Seyyid Muktada Sadr’ın Suudi Arabistan’a yaptığı ziyareti değerlendirmeden önce Irak içişleri bakanı Seyyid El A’raaci’nin yaptığı ziyaretine kırmızı çizgimizi koyalım.
Esseyid A’raaci’nin, Bedrin, Hadi el Amirî’nin ve Kasım Süleymani’nin en önemli adamlarından biri olduğunu herkes bilir ve İran’a temayülünden dolayı kınar. Bu yüzden A’raaci’nin ziyaretinin Bedr’den bir işaret gelmeden yapıldığına inanmak mümkün değildir. Hatta denilebilir ki İran, bu ziyareti Bağdat’tan önce bekliyor ve istiyordu.
Bazıları bu davetin Suudi veliahdı Muhammed b. Selman tarafından Yemen’de alınan başarısızlıkları hafifletme amacıyla yapıldığını zannetmektedir. Fakat gerçek bu değildir. Gerçekte İran’ın kendisi izolasyonu hissetmeye başlamıştır. Özellikle uluslararası, bölgesel ve Ortadoğu’daki parmakların tamamı, İran’in şii-dinî bir kıyafet altında dünyaya ve özellikle İslam alemine terör ihraç ettiğine işaret etmektedir. A’raacînin davete gitmesi Kasım Süleymanî’nin Riyad’a gitmesi kadar olduğundan hiç şüphe yoktur. Fakat görüşmede ne oldu, güçlü taraf kimdi? Kuşku yok ki güçlü taraf Suud tarafıydı. Zira davetin kabul edilmesi karşı tarafı dinlemeye hazır olduğunun bir göstergesidir.
A’raaci’nin dönmesinden sonra Suudi Arabistan Genel Kurmay başkanı General Abdurrahman b. Salih el Bünyan Irak’ ı ziyaret etti. A’raaci’nin ziyaretinde karşılıklı olarak mahkûmların mübadelesi konuşuldu. İran bunun ilk anlaşma olacağını bildiği için A’raaci’ye davete icabet etmesi için yeşil ışık yakarak bu anlaşmanın ardından da sınırların açılması ve bir ticaret anlaşmasının çıkmasını umuyordu.
Öyleyse Suudi Arabistan Genel Kurmay Başkanı siyaseten İran’a tabi olan Irak’ı niçin ziyaret etmeye muvafakat etmiştir?
Gerekçe oldukça basit idi. Yüksek düzeyde bir ziyaretçi İran’a Amerika’nın tekrar Irak’a dönebileceği ültimatomudur. Zira iki taraf arasında açılması planlanan veya tasarlanan sınırlar Amerikalıların gözetiminde ve korumasında olacaktır. Bu durum ise Ürdün ve Suudi Arabistan’a giden milislerin yollarını kapatarak Suriye’ye yönlendirilmesi ile sonuçlanacaktır.
Bir anlamda bu durum, Tel’afer’de İran’ın savaştığı bir dönemde Şii üçgenini oluşturmak isteyen velayet-i fakihin yolunu kesmek olacaktır. Diğer taraftan Velayet-i fakih dünyayı terörle ilişkisinin olmadığına inandırmaya çalışmaktadır. Ancak bu güneş altında rüya görmek gibi bir şeydir. Mesela devrim muhafızlarının Humeyni mezarına saldırarak hedef olduklarını göstermek için oynadıkları başarısız tiyatro İran’ın zaafını göstermektedir. Uluslararası mahfilleri inandırarak sözde teröre karşı oluşumların içinde yer almak istemişlerdir. Fakat kim inanacak? Hiç kimse…
Seyyid Sadr’in Ziyareti
Bütün bunlar bir yana, Seyyid Sadr’ın Suudi Arabistan’ı ziyaretinin başka anlamları bulunmaktadır. Her şeyden önce o, Irak’ta Amerikan varlığına karşı olmakla tanınan bir şahsiyettir. Unutmamak gerekir ki Sadr, Irak rejiminin düşüşünden onlarca sene önce ortaya çıkan dini bir aileden gelmektedir. Kendisi sürgünlerin, komploların ve tankların ürettiği biri değildir. O alim kişiliği ve doğruluğu ile Şiilerin efsanesi olmuştur. Evet kendisine bağlı olanların pek çok hataları, hırsızlıkları, gaspları vs. olmuştur. Fakat onun Iraklıların zihnindeki yeri bütün bu olaylardan ve gelişmelerden farklı bir yer tutmaktadır.
Suudi Arabistan Sadr’a davet gönderdiğinde bu davet, kendi gurubuna veya partisine değil, ailesi ve konumu, dini kişiliği dünyaca bilinen bizzat kendi şahsına olmuştur. Bu yüzden bu ziyareti A’raaci gibilerinin diğer ziyaretlerinden ayrı okumak zorundayız.
Davet kesinlikle önce bir Suud zaferi sonra da Irak Şiiliğinin zaferi olarak görülmelidir. Öyle ki bu asrın başarılarından sayılacak bir zaferdir. Zira bu gelişme bütün düşmanlıkları, husumetleri bir kenara iterek, başkalarının fikirlerini dinleme ve Arapların saflarını güçlendirme yolunda önemli bir adımdır.
Her şeyden önce Irak şiiliği ile Velayet-i fakih anlayışıyla şiileşmişlerin arasındaki farkları bilmemiz gerekmektedir. Zira ikisi arasında büyük uçurumlar vardır.
Suudi Arabistan, Kuveyt’i işgal etmesinden dolayı kendisi ile anlaşamamasına rağmen Saddam’ın düşmesinden önce Irak ile olan iyi ilişkilerini yeniden tesis etmek istiyor. Fakat, kabul etmek gerekir ki Suudi Arabistan, Irak’ın, Arapların arasına dönme istediğinde geç kaldı. Buna rağmen ve yolun zor ve engebeli olduğunu bile bile şimdi bu konuya sıkı sıkıya sarıldı. Zira İran’ın bu yola bir çok mayınlar döşeyeceğinde, araya fitne sokacağında kuşku yoktur. İran’ın ve Velayet-i fakih’in Irak’ta ektiği ve ekmeye devam ettiği mezhepçiliğin oluşturduğu zorluklara rağmen Irak sokağı bu taze havayı solumaya başlamıştır.
Bu ziyaret tamamen tabiidir. Sadr Iraklı bir şahsiyet ve bütün tarafları ile Sünni, Şii, Kürt ve hatta Yezidi Irak toplumunun tamamen bir parçasıdır.
Bu ziyaretin Irak hükümeti ile de ilişkisi yoktur. Irak hükümetinden hiç kimse Seyyid Sadr’a böyle bir ziyareti yaptıramayacağı gibi tenkit de edemez. Irak Şii toplumunun büyük çoğunluğunun onayladığı bir ziyarettir. Bu gecikmiş ziyaret sokak diplomasinin bir sonucudur. Gecikmiş olsa da yapılmamış olmasından çok daha iyidir.
Suudi Arabistan’ın dikkate alması gereken önemli başka bir nokta vardır. O da Hizbu’d-Dave (Davet Partisi’nin) parçalanmışlığıdır. Abbadî ve Malikinin ikisi de aynı partiden olmalarına rağmen, Maliki İran’a; Abbadi ise İran’dan gelen övgülere rağmen, Amerika’ya bağlıdır.
Bağdat-Suudi ilişkilerinin gecikmesinin bütün sorumluluğunu da Suudi Arabistan’a atmamak gerekmektedir. Zira Irak iktidarlarının temsilcileri sürekli Arabistan’ı töhmet altında bırakan sözler ve hatta küfürler etmekteydiler. Fakat şimdi Riyad bunları tamamen arkaya atarak Irak ile yeni bir sayfa açmaya başladı. Öyleyse ufukta siyasi şahsiyetlerden bağımsız ve uzakta, mevcut sorunlardan çıkış için bir girişim, bir ışık gözükmüştür.
Ortada zor bir denge vardır evet. Sünni-Şii soğuk harbi yaşanmaktadır. Evet, ayrıca burada vekalet savaşları da yaşanmaktadır. Ortada barbarlık mevcuttur fakat bütün bu sorunların aşılması, mezhepçi yaklaşımların terk edilerek, Arap kimliğine doğru yaklaşılması da bir zorunluluktur.
İran ve özellikte Irak’taki Davet Partisi Sadr’in ziyaretinin sonuçlarını sömürmeye çalışacaktır. Zira Irak siyasetinde değişiklik yapmak isteyenlere karşı İran’ın değişmez tavrıdır bu. Ancak bu ziyaret, kutsal bir ziyaret olmuştur. Burada katkıları olan herkese teşekkür etmek gerekmektedir. Sadr Suudi Arabistan’dan dönüşte Iraklılar’dan oluşan önemli bir kalabalık tarafından karşılanmıştır. Bu da ziyarete duyulan memnuniyetin ve başarısının delilidir.
Aynı şekilde Suudi Arabistan’da Devlet Bakanı Samir es-Sebhan’ın Sadr’ı karşılamasının tarihi bir anlamı vardır. Kendisi Suudi Arabistan’ın Irak büyükelçisi idi ve o zaman Irak sokağının taleplerine kayıtsız kalmıştı. Bu yüzden geri çekilmesi için benim de içinde bulunduğum guruplar gösteriler yapmıştı. Ancak şunu itiraf etmek gerekir ki, İran’ın teşviki ile Irak sokaklarında ona karşı oluşan tepki bir hataydı. Siyaseti esasında doğru idi fakat içeride bazı yanlış siyasiler ile özensiz ilişkiler geliştirmişti.
Burada şu hususu hatırlatmakta yarar vardır. Irak’ta Sünni hareket doğru bir şekilde yönlendirilmez ise ne Irak’ta ne de Şark’ta asla istikrar sağlanamaz. Şu anda Irak’ta Sünnilerin rolü ya tamamen devre dışı kalmış ya da çok sınırlıdır. Son Sünni işbirliği girişimi, içerisinden gelen bazı engellemelere rağmen oldukça önemli idi ve sürdürülmeliydi. Bu maksatla bu hareketin daha fazla Sünni liderleri de içine alarak aktif hale gelmesi gerekmektedir.
Suudi Arabistan’ın girişimi on yıl gecikmiş olsa da artık Seyyid Sadr ile birlikte yeni bir dönemin başlatılması umudu vardır.
Ben bir Sünni’yim ve diyorum ki, bu ziyaret Irak için bir zaferdir. Bugün Irak toplumu Seyyid Sadr’e geçmişten daha fazla muhtaçtır. Artık İran, Irak‘ın rehinelerin yurdu ve bir kumar sahası olmadığını anlamalıdır. Amerika da artık Velayet-i fakih’in nüfuzunun daha fazla uzamasına imkan sağlamayacaktır.
Bütün Arap dünyası, özellikle Sudi Arabistan, Türkiye, Mısır şunu bilmelidir: Bölgede istikrar Bağdat’tan başlar ve Kudüs ile neticelenir.