Donald Trump sonrası Amerika ile Avrupa arasında başlayan ayrışma ve transatlantik ilişkilerde yaşanan kriz durumu, küresel siyasetin tüm dinamiklerini etkileyen bir etki yaratmıştır. Ortadoğu, tarihsel olarak, küresel güç mücadelelerinin önemli merkezlerinden biri olduğundan, söz konusu yeni durumdan önemli ölçüde etkileneceğini beklemek sürpriz olmayacaktır. Stratejik konumu, enerji kaynakları ve jeopolitik öneminden dolayı büyük devletlerin ilgisini her zaman çekmiş olan bölge, günümüzde süren küresel güç dengelerindeki büyük dönüşümlerin etkisi altında da önemli bir değişim süreci yaşamaktadır.

Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından küresel düzeyde tek kutuplu bir yapı olarak ABD hegemonyası belirginleşmeye çabalamıştı. Ancak 21. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Çin’in ekonomik gücünün artması, Rusya’nın yeniden askeri etkinlik göstererek bölgesel nüfuz alanlarını genişletmesi gibi gelişmeler, çok kutuplu bir dünya düzenine doğru gidildiğini gösteren ipuçları taşımaktadır. Özellikle Çin’in Asya-Pasifik bölgesindeki etkisi, Rusya’nın Avrupa’daki stratejik adımları ve ABD’nin Ortadoğu’daki etkisinin azalma eğilimleri, küresel dengeleri yeniden şekillendiren faktörler arasında yer almaktadır.

Bu dönüşüme bir de Ukrayna savaşında somutlaşan ABD-AB çekişmesi ve NATO çerçevesindeki tartışmalar eklendiğinde Ortadoğu’daki jeopolitik dönüşüm kaçınılmaz hale gelmiştir. Küresel güç mücadelesinin değişen doğası, Ortadoğu’daki bölgesel aktörlerin kendi stratejik çıkarlarını daha fazla ön plana çıkarmalarına olanak sağlamaktadır. Bölge ülkeleri, küresel güçler arasında denge kurma ve kendi güvenliklerini sağlama amacıyla diplomatik manevra ve yeni ittifak arayışlarına hazırlanmaktadır. Mısır, Suudi Arabistan, İran, Türkiye gibi ülkeler, ABD’nin bölgedeki askeri varlığının azalmasının ardından kendi bölgesel stratejilerini daha bağımsız bir şekilde şekillendirme sinyalleri vermektedir. Bu, aynı zamanda bölgedeki geleneksel ittifakların sorgulanmasına ve yeni ittifakların ortaya çıkmasına neden olacak bir dönüşümü tetikleyebilir.

Ortadoğu’nun küresel güç mücadeleleri içindeki önemli rolü, yalnızca stratejik konumundan ve enerji kaynaklarından kaynaklanmamaktadır. Bölge, aynı zamanda etnik, dini ve mezhebi çatışmaların yoğun yaşandığı bir alan olduğundan, bu dinamikler küresel düzeyde büyük etkiler yaratmaktadır. Çin, Kuşak ve Yol İnisiyatifi çerçevesinde Ortadoğu ile ekonomik ve ticari ilişkilerini güçlendirmekte; Rusya ise Suriye’de zayıflamaya başlayan askeri varlığı ile bölgede kendine yeni nüfuz alanları ve ittifaklar aramaktadır. ABD’nin Irak ve Afganistan’daki askeri müdahalelerinin kötü mirası sebebiyle (İsrail’in desteklenmesi haricinde) bölgeye yönelik ilgisizliği, bölgede bir tür güvenlik boşluğu oluşturduğundan, Rusya ve Çin Ortadoğu’da boşluğu doldurma hamlelerini artırabilecektir.

Küresel aktörlerin Ortadoğu’daki etkisi, sadece askeri ve ekonomik faktörlerle sınırlı olmayacaktır. Bölgeye olan ilgilerinin bir diğer önemli boyutu, Ortadoğu’daki stratejik ittifaklar ve düşmanlıklar üzerinden şekillenen güvenlik yapılarıdır. Özellikle ABD’nin Orta Doğu’daki askeri üslerini azaltma ve bölgesel güçlerin daha fazla inisiyatif almasına olanak tanıma eğilimleri, bu yapıları dönüştürmeye yönelik bir hareket olarak değerlendirilebilir.

Ortadoğu’nun geleceği, bu değişen küresel güç dinamiklerinin etkisiyle şekillenecektir. Bu anlamda Suriye’nin Kuzeyinden başlayarak Gazze’ye uzanan doğu Akdeniz hattındaki hassas dengeleri daha da belirsiz bir dönem beklemektedir. Üstelik bölgedeki güç mücadelesi, yalnızca askeri faktörlerle değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasi stratejilerle de belirlenmektedir. Özellikle enerji geçişi süreci, petrol ve gazdan yenilenebilir enerjiye doğru evrilen küresel bir dönüşüm, Ortadoğu’nun ekonomik yapısını önemli ölçüde etkileyecektir.

Ortadoğu ülkeleri, petrol ve gaz gibi doğal kaynaklara dayalı ekonomik modellerden uzaklaşarak daha çeşitlendirilmiş ve sürdürülebilir ekonomik yapılar kurma çabasında olduğu için bu süreç, bölgedeki ülkelerin uzun vadede enerji dışı sektörlerde, özellikle teknoloji, turizm, finans ve sanayi gibi alanlarda büyümeyi hedeflemelerini gerektirmektedir. Petrol ve gaz gelirlerine bağımlılığını azaltmaya çalışan Körfez ülkeleri, kalkınma stratejilerini yeniden şekillendirerek eğitim, sağlık, altyapı yatırımları gibi önemli alanlara odaklanmaktadır. Bu dönüşüm süreci özellikle Avrupa’nın da ekonomik anlamda daha fazla sahada olma güdülerini teşvik edecektir.

Suudi Arabistan, “Vision 2030” programı çerçevesinde ekonomik çeşitlenme stratejilerini belirlemiş ve petrol dışı sektörlerde büyüme hedeflemektedir. Bu çabalar, özellikle teknoloji, finans, sanayi ve altyapı gibi alanlarda yatırımlar yapılmasını teşvik etmektedir. Bu dönüşüm, sadece ekonomik kalkınma için değil, aynı zamanda bölgedeki güvenlik ve istikrar için de kritik öneme sahiptir. Enerji geçişinin nasıl yönetileceği, bölgenin gelecekteki ekonomik yapısının ve politik istikrarının şekillenmesinde belirleyici olacaktır. Bu anlamda kendi enerji ithalatını çeşitlendirmeye çalışan AB ülkelerinin, uzun süredir oluruna bıraktıkları Avrupa ordusu ve ortak dış politika yapılanmasına yeniden ağırlık vermesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu anlamda bölgede kendilerine yeni nüfuz alanları oluşturmaya çalışan Rusya ve Çin ile AB arasında yeni bir rekabetin oluşması kaçınılmazdır.

Ortadoğu’nun en belirgin özelliklerinden biri, bölgedeki etnik ve mezhebi çeşitliliktir. Araplar, Kürtler, Şiiler, Sünniler, Hristiyanlar ve diğer etnik ve dini gruplar, bölgedeki sosyal yapıyı şekillendiren önemli unsurlardır. Arap Baharının ardından, bölgedeki halk hareketleri, demokratikleşme talepleri ve kimlik politikaları çok daha hassas bir sürece evrilmiştir. Bu süreç, bazı ülkelerde demokratikleşme çabalarının güçlenmesine yol açarken, bazı ülkelerde ise baskıcı rejimlerin yeniden güç kazanmasına neden olmuştur. Küresel güçlerin yeni ittifaklar oluşturmasına uygun bir zemin hazırlayan bu durum, bölge ülkelerinin yeniden gelecek vizyonu inşasına yol açmaktadır.

Bölgedeki kimlik meseleleri, özellikle Sünni-Şii çatışması, Kürt hareketleri ve Arap milliyetçiliği gibi dinamikler, Ortadoğu’nun gelecekteki güvenlik yapısını etkilemeye devam edecektir. Bu kimlik meseleleri, sadece iç politikada değil, aynı zamanda küresel güç mücadelesinin bir parçası olarak da şekillenmektedir. Örneğin, İran’ın Şii nüfuzunu genişletme çabaları, Suudi Arabistan’ın Sünni liderliği arayışı ve Irak ve Suriye’deki Kürtlerin bağımsızlık talepleri, bölgedeki ilişkilerde belirleyici dinamikler olmayı sürdürecektir.

Ortadoğu’nun sosyal dinamikleri içinde bölgenin sahip olduğu genç nüfus, eğitim ve teknoloji konusu başta olmak üzere sosyal değişim ve ekonomik modernleşme taleplerini daha da artırmaktadır. Teknolojik gelişmeler, özellikle yapay zekâ, dijitalleşme ve yeşil enerji alanlarında Ortadoğu’yu da etkilediği için, genç nüfusun bu süreçteki etkinliği, toplumların daha dinamik, özgürlükçü ve girişimci hale gelmesine olanak tanıyacaktır. Bu arayış, söz konusu küresel trendlerle uyum arayışındaki yeni kuşağın ittifak biçimlerini de etkileyecektir.

Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirecek bir diğer önemli faktör, bölgedeki ülkeler arasında yeni ittifak oluşumları olacaktır. Özellikle, İsrail ve bazı Arap ülkeleri arasındaki normalleşme süreci, bölgedeki güvenlik mimarisinin yeniden şekillenmesine yol açabilir. Aksa Tufanı sonrasında Gazze’de yaşanan soykırım nedeniyle hızını kesmiş görünen İsrail ile normalleşme süreçleri hem bölgesel güvenliği hem de küresel siyasi dengeleri önemli ölçüde etkileme potansiyelini korumaktadır.

İran’ın azalan siyasi ve askeri nüfuzuna karşın Türkiye ile Mısır’ın artan yakınlaşma eğilimi yeni bir stratejik denge durumu ortaya çıkarabilir. Bu ittifaka dışarıdan sempatiyle bakacak olan Suudi Arabistan ve Körfez bölgesinin eklemlenmesi, bölgede yeni bir güç dinamiğine zemin hazırlayacaktır. Suriye ile Türkiye arasındaki uyum, kısa süre sonrasında Lübnan’ın da böyle bir bölgesel ittifaka kayıtsız kalmasını önleyecektir. Bu ittifaklar, sadece kendi içinde bölgedeki değil aynı zamanda Batı ile Ortadoğu arasındaki stratejik ilişkilerin doğasını da etkileyecektir. Bu durum, bölgenin gelecekteki güvenlik yapısının ve ekonomik ilişkilerinin nasıl şekilleneceğini belirleyecektir.

Sonuç olarak Ortadoğu, küresel güç dinamiklerinin yeniden şekillendiği bir dönemde önemli bir değişim sürecinden geçmektedir. Bölgedeki güç mücadeleleri, küresel aktörlerin stratejik adımları, enerji geçişi, sosyal değişimler ve kimlik politikaları gibi bir dizi faktör, Ortadoğu’nun geleceğini şekillendirecektir. Bu süreçte, bölgesel aktörlerin kendi stratejik çıkarlarını savunma çabaları, yeni ittifakların kurulması ve küresel güç dengelerinin etkisi büyük bir rol oynamaktadır. Ortadoğu’nun geleceği hem bölgesel hem de küresel düzeydeki değişimlerin bir yansıması olarak şekillenecektir.