Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF), kuruluşunun 10. yılı olan 2018’de Türkiye’de Ortadoğu çalışmalarının son 10 yılda kat ettiği mesafeyi ortaya koymak, bu çalışmaların varsa metodolojik ve ampirik dönüşümlerini irdelemek, bu süre içerisinde yayınlanan önemli çalışmalara dikkat çekmek ve Türkiye’de Ortadoğu çalışmalarının daha kurumsal bir hale gelebilmesi için öneriler sunmak adına Türkiye’nin önde gelen Ortadoğu uzmanları ile “Türkiye’de Ortadoğu Çalışmalarının 10 Yıllık Muhasebesi” başlıklı bir röportaj serisi başlatmıştır.
Aşağıda sorularımıza Doç. Dr. Murat Yeşiltaş tarafından verilen cevapları bulacaksınız.
- Türkiye’deki Ortadoğu çalışmalarında kendi disiplininiz ve çalışma alanınız açısından son 10 yılda ne tür değişimlerin yaşandığını gözlemlediniz? Özellikle konu, metodoloji ve yaklaşım bakımından dönüşümler olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye’de Ortadoğu Çalışmalarının Uluslararası İlişkiler içinde çok merkezi bir konuma yükseldiğini söylemek mümkün. Bunun bir çok sebebi olmakla birlikte Türkiye’ye has iki temel itici faktörden etkilendiğini söylemek mümkün. Birincisi tarihsel olarak Ortadoğu’nun hem Türkiye’nin dış politikasında hem de akademik dünyada edindiği konumun son 10-15 yıl içerisinde çarpıcı bir biçimde değişmesi. Büyük ölçüde Ortadoğu hem dış politikanın bir bütün olarak hem de akademik ilgilin merkezine oturdu. İkinci önemli sebebi ise, Ortadoğu’da 2003 Irak işgali ile başlayan büyük bir dönüşümün yaşanması. Bu dönüşüm ister istemez konu başlıklarında hızlı bir değişime sebep oldu. Bu anlamda konu başlıkları hızlı bir değişim gösterdi, çeşitlenmeyi beraberinde getirdi. Yeni yaklaşımlara olan ihtiyaç bu dönemde daha fazla arttı ve bu süreç teorik angajmanları da değiştirdi. Konvansiyonel yaklaşımlar hızla terk edildi ve moda konular neyse ona ilişkin modeller hızla benimsendi. Burada birçok sıkıntı ortaya çıktı. Ortadoğu’ya ilişkin pragmatik yaklaşım, tarihsel sürekliliğin eksikliği, kurumsallaşma problemi sayabileceğimiz daha birçok sorun son on yılda niceliksel bir değişimi sadece görünür kıldı. Niteliksel bir değişim olduğunu düşünmüyorum. Hala ciddi sorunlar var. Teorik düzeyde konuşmak pek doğru olmaz. Türkiye’deki Ortadoğu Çalışmaları “Batının kötü bir taklidi” maalesef. Kendine özgü hiç bir yanı yok. Suriye, Filistin, Irak temelli ülke çalışmalarından tutun da Arap milliyetçiliği, Siyasi İslam, Selefilik veya Halifelik çalışmaları, Batı’nın ya kötü bir taklidi ya da oradan kaynaklı literatürün üzerine inşa ediliyor gibi adeta. Terörizm meselesi örneğin, Batı olmadan anlaşılamaz bir konumda neredeyse. Yani bu şu demek, siz Ortadoğu’daki siyasi şiddet meselesini anlamak için referans alacağınız bir tane orijinal Türkçe esere temas edemiyorsunuz. Bu bugünün sorunu değil, son 15 yılın da sorunu değil. Bu tarihsel, kültürel ve hatta artık yapısal bir sorundur. Klasik metinlerle irtibatımız yok denecek kadar az Ortadoğu çalışmalarında. İlahiyatçıların daha iyi değil ama daha fazla Arapça bilmelerinden dolayı “ahkam kestiği” bir Ortadoğu çalışmalarına sahibiz. Konuşan, yazan, bilgi üreten hiç bir özne Ortadoğu çalışmalarının değil başka alanların öznesi. Bu belki de Ortadoğu çalışmalarının bir açmazı.
Ama her şeye rağmen, yeni nesil bilgi üretimi ve bilgiye ulaşma yöntemleri eskiyi tedavülden kaldıracak gibi görünüyor. Fakat asıl meydan okuma yeni akademisyen profilinin de değişmiş olması. Alimden düşünce insanına oradan akademisyene, şimdi de akademisyenden her şeyin karışımı olan yeni bir prototipe doğru bir değişim söz konusu. Daha melez bir şey bu. Ne bir alimin tefrik edici özelliğini bünyesinde ihtiva ediyor ne de standart akademisyenin. Hepsinden birazcık olmaya çalışıyor. Aslında kötü bir karışım. Belki de Ortadoğu’nun mevcut siyasal ortamı böyle olmayı gerektiriyordur ama ben bu şekilde yeni bir Ortadoğu çalışmaları inşa ederek anlayışımızı derinleştirebileceğimizden emin değilim.
- Türkiye akademisinde son 10 yılda Ortadoğu çalışmalarına karşı artan bir ilgi olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa bu ilginin temel nedenleri nelerdir ve bu ilgi uluslararası literatüre katkı sağlamaya dönüşebildi mi?
Evet, koca bir evet. Bir ilgi söz konusu. Yukarıda da ifade ettim. Türkiye-Ortadoğu ilişkileri köklü bir değişim geçirdi. Bu değişim sırasında bir de baktık ki aslında Ortadoğu’yu hiç tanımıyormuşuz. Yanı başımızdaki Suriye hakkında en iyi literatürü Fransızlar, Amerikalılar, İngilizler ve Almanlar oluşturmuş. Birinci kuşak oryantalistler zaten bütün temeli atmışlar. Sonrasında ise diğerleri için iş çok da zor olmamış. Çarpıcı bir misal olması bakımından Suriye’ye yönelik angajmanımız verilebilir. Esed’i Suriye’nin merkezine yerleştirirseniz ne rejimi ne de Suriye’nin tarihsel dönüşümü anlayabilirsiniz. Başımıza gelen de tam buydu. Bu sizin bilgiyi üretiminizin bir parçası. Siyaset tam da böyle bir şeydir, bilgiden bağımsız işlemez. Türkiye-Ortadoğu ilişkileri dönüşürken, Ortadoğu çalışmaları da dönüştü. Hızlı bir ilgi artışı yaşandı ama bu nitelikli oldu mu emin değilim. Nitelikli olması için birçok koşulun bir araya gelmesi lazım. Ülkenin en önemli bilim yapısı TÜBİTAK’ın bir akademisyen için sosyal bilimlerde ayırdığı bütçenin 360 bin tl’yi geçmediği bir yerde bu zaten gerçekleşmez. Öte yandan aldığınız projeden yurt dışında saha araştırması yapamıyorsanız herşeyi unutun gitsin. Sıradan bir üniversitede çalışan bir akademisyenin deniz aşırı bir ülkeyede konferansa katılmasını ise aklınıza dahi getirmeyin. Üniversitelerin sorunları çok derin. Bu Türkiye’deki Ortadoğu çalışmalarına da yansıyor. Yani kurumsallaşma ve akademinin finansmanı problemi Türkiye’de her zaman vardı, şimdi de var. Dünya genelinde de var tabi. İngilizler ciddi bir üniversite krizi yaşadı geçtiğimiz on yıl içinde. Bazı sosyal bilim bölümlerini birleştirdiler, fonları kestiler, keşifci yeni araştırmaları fonladılar. Ama bunlar olurken stratejik kurumlardan ve stratejik konulardan vazgeçmediler. Bizde sorun daha büyük tabi. Bu üniversite sistemiyle niteliği arttırmak çok zor görünüyor. Niceliğe değil iyi kütüphaneye, iyi online kütüphaneye, iyi fonlanan orijinal araştırmalara ihtiyaç var. Her şeyden önce de iyi akademisyene.
Türkiye’nin bir Kudüs sorunu olduğu Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı zaman aklımıza geldi. Sonra pragmatik bir şekilde üniversiteler Kudüs Araştırma merkezi kurmak için YÖK’e başvurmaya başladılar. Daha önce aklınız neredeydi? Bu soruya kimse cevap veremiyor. Asıl dert, Kudüs araştırmaları değil tabii ki. Asıl mesele, görsellik ve gösteri! Üzgünüm ama bu böyle. Elbette atılmış her adım başlı başına çok değerli. Birçok girişim var. Hepsi başlı başına değerli. Ben başka bir şeye dikkat çekiyorum! Türkiye’de adında İslam var diye Ortadoğu araştırmaları yapan kurumun adı değiştirildi 28 Şubat sürecinde. Sonradan normalleşti tabi ama içeriği bugün kimi tatmin ediyor? Türkiye’de Arapça öğreniminin devlet güvenliğine tehdit algılandığı bir dönem yaşandı, bunu da herkes biliyor. Gelmek istediğim nokta şu: mesele akademik değil sadece, geldiğimiz nokta siyasetin ve ideolojik çarpıklığın bir sonucu. İdeolojik çarpıklık hala devam ediyor. Kimliklerden mülhem bir Ortadoğu çalışmaları angajmanımız var. İslamcının Ortadoğusuyla Kemalistin Ortadoğusu çok farklı. Fark elbette olacak. Ama birbiriyle rekabet ederek bilgi ve anlayış birikimi sağlamak şartıyla. 
Mesela benim de içinde bulunduğum Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü, umut vaat eden bir kurum. Bir kaç akademisyenin idealizmiyle bir kitap projesi olarak başladı. Bugün en az beş farklı dilde eğitim verebilecek kapasiteye ulaştı. Bünyesinde 40’a yakın çalışanı bulunan bir kadroya sahip. Başarısı inisiyatif ve bürokratik engellere takılmamamış olması. Başka kurumlar ve platformlar da var. Hepsi kendi başına değerli ama yeterli değil. Külli bir dönüşüme ve farkındalığa ihtiyaç var.
- Son 10 yıl içerisinde yayınlanmış ve disiplininiz/çalışma alanınız açısından Ortadoğu konusunda en ilgi çekici Türkçe araştırma olarak hangi çalışmayı gösterirsiniz? Bu çalışmayı sağladığı hangi temel katkılar açısından ilgi çekici buluyorsunuz?
Bu soruya cevap vermek kolay değil. Başarılı çalışmalar var. Ortadoğu Yıllığı (2005’ten bu yana) başarılı bir proje. Yine farklı düzeylerde yapılan Ortadoğu hakkındaki spesifik kongreler önemli. Daha fazla olmaya, kurumsallaşmaya ve cesaretlenmeye ihtiyaçları var. Belirgin bir kitap olarak değil ama son dönemlerde dergilerde bir artış var bu iyiye işaret. Ama onların da sorunları var. Türkiye’de bilgi üretimine katlı sunmaları açısından önemli ama uluslararası platformlardan akışın olması elzem. Akış karşılıklı olunca anlamlı. Bir de tabii burada sürekli yenilenen sistemler gelişmeyi ve kurumsallaşmayı engelliyor. Bilgiyi yerelleştirmek iyidir ama bu yerelleşme teşebbüsü uluslararası bağlamdan koparılmaz. Bilgi dünyası 13. Yüzyılda da kendi çapında evrenseldi, bugün hiper-küreselleşme tecrübesini yaşıyor. Bu süreçten kopamayız. Geçmişe dönmek ve klasikleri yeniden keşfetmek bile kendi içinde küreselleşmeyi zorunlu kılıyor. Ortadoğu çalışmaları bu tarihsel zenginliği yeniden keşfetmeyi zorunlu kılıyor.
- Türkiye’deki Ortadoğu çalışmalarının geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması ile ilgili temel tavsiyeleriniz nelerdir?
Üç şeyi bir arada yapmak zorundayız. Bilgiyi sistematik çalışmak için teori ve metodu çok iyi bilmek, üniversite ayağının kurumsallaşmasını sağlamak ve sabırlı ama etkin bir fonlama-destek sistemi geliştirmek. Teorik ve metod problemi ciddi bir sorun. Bunu aşmamız gerekiyor. Eğitim felsefemize yeniden odaklanmamız gerekiyor. Üniversiteler arasında uçurum var. Bunu halledemezsek yol alamayız. İki ayrı uç oluşur. Eğitim felsefesi ise çok katmanlı bir mesele. Ayrı bir başlıkta uzmanlarının tartışacağı bir konu. Çarpıcı bir misal vermek gerekirse şu aklıma geliyor. İsrail’in uluslararası hukuka aykırı olduğu açık olan Mavi Marmara saldırısına verdiğimiz bilimsel tepkiye bakabiliriz. İsrail tarafının BM’ye sunduğu raporun sayfa sayısı ile bizim verdiğimizi sayfa sayısını karşılaştırın. İsrail, yalanlardan oluşan bir rapor hazırladı ve 300 sayfadan fazla bir rapor sunarken biz ancak onun yüzde onuna denk gelen bir rapor sunduk. İyi uluslararası hukukçularımız, iyi bölge uzmanlarımız ve iyi bir iletişim stratejimiz olsaydı belki daha farklı olurdu. Mesele sadece uluslararası politikadaki dengesizlik değil, eksiklik önce bir ülkenin bilim dünyasında başlar. Siz Arapça öğrenmeyi tehdit olarak görürseniz iyi bir Dışişleri Bakanlığı oluşturamazsınız. Buradan iyi bir dış politika da çıkmaz. Son yıllardaki gelişmeler beni umutlandırıyor, ama ülkemizin karşı karşı karşıya kaldığı tehditler muazzam. Hem bu tehditleri savuşturacak hem de akademiyi, düşünce kuruluşlarını, araştırma merkezlerini bu bölgesel kaos ortamında yeniden yapılandırmak zorundayız. Bunu başarmak için hayata geçirilen her proje değerli ama büyük bir stratejinin parçası olursa etkin olur. Önce hedefimiz ne üniversite eğitiminde, nasıl bir öğrenci ve akademisyen profili yetiştirmek istiyoruz? Bu sorulara cevap vermemiz gerekiyor. Önümüzde uzun bir yol var aşmamız gereken.
Ben kendi çalıştığım alanlar açısından yeni akademisyen adayı arkadaşlarıma, Savaş Çalışmalarına daha fazla odaklanmalarını tavsiye ederim. Ülkemizin uzak kaldığı bir alan. Asker millet ve güçlü orduya sahip olmakla övünen bit milletiz ama savaş çalışmalarının akademik olarak periferisindeyiz. Bunun yanı sıra bölge uzmanı olmak için uzun ama zor bir yolculuğa çıkmaya hazır olamaları gerekir. 1903 yında Ortadoğu’da Kürtlerin aşiret yapılarından tutun da siyasi durumlarını incleyen bir araştırmayı yayınlayan bir İngiliz at üstünde beşbin kmden daha fazla dolaştı. Bu sabra dayancak bir akademisyen nesline ihtiyaç var.