Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneği (ORDAF), kuruluşunun 10. yılı olan 2018’de Türkiye’de Ortadoğu çalışmalarının son 10 yılda kat ettiği mesafeyi ortaya koymak, bu çalışmaların varsa metodolojik ve ampirik dönüşümlerini irdelemek, bu süre içerisinde yayınlanan önemli çalışmalara dikkat çekmek ve Türkiye’de Ortadoğu çalışmalarının daha kurumsal bir hale gelebilmesi için öneriler sunmak adına Türkiye’nin önde gelen Ortadoğu uzmanları ile “Türkiye’de Ortadoğu Çalışmalarının 10 Yıllık Muhasebesi” başlıklı bir röportaj serisi başlatmıştır.
Aşağıda sorularımıza Prof. Dr. Ramazan Gözen tarafından verilen cevapları bulacaksınız.
- Türkiye’deki Ortadoğu çalışmalarında kendi disiplininiz ve çalışma alanınız açısından son 10 yılda ne tür değişimlerin yaşandığını gözlemlediniz? Özellikle konu, metodoloji ve yaklaşım bakımından dönüşümler olduğunu düşünüyor musunuz?
Türkiye’de uluslararası ilişkilerle ilgili akademik çalışmalarda görülen ve eleştirilmesi gereken önemli bir sorun, alan veya konu çalışmalarının konjonktürel uluslararası gelişmelerden yoğun şekilde etkilenmesidir. Bu etkilerden biri, güncel bölgesel gelişmelerin veya sorunların akademisyenler tarafından birinci derecede önemli araştırma konusu haline getirilmesi ve bu konuların akademik dergi ve kitapları domine etmesidir. Belki burada şaşılacak bir şey olmayabilir; zira herkes gibi akademisyenler de güncel gelişmeleri anlamak ve açıklamak ve bu yönde yayınlar yaparak gündeme katkı yapmak isteyebilirler. Ancak şaşılacak şey, kısa bir süre sonra farklı bir döneme girildiğinde, önceki dönemdeki bölgesel gelişmelere, konulara ve sorunlara ilginin azalması ve hatta bitme noktasına gelmesidir.
Her ne kadar şahsen yoğun şekilde Ortadoğu çalışan bir akademisyen olmasam da, bu bağlamda son 10 yılda gözlemlediğim ve dikkatimi çeken nokta; 2000’lerde çok yaygın olan Avrupa Birliği çalışmalarının yerini 2000’lerin sonu-2010’larda özellikle Arap Baharı süreciyle ilgili bölgesel çalışmaların almış olmasıdır. Geçen 10 yıl içinde Ortadoğu konusunda çok sayıda yeni yayınlar, kitaplar, dergiler, makaleler, web sayfaları, araştırma kurumları, think-tank kuruluşları, bu kurum ve kuruşların çıkardığı magazin türü yayınlar, televizyon ve radyo programları yapılmış ve yayınlanmıştır.
Bu kaynaklarda yapılan yayınlara baktığımda, genelde Türkiye merkezli (hatta milliyetçi) bir ilgi ve bakışın olduğunu düşünüyorum. Yapılan yayınlar; öncelikle ve yoğunlukla Türkiye’yi ve onun dış politika çıkar ve hedeflerini ilgilendiren konularla ilgilenmiş, daha az oranda ise bölgesel, dünya siyaseti, kavramsal veya teorik perspektiflerden yapılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’de yapılan Ortadoğu çalışmaları, aslında aynen diğer uluslararası ilişkiler konularında olduğu gibi, teorik ve kavramsal olmaktan daha çok ampirik, betimsel, hatta gazetecilik tarzındadır. Bu çerçevede, genellikle, somut olay, ülke, sorun, gelişme veya durum hakkında analiz ve açıklamalar ortaya konulmuştur.
Metodolojik açıdan baktığımda, doğal olarak bu çalışmalar ve yayınlarda genellikle klasik ya da geleneksel yöntem kullanılmış, betimsel, narrative/aktarımcı, tarihsel, bazen medya üslubu etkili olmuştur. Buna karşın, özellikle yeni çıkan “çok az sayıdaki” bazı dergilerde ve araştırma kurumlarının yaptığı bazı yayınlarda bilimsel yöntemler kullanılmış; analitik, eleştirel, akademik bir düzeyde ve üslupta teorik ve kavramsal eserler yayınlanmıştır.
Ancak, hangi metodolojik yöntem kullanılırsa kullanılsın, Türkiye’deki Ortadoğu çalışmaları, büyük oranda Türkiye merkezli, etnik milliyetçi olmasa bile Ankara’nın ve iktidarın bakış açısına veya Türkiye/Osmanlı tarihinin değişik yorumlarına dayanmıştır. Özellikle muhafazakar yazar ve yazıların tamamen (Yeni-) Osmanlıcı bir yaklaşıma sahip olduğu, Türk dış politikası ve Ortadoğu konularına ve gelişmelerine sübjektif (Yeni-) Osmanlıcılık perspektifinden baktığı ve hatta iktidardaki AK Parti’nin siyaseti ve dış politikası açısından yaklaştığı görülmüştür. Bu çalışmaların akademik kaygıdan daha çok muhafazakar iktidarın görüş ve politikalarına uygun/uyumlu içerik ve destek amacı içerdiğini söylemek mümkündür. Bu çalışmalarda, Türkiye’nin Yeni Osmanlıcı politika ile bölgeye açılmasını ve katılmasını, bölgedeki gelişmelerde aktif rol oynamasını, hegemonya kurmasını sorgusuz bir şekilde destekleyen görüşlerin savunulduğu söylenebilir. Buna ilaveten, yoğun bölgesel faaliyetler (geziler, konferanslar, çalıştaylar vb) yapılmıştır.
Diğer yandan, hem siyasi hem de ideolojik olarak muhafazakar olmayan veya muhalif olan genelde Kemalist, laisist veya modernist eğilimli Ortadoğu çalışmalarında tam zıttı görüşler ve tutumlar sergilenmiş; Türkiye’nin bölgeden tamamen uzak kalması gerektiğini ve aynen geleneksel Türk dış politikası gibi tamamen tarafsız kalmasını savunan yazılar üretilmiştir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Ortadoğu politikası veya diğer bölgesel gelişmeler (Arap Baharı, Suriye, Irak, IŞİD, Filistin, İran, vd.) ile ilgili yapılan çalışmaların, lehte veya aleyhte olmak üzere, sadece konjonktürden değil aynı zamanda siyasi iktidarın politikasından etkilendiğini söylemek mümkündür. Bu konuda çok çarpıcı bir örnek: AK Parti hükümeti ve yöneticileri Suriye devlet başkanını “Esad” yerine “Esed” şeklinde isimlendirmeye başlayınca, hükümete yakın olanlar (akademisyenler ve diğerleri) de Esed demeye başlarken, hükümete muhalif olanlar “vurgulu bir şekilde” Esad demeye devam ettiler.
Halbuki, bu çalışmaların ama özellikle akademisyenler tarafından yapılan yayınların, tamamen akademik saiklerle, objektif bir bakış açısıyla ve kavramsal ve teorik perspektiften yapılması beklenirdi.
- Türkiye akademisinde son 10 yılda Ortadoğu çalışmalarına karşı artan bir ilgi olduğunu düşünüyor musunuz? Varsa bu ilginin temel nedenleri nelerdir ve bu ilgi uluslararası literatüre katkı sağlamaya dönüşebildi mi?
Türkiye akademisinde son 10 yılda Ortadoğu çalışmalarına artan yüksek ilginin temel nedeni, bölgede meydana gelen olağanüstü gelişmeler ve Türkiye’nin bu gelişmelerin merkezinde yer almış olmasıdır. Türk dış politikasının özellikle 2009’dan itibaren ortaya koyduğu; öncelikle ‘Sıfır Sorun Politikası’ çerçevesindeki barışçı ve işbirliğine dayalı açılımlar, ardından Kürt sorununu çözmek üzere başlatılan Çözüm Süreci hamlesi, sonrasında Arap Baharı sürecinde askeri ve siyasi müdahaleler, nihayet Arap Baharının çökmesi sonrası içine düştüğü krizler ve çatışmalar, hem Türkiye’yi hem de bölgeyi yakından ilgilendirince Türkiye akademisi de bütün dikkatlerini bu gelişmelere yoğunlaştırdı. Hepsi değilse bile, büyük bir kısmı bu gelişmeleri ve çok sayıdaki yansımaları incelemeye başladı. Örneğin, son yıllarda yapılan çalışmalarda artan bir şekilde göçmenler ve göçmenlik, IŞİD terörü, Suriye iç savaşı, İran ve Şiilik, Rusya’nın Ortadoğu politikası, PYD-PKK ve Kürt sorunu, terörizmle mücadele, Suudi Arabistan, Katar krizi gibi oldukça güncel ve popüler konular öne çıkmıştır. Bu çalışmaların önemli bir kısmı Türkiye kaynaklı az bir kısmı da uluslararası kaynaklı dergi ve kitaplarda yayınlanmıştır. Bu çalışmaların uluslararası ve ulusal literatüre katkı yaptığına hiç şüphe yoktur. Ulusal ve uluslararası atıf indekslerinde yer alan bu çalışmaların, Türkiye ve Ortadoğu sorunlarının anlaşılmasına katkı yaptığı da doğrudur. Ancak bütün olarak bakıldığında, tüm bu çalışmaların uluslararası ilişkiler paradigmasına ve bilimsel müktesebatına ciddi ve etkili katkılar yaptığını söylemek güçtür. Çünkü bu çalışmalar; sistematik, istikrarlı, etkileyici, makul ve güçlü bir teorik veya felsefi bakış geliştirmemiş, daha çok parçalı, dağınık ve bireysel eserler olarak kalmıştır. Herşeyden önemlisi, bu çalışmaların hemen hemen hiç birinin hakim uluslararası ilişkiler teorilerine ciddi bir katkı yaptığını, dönüştürdüğünü, etkilediğini söyleyemem.
Aslında, Türkiye akademiyasının, özellikle yukarıda bahsettiğim muhafazakar ve Yeni Osmanlıcı akademiyanın, savunduğu görüşler çerçevesinde uluslararası ilişkiler teorisine çok ciddi çığır açma şansı ve imkanı ortaya çıkmıştı. Ancak bu şans ve imkan, kısmen ilgili akademiyanın gereken “bilimselliği / objektifliği” sergileyemediği ve siyasi savunu düzeyinde kaldığı için kısmen de pratikteki gelişmeler ve sorunların etkisi nedeniyle değerlendirilemedi; en azından mevcut durum itibarıyla bu katkı pek mümkün görünmüyor. Çünkü bu çalışmalar ve sonuçta ortaya koyduğu genel tablo; Türk dış politikası ve Ortadoğu gelişmelerine objektif, eleştirel, istikrarlı, kararlı, özgür, özgün ve akademik bir “yenilik” kazandıramadı. Bilakis, Türkiye akademiyası, Ortadoğu ve Türk dış politikası konularında siyasetin ve konjonktürel retoriğin etkisi altında kalmış ve gerekli nitelikte ve kapsamda eserler ortaya koyamamıştır. Hatta, son gelinen noktadaki yayınlara bakıldığında, Yeni Osmanlıcılık anlayışının gerisinde, onu ihlal ve ihmal bile eden, “daraltılmış, milliyetçileştirilmiş” bir dil ve görüş sergilemeye başladı. Bu da gösteriyor ki, Türkiye’nin Ortadoğu ile ilgili literatüründe zihinsel bir gerileme olmaktadır.
- Son 10 yıl içerisinde yayınlanmış ve disiplininiz/çalışma alanınız açısından Ortadoğu konusunda en ilgi çekici Türkçe araştırma olarak hangi çalışmayı gösterirsiniz? Bu çalışmayı sağladığı hangi temel katkılar açısından ilgi çekici buluyorsunuz?
Bu soruya maalesef beklenen ayrıntıda bir cevap vermeyeceğim. Bununla birlikte, özellikle TÜBİTAK projeleri çerçevesinde yapılmış pek çok güzel ve etkili çalışmaya panelist olarak şahit oldum. Bu projeleri burada belirtmem hukuken veya etik olarak doğru olmaz. Ama bu projelerden edindiğim izlenimler ışığında belirtmek istediğim nokta şudur: TÜBİTAK ve birimleri, değişik Ortadoğu ve Türkiye konuları bağlamında çok sayıda ve çok değerli ve kaliteli çalışmaya destek vermiştir. Bu çalışmaların, yüksek bir akademik niteliğe sahip olduğunu, dengeli bir bakış açısı geliştirdiğini, ulusal ve uluslararası yayınlara kaynaklık ettiğini, genel olarak Türkiye akademiyasının gelişmesinde öncü bir rol oynadığını düşünüyorum. TÜBİTAK ve birimlerinin Ortadoğu gelişmeleri ve Türkiye ile ilgili konularda desteklediği araştırmaların ve ortaya çıkan eserlerin incelenmesi, kendi başına bir araştırma hatta doktora konusu olabilir.
- Türkiye’deki Ortadoğu çalışmalarının geliştirilmesi ve kurumsallaştırılması ile ilgili temel tavsiyeleriniz nelerdir?
Tavsiyelerimi maddeler halinde şöyle özetleyebilirim.
- Akadamisyenlik kimliğinin ve niteliğinin güçlendirilerek gerçekten özgün, özgür, özellikli, eleştirel, özverili akademisyenlerin yetiştirilmesi yönünde politikaların geliştirilmesi, mevcut ve müstakbel akademisyenlerin bu bilinç ve kapasite ile donatılması.
- Gerçek bir Ortadoğu uzmanlığının her yönüyle akademik profesyonellik haline gelmesi, güncel ve konjonktürel etkilerden uzak kalması, dolayısıyla siyasi veya partizan ihtiraslardan veya taleplerden mümkün olduğunca muaf bir bakış açısının oluşturulması.
- Genelde akademisyenliğin özelde Ortadoğu uzmanlığının ancak eleştirel bir bakış açısı gerektirdiği, dolayısıyla siyasetin akademiyayı yönettiği ve yönlendirdiği bir uzmanlık değil akademiyanın siyaseti yönlendirdiği bir uzmanlık kültürünün teşvik edilmesi. Siyasetin gölgesinde değil, siyaseti şekillendiren bir akademiyanın oluşması.
- Ülkemizin kıt kaynaklarının, günübirlik ve magazinsel yayınlar gibi etkisi kısa dönemli yayınlar veya faaliyetler yerine, TÜBİTAK gibi güçlü kurumsal kanallardan kullanılması ve böylece kalıcı kurumsal çalışmaların desteklenmesi.
- Ortadoğu konularında çalışan piyasadaki think-tankların ürettiği rapor, dergi, makalelerin akademik uzmanlık düzeyinin yükseltilmesi; buralarda görev yapan uzmanların gerçekten bağımsız görüşler üretmelerine teşvik edilmesi; ilgili tüm bağımsız uzmanlık bilgilerinden yararlanılması.
- Tabii ki, tüm Ortadoğu uzmanlarının gerekli bölge dillerini (Arapça, Farsça, Kürtçe, İbranice vd.) en iyi şekilde bilmeleri, bölge ülkeleri ve uzmanları ile yakın işbirliği içinde olmaları ve ortak sorunlara ortak çözüm ve faaliyetler geliştirilmeleri beklenir.