ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından “küresel terörle savaş” maksadıyla girdiği Afganistan’dan 20 yıl sonra –aniden- çekilmesi akabinde uluslararası alanda büyük bir belirsizlik meydana gelmiştir. Taliban’ın birçok yerleşim yerini tek bir kurşun bile sıkmadan kontrol altına alıp, Eşref Gani’nin Afganistan’ı terk etmesiyle ülke yönetimini ele geçirmesi literatürde henüz tanımlanamayan bir iktidar değişimi olarak görülmektedir. Taliban’ın tarihte ikinci kez olarak Afganistan yönetimini devraldığı bu hadisenin etkileri kısa ve uzun vadede dünyanın birçok bölgesinde hissedileceği aşikardır.
Afrika’daki selefi terör örgütleriyle mücadele eden birçok ülke, Taliban’ın zaferi olarak değerlendirilen bu gelişmelerin güçlü etkilerinin hissedileceği yerlerdir. Nitekim Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele almasının hemen ardından Somali’deki El Şebab Terör örgütü kendisine yakın bir basın organında “Allah Büyüktür!” mesajıyla Taliban’ı kutlamıştır. Diğer yandan Mali’de etkili olan ve İyad Ag Gali liderliğindeki JNIM (Jama’a Nusrat ul-Islam wa al-Muslimin) örgütü de Taliban zaferinden duydukları memnuniyeti belirterek kendi ideolojisine paralel olan örgütlerin Batılı düşmanlara karşı savaşı kazandıkları yorumunu yapmıştır. Taliban’ın aldığı sonuç, bu iki örgüt dışında etkilediği birçok başka “selefi cihadist terör örgütü” olması muhtemeldir. Hatırlanacağı üzere 2003 yılında Nijerya ve çevresinde etkili olan Boko Haram terör örgütü, kuruluşundan kısa bir süre sonra ondan ayrılan Muhammed Alih liderliğindeki Kanamma Hizibi kendisini “Nijerya Taliban’ı” olarak adlandırmıştı. Taliban’dan ilham alan bu örgüt, Nijer sınırına yakın bir bölgede etkinlik kurmuş, ancak Nijerya askeri güçleri tarafından kısa zamanda yok edilmiştir. Kanamma Hizibi örneğinde olduğu gibi yakın gelecekte Sahraaltı Afrika’da birçok örgüt Taliban zaferinin kendilerinde uyandırdığı cesaretle eylemlerinin hız ve etkilerini arttırma potansiyeline sahiptir. Ancak burada vurgulanması gereken bir diğer husus ise Sahraaltı Afrika’da etkili olan selefi terör örgütleri her ne kadar Taliban zaferi sonra cesaretleneceğini vurgulasak da bu örgütlerin birçoğu ideolojik ve taktiksel bakımdan Taliban’dan farklılık göstermektedir. Örneğin bugün Nijerya’da etkili olan ISWAP terör örgütü Taliban ve El Kaide karşıtı söylemlere sahiptir. Bu yazının maksadı örgütler arasında mukayese yapmak veya benzerlikler kurmak değil; Afganistan’da ABD’ye karşı alınan “zaferin” Afganistan dışındaki örgütlere sunacağı moral desteği hatırlatmaktır.
Sahraaltındaki terör örgütlerini cesaretlendiren tek şey Taliban’ın Afganistan’daki zaferi değildir. Bölgede terörle mücadelede en önemli aktörler olarak görülen ABD ve Fransa’nın -yakın tarihte ABD’nin Afganistan örneğinde olduğu gibi- askeri varlıklarını azaltarak çekme eğiliminde bulunması da başta El Şebab, JNIM ve Boko Haram olmak üzer birçok terör örgütü için avantajlı bir ortam hazırlamaktadır. Çünkü hali hazırda birçok siyasi ve sosyo-ekononik krizle karşı karşıya olan ve zayıf devlet mekanizmalarına sahip Sahraaltı Afrika ülkeleri küresel terörle mücadele aktörlerinin olmadığı bir mücadeleden başarıyla çıkamayacaktır. Diğer yandan Batılı aktörlerin terörle mücadeledeki bu isteksizlikleri sonrasında kıtada etki sahibi olmak isteyen Rusya ve Çin gibi aktörler, Sahraaltı Afrika’da güvenlik alanındaki bu boşluğu doldurmak isteyebilirler. Ancak Wagner Grubu örneğinde olduğu gibi güvenlik alanında hizmet verip karşılığında siyasi ve ekonomik çıkar elde etmeyi gözeten Rusya’nın kısa ve uzun vadede bölgede terör sorununun çözümünde ne denli etkili olabileceği kafaları karıştıran bir soru işareti olarak karşımıza çıkmaktadır. Hal böyle iken suların bu kadar bulandığı Sahraaltı Afrika’da terörle mücadelesizlik baş gösterecek ve bölgedeki etkin terör örgütlerinin daha fazla kıyıma neden olma olasılığı artacaktır.
Taliban’ın başarısı buradaki terör örgütlerini sadece siyasi amaçları ve şiddet içeren eylemler açısından cesaretlendirmeyecektir. Yakın dönemde, Taliban’la ilişkili olarak, devlet kontrolünün zayıf olduğu ve halkın ekonomik açıdan zorluk çektiği Sahraaltı Afrika ülkelerinin daha fazla karşı karşıya kalabileceği diğer bir tehdit ise kaçakçılık faaliyetlerinin artmasıdır. Çünkü Taliban sonrası dönemde, şayet Taliban bir devlet gibi davranmayıp kendisini meşru zemine çekmez ise bölgede başta uyuşturucu olmak üzere silah ve insan kaçakçılığının artması olasılıklar dahilindedir. Nitekim Taliban önceki iktidarında, 2000 yılında uluslararası alanda alabileceği desteği arttırmak için afyon üretimini yasaklamıştır. Ancak içerideki afyon yetiştiricileri ve uyuşturucu kaçakçılarından aldığı tepkiler sonrasında bu yasağı göz ardı etmiştir. Benzer şekilde geçtiğimiz günlerde Taliban’ın sözcüsü Zabihullah Mujaid -2000 yılındakine benzer bir şekilde- afyon üretimini yasaklayacaklarını açıklamıştır. Ancak bu yasağın işlevsel ve sürdürülebilir olup olmayacağı konusu belirsizdir. Taliban’ın ilk iktidarı döneminde Afganistan’ın Helmand ili başta olmak üzere birçok bölgesinde afyon yetiştirilen alanlarda %50’lik bir artış gözlenmiştir. Afganistan’ın milli gelirinin %11’lik bir kesiminin, Taliban’ın da gelirinin %60’lık bir kısmının uyuşturucu kaçakçılığından elde edildiği ve Taliban yönetiminin kısa vadede Afgan halkına etkili bir gelir kaynağı ve istihdam sağlayamayacağı gerçeğinden hareketle Afganistan merkezli uyuşturucu kaçakçılığının giderek artabileceği öngörülmektedir. Sahraaltı Afrika’da uyuşturucu kaçakçılarıyla ilişkisi olan ya da bizzat kendileri bu işi yapan terör örgütleri de Taliban iktidarı sonrasında daha kolay bir şekilde kendilerini finanse edebileceklerdir. Neticede bu kaçakçılık faaliyetleriyle ekonomik gücü artması muhtemel Afrika’daki bu terör örgütleri eylemlerine de kolayca ivme kazandırabilecektir. Taliban’ın elde ettiği sonucun Afrika’daki etkileri farklı alanlarda hissedilmesi ve bölgedeki terör örgütlerinin etkilerini arttırmaları öngörülebilir.
Peki yakın dönemde Afrika kıtasına yönelik politikalarına ivme kazandırıp kıtada daha etkili bir aktör olmayı amaçlayan Türkiye bu durumdan nasıl etkilenebilecektir?
Bilindiği üzere 2002 sonrası dönemde Türkiye birçok Sahraaltı Afrika ülkesiyle siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel alanda imzaladığı anlaşmalarla ilişkilerini geliştirmiştir. 2002’de iktidara geldiğinde Afrika’da 12 büyükelçilik varken AK Parti Hükümeti yakın zamanda açmayı planladığı Togo ve Gine Bissau Büyükelçilikleriyle bu sayıyı 2021 yılında 44 yapmayı hedeflemektedir. Diğer yandan Türkiye’nin kıta ülkeleriyle yaklaşık olarak 26 milyar dolarlık bir ticaret hacmi bulunmaktadır. Doğrudan yatırımları arttırmaya çalışan Türkiye Somali’de 50 milyon dolar harcayarak inşa ettiği askeri üs ile kıtadaki askeri varlığının uluslararası barış gibi operasyonlarla sınırlı kalmayacağının sinyalini vermişti.
Neticede Afrika’daki birçok ülkede Taliban motivasyonu ile artacak terör tehdidi kıtada varlığını arttırmaya çalışan Türkiye’yi de olumsuz etkileyecektir. Nitekim hatırlanacağı üzere 2015 yılında Türkiye ve Somali arasında liman işletmesi konusunda girişimlerde bulunulmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Somali’ye gerçekleştireceği bir ziyarete bir gün kala Mogadişu’da Türk heyetinin kaldığı otele El Şebab’ın intihar saldırısı gerçekleştirmiştir. Bu gelişme birçok mecrada El Şebab’ın Somali’de Türkiye karşıtı tavrının sonucu olarak yorumlanmıştı. Benzer şekilde Türkiye’nin Sahraaltındaki varlığı birçok terör örgütünün çıkarlarını etkileyecek ve Türk unsurları bu örgütlerin birer hedefi haline dönüşebilecektir.
Bu noktada Türkiye’nin Taliban politikasını titizlikle yönlendirerek Afrika’da terörle mücadelede etkin güce sahip olması ona orta ve uzun vadede önemli kazanımlar sunabilecektir. Öncelikle Afrika’da güçlenen Türkiye’nin varlığından rahatsız olan bazı Batılı aktörler tarafından öne sürülen “Türkiye’nin radikal/selefi terör örgütlerini desteklediği” yaftası Sahraaltında Türk unsurlarca desteklenen terörle mücadele programlarıyla bertaraf edilebilir. Türkiye’nin terörle mücadele çabası hem Ankara Hükümeti’ne yapılan ithamları ortadan kaldırırken diğer yandan kıtadaki Türk varlığını korunması ve geliştirilmesine de hizmet edebilecektir. Türkiye bu mücadeleyi direkt olarak bölge devletlerinin kolluk/güvenlik güçlerine yapacağı desteklerle sağlayabileceği gibi yerel halkın sosyo-ekonomik şartlarını iyileştirerek terör örgütlerinin yaşam alanlarını kısıtlayarak da gerçekleştirebilir. Yakın zamanda iç politikada tartışılan Türkiye’den Somali’ye verilen 30 milyon dolarlık hibe gibi adımlar bu bahsedilen amaca ulaşılmasında önemli araçlardır. Türkiye’nin Afrika ülkelerine yaptığı/yapacağı bu desteklerin gelecekte kıtada ülkemizin daha etkin bir aktör olarak konumlanmasına hizmet edeceği su götürmez bir gerçektir.
Diğer yandan Türkiye’nin bu atmosferde oldukça dikkatli olması gereken hususlar da mevcuttur. Taliban yönetimin belirsizliği hala varlığını sürdürürken, mülteci tehdidi, bölgenin istikrarsızlaştırılması gibi tehditler yanında Afrika’daki politikaları da tehlikeye girebilecek Türkiye Taliban ile temaslarını bu gerçeklik üzerine inşa etmelidir. Taliban rejimine tamamen sırt çevirip ondan gelebilecek tehditlere açık hale gelmemeli diğer yandan da bu oluşumla girdiği temaslarda Batının kendisini yaftaladığı hususları da gözeterek oldukça titiz davranmalı, Türk yetkililer söylemlerine dikkat etmelidir. Afrika’daki temasları bağlamında ise Türkiye, Birleşik Krallık, Fransa, ABD gibi neokolonyal güçlerin düştüğü hatalara karşı oldukça temkinli olmalıdır. Kendisinin sömürgeci bir geçmişi olmaması, ve kazan-kazan prensibine dayalı ilişkiler dinamiğinin kendisine verdiği güçle kıtada varlığını belirginleştirmelidir.
Sonuç olarak Türkiye Sahraaltı Afrika’da kendisine bir engel teşkil eden terörle mücadele konusunda direkt olarak askeri güçle terör örgütlerini yok etme çabasına girişmek yerine bu örgütlerin varlığına yol açan sosyo-ekonomik şartları iyileştirmeye katkıda bulunmalıdır. Mümkünse de bu çabalarını kendi önderliğinde uluslararası bir girişim haline getirmelidir. Böylelikle Türkiye bölgede hem kalpleri kazanacak hem de orta ve uzun vadede kendisini tehdit edebilecek birçok terör oluşumunun bertaraf edilmesine de hizmet edecektir.