Suriye savaşı, Ortadoğu’da öteden beri alışkın olunan dengeleri değiştirmekle kalmadı, sınır değişiklikleri dahil yeni bir siyasal düzlem ortaya çıkardı. Savaşın başladığı tarihten beri sürekli derinleşen kaos, küresel güçlerin müdahaleleri nedeniyle çözümden biraz daha uzaklaştı.
Savaşın Suriye’ye ve Suriyelilere yıkım getirmesi yetmiyormuş gibi, başta Filistin meselesi olmak üzere Suriye’nin içinde bulunduğu tüm Ortadoğu denklemlerini de alt üst etti. Bu siyasal yıkım geleceğe yönelik olarak bölgesel aktörlerin oyun kurucu rollerini neredeyse sıfırlama noktasına getirdi. Bölgemizdeki her bir ülkenin bir diğerine karşı kuşkuyla bakması, ne soğuk Savaş döneminde ne de yakın tarihe kadar yadırganacak bir olgu değildi. Ama yeni Ortadoğu haritasında kimin ne oranda zarar göreceğini kestiremediğinden tüm bölge ülkeleri kontrolsüz bir ittifak yada düşmanlık sistemi içine itildi. Artık bir siyasal sorunda birbirine yakın görünen aktörlerin, başka bir cephede birbiriyle örtülü bir savaş içine girmeleri yadırganmıyor.
Ortadoğu’daki krizler geleneksel müttefikleri rakip haline getirmekle birlikte, geleneksel rakipler arasındaki düşmanlığı da farklı boyutlara taşıdı. Örneğin, İran bir yandan Batının örtülü desteği sayesinde kendi siyasal nüfuz alanını sistematik biçimde genişletirken, öbür yanda Suudi Arabistan’ın başını çektiği güçler aynı batının farklı biçimdeki desteği sayesinde varoluş krizini atlatmaya çabalıyor. Bu krizde hedefi şaşıran Suudi Arabistan, küçük lokma olarak gördüğü Katar’a yönelik tutumunu savaş ilanı boyutuna taşırken, bu bölünmenin etkileri Ortadoğu’nun farklı cephelerinde değişik yankılar buldu.
Suriye’de Savaş Yeniden Şekilleniyor
Bu yankılardan biri, zaten yeterince karmaşık durumdaki Suriye iç savaşında duyuldu. Savaşta birçok grup, körfezdeki bu kriz nedeniyle yaşanan gelişmelerde taraf tutmaları halinde güçlerinin daha da zayıflayacağını çok iyi biliyor. Bununla birlikte yine de kendi savaşlarından daha ziyade, farklı bölgesel güçlerin çekişmelerinde rol almaktan kurtulamıyor. Örneğin, Doğu Ğuta’da Suudi destekli Ceyşü’l-İslam ve Katar destekli Feylaku’r-Rahman grupları arasındaki çatışmalarda 95 kişinin hayatını kaybettiği yönündeki haberler, Körfez’deki gerilimin bölgesel yansımalarından küçük bir bölüm olarak yorumlandı.
Rejim saldırılarına karşı Feylaku’r-Rahman’ın 20 Haziran’da Ceyşü’l-İslam’dan gelen yardım talebini reddetmesi, silahlı gruplar arasında doğrudan çatışmalar yaşanmasa da rejime karşı ortak operasyonlarını olumsuz etkileyecek şekilde kendi içinde daha da bölüp parçalayacağını göstermiştir.
Ortadoğu’daki olaylar birbirini sürekli tetikleyen bir sarmal haline geldi. Suriye krizi, İran-Suud ilişkilerindeki gerilimi tetiklerken, bu iki ülkenin Katar üzerinden yaşadığı yeni sorunlar bu kez Suriye cephesinde yeni boyutlar yaratıyor. Ama bu sarmalın her aşamasında krizler biraz daha içinden çıkılmaz bir yöne evriliyor. Örneğin, Suriye’deki muhalif grupların bölgesel destekçileri arasında coğrafi olarak net bir nüfuz alanı paylaşımı savaşın başından itibaren alışılmış bir durumdu. Buna göre Suudi Arabistan, BAE ve Ürdün gibi ülkeler, savaşın ilk yılından itibaren Suriye’nin güneyindeki silahlı grupları desteklerken, Katar ve Türkiye ise daha çok kuzeydeki gruplara destek veriyordu.
Şimdi, son krizlerle birlikte bu dengeye yeni bir boyut eklendi. Böylece özellikle Türkiye tarafından göz önünde bulundurulması gereken bu yeni duruma göre, Suriye’deki PKK ve PYD güçleri ile Suudi Arabistan ve BAE arasında yaşanacak olan muhtemel yakınlaşma ciddi bir kartopu etkisi yapabilir. Böyle bir ittifakın olgunlaşması halinde, Türkiye’nin bu kez ABD desteğine ilave olarak Riyad ve Abu Dabi desteğini yanına alan PYD-PKK ikilisi ile de savaşması çok daha külfetli hale gelecektir. Nitekim PYD sözcüleri, Katar’a karşı Suudi Arabistan’ı destekleyen açıklamalar yapmaya başladılar bile.
Suriye’de sürmekte olan iç savaşın aslında bir vekâlet savaşından ibaret olduğu dikkate alındığında, Körfez’de patlak veren son krizin Suriye’deki gruplar arasındaki ilişkileri daha da etkilemesi kaçınılmaz. Ama bunun boyutlarını, ihtilafların ne kadar süreceği ve nasıl sonlanacağı belirleyecek. 6 yıllık savaş tecrübeleri göstermiştir ki, zaman ne kadar uzarsa sorun o kadar derinleşiyor ve çözümü zorlaşıyor.
Hamas ve İsrail
Sadece Suriye’nin geleceği açısından değil, bölgenin en kronik sorunu olan Filistin sorunu açısından da ciddi sonuçlar beklenmeli. Filistin’deki İsrail işgali ve insani sorunlar, Arap baharının başladığı tarihten itibaren neredeyse gündeme dahi doğru dürüst getirilmezken, bu kez Hamas ile mücadele adı altında var olan sorunların daha da katlanması söz konusu. Katar’ın Hamas’a desteğinden rahatsızlık duyan İsrail, aynı zamanda Gazze’ye yönelik insani yardımlar ve alt yapının onarılması konusunda Katar’ın oynadığı rolü kendisinin güvenliği açısından hayati görüyordu. Bu nedenle örneğin Körfez’deki son krizde İsrail, bir yanda İran ve Hamas’ı zayıflatacak gelişmeleri desteklerken, öbür yanda Katar’ın Hamas’la arabulucu rolünü ve Gazze’yi imar etme rolünü zayıflatmaktan kaçınmaktadır.
Katar’ın çekilmesiyle oluşacak boşlukta, Hamas’ın alternatif bir destek arayışına girip bu arada yeniden İran’la yakınlaşması gündeme gelebilir. Gazze ve Batı Şeria arasındaki bölünmüşlük nedeniyle bütüncül bir Filistin yönetimi olmaması, İsrail’i ve Batılı destekçilerini rahatlatırken, Gazze’ye sıkışıp kalmış olan Hamas’ın yeniden İran’la yakınlaşması Mahmud Abbas yönetiminin de işine gelmeyecektir.
Bu nedenle Gazze’nin ve Hamas’ın haddinden fazla istikrarsızlaşması, ne İsrail’in ne de Abbas’ın çıkarına görünüyor. Gazze’de yaşanacak bir öfke patlamasının her iki rejim açısından belirsiz sonuçları olabilir. Zira zayıf koalisyonlarla yönetilen İsrail’de savaş çığırtkanlığı yapan siyasetçiler, Hamas’ı bitirme adına hükümeti savaşa zorlayıp, mevcut Ortadoğu krizini fırsata dönüştürmek isteyebilir. İsrail, İran’a karşı Suudi Arabistan, Mısır ve Körfez ülkeleriyle ortak çıkarlara sahip olduğundan, krizin tırmanması belirli oranda onun işine gelecektir.
Ortadoğu’daki krizi tırmandırma konusunda geçmiş Obama yönetiminden farkı olmayan Trump’ın çelişik uygulamaları, bölge ülkelerinin kendi muhaliflerini ezme konusunda cesaret verici olmuştur. Mısır’ın İhvan’a karşı acımasız saldırıları, Filistin cephesinde İsrail’in elini daha da güçlendirmekle kalmamış, işgal karşıtı onurlu seslerin duyulmasını zorlaştıran bir gürültülü siyasal ortam ortaya çıkarmıştır.
Geçtiğimiz on yıllar göstermiştir ki çatışmalarda İsrail ilgi odağı olmadığında ve insanlık dışı uygulamalar nedeniyle baskı altına girmediğinde, bölgede yaşanacak her kaos fırsata dönüşmüştür. Mevcut kaotik durum, İsrail yönetimi için bu yönüyle hayati bir fırsattır. Netanyahu, uzun süredir Mısır ve Ürdün’ün ötesine geçip Körfez’e uzanarak bölgesel ilişkileri sessiz sedasız geliştirmekten bahsetmektedir. İsrail’in hesabına göre, Arap ülkeleri, şayet İran’dan ve Katar’dan daha fazla endişe duyarlarsa bu, İsrail üzerindeki baskıyı hafifletecek ve Filistinlilerin 70 yıla yakın bir süredir işgal yönetimi altında yaşadıkları sıkıntıları daha da gündemden düşürecektir. Böylece, yıllardır Ortadoğu’daki problemlerinin kaynağı olarak görülen İsrail giderek bu konumundan uzaklaşırken, Filistin meselesi Suriye, Irak, Yemen, Libya ve şimdi de Körfez’deki daha büyük çatışmaların gölgesinde kalacaktır.