Ortadoğu’nun diğer coğrafyalarındaki akan kanın sebeplerini anlamaya çalıştığımız ve Suriye ile Irak özelinden düşünmeye odaklandığımız bir sırada, tüm sorunların temelinde yatan asıl konu yeniden kendini ortaya çıktı: Filistin ve işgal sorunu
Filistin toprakları yine kan ağlıyor. Kaçırılan İsrailli 3 illegal yerleşimci gencin faili meçhul bir cinayete kurban gitmesi ardından İsrail, boş bir alanda bulunan cesetlerin sorumluluğunu alelacele Filistinli Hamas’a atarak Filistin halkının üzerine bomba yağdırmaya başladı.
Filistin tarafı ve özellikle Hamas, bu olayla hiçbir şekilde alakası olmadığını ifade ettiği ve hiçbir Filistin direniş gurubu bu saldırıyı üstlenmediği halde, İsrail olayları saptırarak, hiç bir tahkikat sonucu beklemeden bildik katliam politikasına başladı. Oysa yaptıkları eylemleri açıkça üstlenme konusunda her hangi bir çekingenlikleri olmayan Filistinlilerin bu eylemi reddetmeleri ciddiye alınacak ve inanılacak tek seçenek.
Buna rağmen Yahudi yerleşimcilerin 17 yaşındaki Muhammed Ebu Hudyar’ı karıçıp benzin içirdikten sonra diri diri yakmaları olayı, sınır tanımayan yerleşimci terörünü gözden kaçıramayacak son canlı bir vahşeti olarak ortada duruyor. Olayla hiç ilgisi olmadığı halde Gazze’nin hedef alınması İsrail işgal rejiminin bildik taktiği olarak görünüyor. Kendi yasa dışılıklarını unutturmaya çalışan Siyonist liderler, bölgedeki gerilimi kendileri için avantaja dönüştürmeye çabalıyor. İşgal rejiminin en bildik diğer taktiği ise, dikkatleri başka yöne çekip olayları “terör” meselesi haline getirmek ve katliamlarına terörle mücadele adına meşruiyet kazandırmak. Oysa samimi Yahudiler de bu yalana inanmıyor artık. Maalesef her ne kadar kendileri ile Siyonizm arasında bir çizgi çekmek isteseler bile onlar da baskı altında yaşıyorlar.
Tüm bu yaşanan vahşet karşısında başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasının hatta uluslararası düzenin harekete geçmesi gerekmektedir. Zira, saldırıların derhal durdurulması konusunda uluslararası baskıların oluşturulmasını talep etme dışında bir seçenek görünmese de, en azından İsrail saldırganlıklarını vicdan dünyamızda mahkum ediyoruz.
Saldırıların zamanlaması ise ipuçları ile dolu. Herkesin hatırlayacağı gibi bundan bir ay önce Hamas ve Fetih anlaşarak ortak bir teknokrat hükümet kurdu. Filistin iç barışı açısından büyük bir adım olan bu hamle, İsrail ve dostları tarafından nefretle eleştirildi ve kabul edilemez bulundu. Filistin’in kendi içinde bölünmüşlüğünün sona ermesi sadece gereksiz bir enerji kaybını önlemekle kalmamış, barış masasına daha güçlü oturmalarını sağlayacaktı. Dünyanın tüm sağduyulu çevrelerinde sevinçle karşılanan bu adım, Filistin davasının bir adım daha ileriye gitmesi ve barışın gelmesi açısından İsrail’i ve onun ABD’li hamilerini mutlu etmemişti. Bu iç barışı sabote etmek için Hamas’ı yeniden terörle damgalayıp Fetih’i bu uzlaşmadan çekilmeye zorlamak İsrail’in ikinci hamlesi olacaktı ki, 3 Yahudi yerleşimcinin faili meçhul bir cinayete kurban gitmesi aranan bahaneyi sundu.
Öte yandan Gazze hali hazırda uzun zamandır dünyanın en büyük açık hava hapishanesi konumunda. Mısır’da meydana gelen askeri darbenin ardından Gazze’nin dünyaya açılan kapısı olan tünellerinin de büyük bir kısmı kapatıldı. Böylesi bir yoksunluk içinde, İsrail işgal rejiminin Gazze’ye yönelik askeri operasyonu zaten büyük bir dramın yaşandığı Gazze’yi Ramazan ayı içerisinde daha da zor şartlara düşürecektir.
Operasyonun ilk günlerinde askeri alanları vuran İsrail işgal güçleri son birkaç gündür sivil hedefleri, evleri ve camileri de vurmaya başladı. Yapılan bombalamalarda sadece savaşçılar hayatını kaybetmiyor. Onlardan daha fazla siviller İsrail bombardımanlarının kurbanı olurken, binlercesi de yaralanıyor, evsiz kalıyor. Tüm bunların yaşandığı ambargo altındaki Gazze’de, sadece zorunlu insani ihtiyaç maddeleri değil aynı zamanda ilaç sıkıntısı da baş göstermiş durumda. Masum insanlar, kadınlar, yaşlılar ve bebekler basit tıbbı müdahalelerden yoksun kaldılar.
Gazze, uluslararası hukuka göre Filistin’in bağımsız bir parçasıdır. Ama İsrail işgal rejiminin aklına her estiği zaman operasyon düzenlediği bir tatbikat sahasına dönüşmüştür. Bu tatbikat sahasında en yeni silahlar ve savaş teknolojileri canlı hedefler üzerinde deneniyor. Amerikan yönetiminin ve tüm Batılı ülkelerin “güvenlik” gerekçesinin arkasına sığınarak olumladığı İsrail saldırganlığı Filistin’deki işgal sorununu daha da açmaza düşürmekle kalmayacak; bahane olarak kullanılan bölgesel ve uluslararası güvenliği de sağlamayacaktır.
Tüm bu yaşanan vahşet karşısında başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasının hatta uluslararası düzenin harekete geçmesi gerekmektedir. Zira, saldırıların derhal durdurulması konusunda uluslararası baskıların oluşturulmasını talep etme dışında bir seçenek görünmese de, en azından İsrail saldırganlıklarını vicdan dünyamızda mahkum ediyoruz.