaşık dört yüz yıl kadar Osmanlı yönetiminde kalması, bu dönemi önemli kılmaktadır. Çoğunlukla yerleşik olan Türk nüfusunun yoğunluğundan dolayı şehir, Osmanlı yönetiminin bölgede pekişmesine büyük katkı yapmıştır. Osmanlı idarecilerinin, yerel yöneticilerden (beylerbeyi) özellikle Kerkük’ten bölgeyi yönetmesini istemesi de bu yüzden olsa gerektir. Bu konumu sebebiyle şehir ve çevresi, imparatorluğun bölgedeki önemli dayanaklarından ve İran’a karşı mücadelede üs noktalarından biri hâline gelmiştir. Kerkük, devletin bölgedeki idareci, subay ve memur ihtiyacını karşılayan bir kaynak işlevini de görmüştür. 19. Yüzyıldaki Osmanlı’nın merkeziyetçilik ve modernleşme çabalarında, Kerkük’ün Yeni Şehrizor Eyaleti’nin merkezi yapılması (1850) ve ayrıca yeni oluşturulan Musul Vilayeti’nin merkezi hâline getirilmesi (1879-1883), şehrin yukarıda bahsedilen konumuyla yakından ilgiliydi.
1875’ten 2003 yılına kadar Kerkük’te görev yapan toplam 34 belediye başkanından Kırdar, Neftçi, Yakubi, Arslan ve Salihi ailelerinden olmak üzere 22’si Türkmen; 8’i Arap ve 4’ü de (Talabânî ve Berzenci ailelerinden) Kürt’tür. İdare meclisi üyeliği ve belediye başkanlığının yanı sıra, 1909’daki Osmanlı Mebusan Meclisi’ne Musul Vilayeti adına Kerkük Sancağı’ndan gönderilen iki mebusun da Türkmen olması (Neftçizade M.Salih Paşa ve M.Ali Kırdar), yine şehirdeki Türkmenlerin konumuyla ilgilidir. Türkmen ailelerin (Fettah Paşa, Abdülmecid Yakubi, İzzet Paşa Kerkükî gibi) ilerigelenlerinin, işgalci İngilizler tarafından dahi mutasarrıflık (valilik), belediye başkanlığı ve bakanlık gibi üst düzey görevlere getirilmesi, aynı çerçevede değerlendirilmelidir. Şehrin nüfus bakımından çoğunluğunu oluşturan Türkmenler, siyasi tavırlarını da Türkiye lehinde göstermişlerdir. Örneğin, Musul meselesi süreci yaşanırken, Türkiye taraftarlığını saklamayan Türkmenler, -Gertrude Bell’in ifadesiyle- Türk yönetimini arzulayan faaliyetleri ve Faysal’ın krallığına karşı çıkmaları nedeniyle, İngilizlerin sıkı kontrolüne maruz kalmışlardır.
Türkmenler Osmanlı döneminde, Kerkük şehir merkezi ile buraya bağlı Tuzhurmatu, Altunköprü, Tavuk ve Tazehurmatu gibi yerleşimlerde ve bazı köylerde nüfusun esasını oluşturuyordu. Şehir merkezinde meskûn oldukları yerler ise, Kale, Korya, Musalla, Sarıkâhya, Beyler ve Şatırlı mahalleleridir. Şehir ve çevresi, Kırdar, Neftçi, Yakubi, Arslan, Salihi, Hürmüzlü, Sarıkâhya, Avcı, Akkoyunlu, Saatçi, Bayatlı, Nakip ve Terzibaşı gibi köklü ve tanınmış Türkmen aileleri barındırmıştır. Kerkük Türkleri’nin önemli bir özelliği, mesela Erbil Türkmenlerine kıyasla, Arap ve Kürtler’den daha az etkilenmiş olmalarıdır. Çiftçi, esnaf, tüccar ve sanatkâr olarak yerleşik ve şehirli bir toplum yapısına sahiptirler. Komşusu oldukları Araplar ve Kürtler ise, daha çok aşiret yapısını yansıtırlar. Dolayısıyla, Türkmenler arasında memurluk, öğretmenlik, subaylık ve doktorluk meslekleri hayli revaçtadır. Ancak bu durum, tayinler yoluyla Irak’ın geneline dağılarak kısmen asimile olmalarına da yol açmıştır. Mezhepsel açıdan bakıldığında, şehir merkezindekiler daha çok Sünni iken, Kerkük’e bağlı yerlerde hem Şii-Caferilik (Tuzhurmatu, Tavuk) hem de Sünnilik-Şiilik (Altunköprü, Tazehurmatu) birlikte görülür. Şii Türkmenlerin örf ve adetleriyle kültürleri kendine özgüdür. Ancak, son dönemde IŞİD’in ortaya çıkması ve buna karşın Şii milis güçleri Haşdişabi’nin nüfuz kazanmasıyla, ülkede mezhepsel aidiyet belirleyici bir hâle gelmiştir. Bu durum, Şii Türkmenlerin kısmen politize olmalarına yol açmıştır. Bununla birlikte, aralarında Türklük şuuru oldukça güçlüdür. Anadolu Türk kültürünün bir yansıması olarak, Bektaşilik Kerkük ve çevresinde varlığını sürdürmektedir. Kerkük’teki etnik kompozisyonun bir yansıması olarak, Türkçe, Arapça, Kürtçe ve Farsça karışımı bir dille konuşan Şebekler ve Kakailer de, yine Alevi-Bektaşi geleneklerini benimsemiş heterodoks dini cemaatlerden sayılmaktadır. Ancak bu küçük topluluklar, son yıllardaki mezhepsel rekabetin etkisiyle politize olarak kaybolmaktadırlar.
Osmanlı asırları boyunca özellikle Kerkük şehir merkezinin Türkmen kimliğiyle öne çıktığı, ekseriyetle Türkmenlerin yaşadığı bir şehir ve Irak Türklerinin de ana merkezi olduğu, ayrıca şehir halkının umumiyetle Türkçe konuştuğu hususları, güvenilir yerli ve yabancı kaynaklarda zikredilmektedir. Örneğin, 1548 tarihli ve 111 Numaralı Tapu Tahrir Defteri, Musul vilayet salnameleri, 19 ve 20. Yüzyıllara ait olan Osmanlı, Irak, İngiliz ve Fransız seyahatnameleri/eserleri (Mehmet Hurşit Paşa, Shiel, Soane, Edmonds, Hay, Longrigg, Cuinet, Noel, Bullard, Chardin, Batatu ve McDowall), Musul İngiliz konsolosluğunun raporları (1909 W.Young Raporu), İngiliz Kraliyet Coğrafya Kurumu’nun hazırladığı 1910 ve 1924 tarihli haritaları, Irak’ta güvenilir tek nüfus sayımı olan 1957 nüfus sayımı istatistikleri bunlardan bazılarıdır.
Kerkük’te Araplaştırma ve Kürtleştirme Politikaları
Sırasıyla Araplaştırma ve Kürtleştirme politikalarının ikisine birden maruz kalmaları, geçmişte yaşadıkları büyük travmalar (1924, 1946, 1959 katliamları), Türkmen ilerigelenlerin idam edilmeleri (1980), suikastlar, kamulaştırma, ağır baskı ve sürgün politikaları sebebiyle Kerküklü Türkmenler, tarihî yurtlarından yurtdışına göç etmek zorunda kaldılar. Şehirli bir toplum oluşları ve bu durumun etkisiyle nüfus artış oranlarının düşük olması, siyasi oluşumlarını geç dönemde ve yetersiz bir şekilde yapabilmeleri ve mezhepsel kutuplaşmalardan da etkilenmeleri, Kerkük Türkmenlerinin durumunu zayıflatan başlıca etkenler arasındadır.
Kerkük ve çevresini yurt edinen ve dolayısıyla sosyo-kültürel yapının şekillenmesine katkıda bulunan bir diğer grup da Sünni-Şafii olan Kürtler’dir. Osmanlı asırlarında daha çok aşiret kültürünü yansıtan bu topluluk ise, 2003 öncesine kadar genellikle Kerkük’ün civarı ve kırsal kesiminde nüfus çoğunluğunu oluşturuyordu. Ayrıca, şehrin kuzey mahalleleri de yaşam alanları arasındaydı. Bugün de Kerkük’teki nüfuzu hissedilen Talabânîler, şehrin en etkili Kürt ailesi/aşireti durumundaydı. Bu aileden Osmanlı dönemi ve sonrasında belediye başkanları, devlet adamları ve siyasetçiler yetişti. Kerkük’te tarikat grubu (Kadiri) olarak Berzenci Seyyidleri ile Hemvend, Şuvan, Davude, Şeyh Bizini ve Zengene gibi Kürt aşiretler de bulunmaktadır. Kraliyet döneminde kırsal kesimdeki Kürtler, şehre yakın boş tarım alanlarına göç ederek yerleştiler. Petrol endüstrisinin gelişmesine (1940’lardan 1960’lara) paralel olarak, Kürtler ve Araplar bu sektörde çalışmak üzere şehre geldiklerinden şehrin dış kesiminde yeni semtler (Arapha) kuruldu; böylece demografisi de değişmeye başladı. Hatırlanacağı üzere, I. Körfez Savaşı (1991) ve Amerikan işgali (2003) sonrasında Kerkük’teki nüfus ve tapu kayıtları da bilinçli bir şekilde tahrip edilmişti. Özellikle, 2003’te Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesiyle birlikte başlayan yeni süreçte ortaya çıkan Kürtleştirme politikasının bir sonucu olarak Kerkük’e Süleymaniye ve çevresinden getirilip yerleştirilen nüfus oldukça fazladır. Böylece, Kürt mahalleleri Şorca ve Rahimava nüfusça çok büyümüştür. Bu durum, şehrin nüfus artışından da anlaşılabilir. Öyle ki, 2003 öncesinde 800 bin olan Kerkük’ün nüfusu, 2010’dan bu yana 1.5 milyonu aşmıştır. Dolayısıyla, bu süreçte takriben 500 bin Kürt nüfus şehre getirilerek yerleştirilmiştir. Aynı dönemde, Arap ve Türkmenleri sindirmek amacıyla bombalama, suikast ve yerel yönetimi Kürtleştirme siyaseti de izlenmiştir.
Arap nüfusunun Irak’ın kuzeyinde ulaştığı son noktalardan biri de kuşkusuz Kerkük’tür. Kerkük Arapları, şehrin daha çok güney ve batısındaki kırsal kesimlerde yaşardı. Osmanlı döneminde genellikle göçebe (bedevi) ve yarı göçebe aşiretler (Tikriti, Hadidi, Cubur, Ubeyd, Şammar es-Sayıh ve Beni Nu‘aym) hâlinde ve şehrin civarında yaşarlardı. Mezhep olarak ise, Sünni’dirler. Kraliyet dönemi, 1958 ve 1968 ihtilalleri ve nihayet Saddam Hüseyin ve Baas rejimiyle birlikte yürütülen Kerkük’ü Araplaştırma (Arabization) siyaseti, 1979’da devlet politikası hâline gelmiştir. Bu politika, Arapların şehir merkezi ve çevresindeki nüfusunu büyük oranda (1977’de %45 nüfus oranı) arttırdı. Öte yandan, Baas politikaları çerçevesinde Kürtler ve Türkmenler Arap olarak yazılmaya zorlandı. Bu siyaset, başta Bayatlar olmak üzere bazı Türkmen oymakların kısmî Araplaşmasına da neden oldu. Araplar, Kraliyet ve Baas döneminde oluşturulup şu günlerde IŞİD’den geri alınmaya çalışılan Kerkük’ün Havîce ilçesinde de yoğun olarak yaşamaktadır. Kerkük’te ayrıca –sayıları az olmakla birlikte- Katolik Keldaniler, Süryaniler, Nesturiler ve Museviler de yaşamıştır. Bu gruplar, Türkçe, Arapça ve Kürtçe olmak üzere her üç dili de kullanmışlardır.
Görüldüğü üzere, Kerkük’ün Osmanlı dönemi sonuna kadar mevcut olan “doğal demografisi”, Araplaştırma ve Kürtleştirme politikalarıyla altüst edilmiştir. Bir diğer ifadeyle, Arapların ve Kürtlerin nüfusu yapay yollarla ve tedricen artarken, bundan en büyük zararı ise Türkmenler görmüştür. Sonuç olarak, terör ve kaos içindeki bir Irak var olduğu sürece, petrol zengini Kerkük IKBY’ye katılsın ya da katılmasın bu hâliyle uzunca sürecek bir anlaşmazlığın merkezinde yer alacaktır. Dolayısıyla, “ikinci Kudüs” olma potansiyeli bulunmaktadır. Bağımsız bir Kürt devletine katılma durumunda ise, İran’ın desteklediği KYB-Goran ittifakı ile KDP arasında –geçmişte de görülen- bir kuzey-güney mücadelesinin yaşanması, sürpriz sayılmamalıdır.