Türkiye’de yeni hükümetin kurulması ile birlikte kuşkusuz en fazla öne çıkan tartışmalardan biri dış politikanın yeni patronu olan Hakan Fidan’ın nasıl bir yol haritası uygulayacağı yönünde şekillenmektedir. Türkiye’nin geleneksel Ortadoğu siyaseti genellikle, iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi, ekonomik işbirliğinin artırılması, kültürel bağların korunması, güvenlik risklerinin azaltılması ve küresel sorunlar karşısında mümkün olduğu oranda ortaklık kurulması gibi ilkeler çerçevesinde gelişmiştir.
Bu genel ilkelerin hayata geçirilmesi sürecinde son 20 yılda Türkiye hükümetleri, uluslararası sahnede daha bağımsız ve iddialı bir duruş sergileme çabaları çerçevesinde, geleneksel müttefiklerine yabancılaşma pahasına yeni ittifak arayışlarına girmekten çekinmemiştir. Bu anlamda özellikle Arap Baharı sonrasında bölgede yaşanan çalkantılı süreçte Türkiye’nin izlemiş olduğu siyaset birçok ülke ile ilişkilerde dönüşümleri tetiklerken, Suriye’deki krizin oluşturduğu güvensizlik ortamı küresel aktörlerle ilişkilerini de derinden etkilemiştir.
Kendisinin güvenlik hassasiyetlerini görmezden gelen Batı karşısında Türkiye, Suriye’de ABD liderliğindeki koalisyondan uzaklaşarak Rusya ile daha yakın işbirliği yapmaya başlamış ve bölgesel siyasetin diğer alanlarında ciddi bir gerilim hattı oluşmuştur. Katar krizi ve Mısır’daki darbeye destek gibi bölgesel kırılmalarda Batı ittifakı ile ayrı düşen Türkiye, Orta Doğu’da yeni bir güvenlik mimarisi oluşturmak üzere harekete geçmiştir.
Türkiye’nin bu hamleleri Rusya ve İran gibi ülkelerden olumlu karşılık görürken, ABD ve Avrupa ülkeleri gibi diğerleri, hükümetin geleneksel müttefiklerinden uzaklaşmasıyla ilgili endişelerini dile getirerek “eksen kayması” gibi demode tartışmaları alevlendirdi. Sadece retorik düzeyinde kalmayan bu hamleler, PYD-YPG’ye desteğin artırılması gibi pratik uygulamalarla Türkiye’nin önünü kesmeye dönük bölgesel bir strateji olarak hayat buldu.
Böylesi bir ortamda, Hakan Fidan öncülüğündeki dış politikanın kısa, orta ve uzun vadede ne gibi stratejilere yoğunlaşacağını tahmin etmek zor olmasa da, bu stratejilerin uygulama biçimleri büyük bir merak konusu olmayı sürdürüyor.
Türkiye’nin sadece bölgesinde değil, uluslararası arenada daha güçlü olması genel hedefi çerçevesinde şekillenecek olan yeni politikaların oldukça çalkantılı bir süreçten geçen küresel siyaset çerçevesinde etkileri ve sonuçlarının nasıl olacağı ise önemli bir sorun alanı olmayı sürdürecek.
Yeni hükümetin ekonomik ve toplumsal sorunların yönetiminden bağımsız olarak dış politikada değişmeyecek en temel ilkesinin daha bağımsız ve iddialı bir duruş olacağına kuşku yoktur. Bu, Türkiye’nin bölgesel ve küresel ilişkilerde daha aktif roller üstleneceği anlamına gelmektedir.
Batılı geleneksel müttefiklerinden umduğu ilgi ve hassasiyeti bulamayan Türkiye’nin geçmişte başlayan alternatif strateji arayışı yeni hükümetle birlikte daha da pekişecektir. Bu çerçevede, Rusya ve İran ile bağlarını güçlendirme, Suudi Arabistan ve Mısır başta olmak üzere ılımlı sürece giren bölgesel yakınlaşma çabalarını artırma ve Katar ve Ürdün gibi hali hazırda ilişkilerin iyi olduğu ülkelerle bunu daha ileriye taşıma gibi politikalar sürecektir.
Yeni dönemde Filistin meselesi Ortadoğu’nun ve küresel siyasetin önemli bir gündem maddesi olmayı sürdürecektir. Türkiye’nin Filistin’e yönelik insani ve siyasi desteğinin süreceğine kuşku olmasa da, İsrail ile başlatılmış olan diyalog sürecinin şekillenmesine bağlı olarak bu desteğin dozu değişecektir. “Radikal İslami gruplara destek vermek” gibi Batı kamuoyunu manipüle etmede oldukça işlevsel etkiye sahip suçlamaların hedefi olma pahasına Türkiye’nin Filistin desteğinden vaz geçmesi düşünülemez.
Ortadoğu ile ilişkiler, Türkiye’nin bölgede sadece güvenliğini değil aynı zamanda en fazla ihtiyaç duyduğu konulardan biri olan ekonomik ilişkilerin gelişmesini sağlarken ülkeye sıcak para girişi konusunda ön açıcı olacaktır. Suriye krizinin yönetimi konusunda Arap ülkeleri ile geliştirilecek ilişkiler, uluslararası platformlarda Türkiye’nin elini güçlendiren bir rol oynayacaktır. Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması konusunda Arap Birliği Örgütü’nün kararları, Türkiye’nin kaygıları ile benzerlik taşıdığı için Ankara’ya önemli avantaj getirecektir.
Türkiye’nin Ortadoğu konusunda elini avantajlı kılacak birçok araca sahip olması, işinin kolay olduğunu göstermiyor. Her şeyden önce, Batı ittifakının bölgede sınır değişiklikleri veya en azından Suriye’nin toprak bütünlüğü konusundaki siyaseti değişmiş değil. Bu nedenle yeni hükümetin uygulayacağı dış politika, Türkiye’nin geleneksel müttefikleriyle daha gergin bir dönemi hazırlayabilir.
Yeni dönemde hükümetin, bölgesel politikalarda Rusya ve İran ile daha uyumlu ve yakın görünen ilişkileri, Türkiye’yi ileri süreçlerde Batı yaptırımları için bir hedef haline getirebilir. Üstelik ekonomik ilişkilerimizin büyük oranda Batılı ülkelerle yürütüldüğü bir ortamda bu yaptırımlar ciddi sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle Türkiye’nin önümüzdeki süreçte dış politika anlamında öncelik vereceği hususlardan biri de iddialı dış politikasını sürdürebileceği yeni ekonomik ilişkiler ağı kurması olacaktır.
Ortadoğu ile ilişkiler bağlamında yeni dönemin, bir önceki dönemden köklü biçimde değişmesi beklenmemeli. Bilakis son 2-3 yıldır geliştirilmeye çalışılan politikaların güçlenerek süreceği, ama süreç içinde küresel güçlerin hamlelerine bağlı olarak yavaşlama veya hızlanmalar yaşanacağını öngörmek zor değildir.