Son dönemde Suriye’de Dürziler ile yaşanan çatışmalar, Kürt silahlı grupların özerklik talepleri ve fiilî özerkliklerini sürdürme yönündeki girişimleri, ülkede ademi merkeziyetçi yönetime geçilmesi konusundaki tartışmaları yeniden gündeme getirmiştir. Suriye’de azınlık konumundaki Alevi/Nusayri, Dürzi ve Kürt grupların özerklik ya da adem-i merkeziyet taleplerinin olası sonuçları üzerine kapsamlı bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Ademi merkeziyetçilik, dünya genelinde farklı biçimlerde uygulanmakta olup, bazı ülkelerde siyasal parçalanmaya yol açmadan demokratikleşme ve yerel katılım açısından olumlu işlevler görmektedir. Örneğin Almanya, İsviçre, Amerika Birleşik Devletleri ve İspanya gibi federal ya da bölgesel yönetim modellerine sahip ülkelerde, güçlü kurumsal yapılar sayesinde merkezi otorite ile yerel yönetimler arasındaki denge sürdürülebilir kılınmıştır. Bu ülkelerde hukuk devleti, demokratik normlar ve işleyen bürokratik mekanizmalar sayesinde ademi merkeziyetçilik, ayrışma değil; katılım, temsil ve çoğulculuğun bir aracı haline gelmiştir.

Öte yandan, merkeziyetçi ve otoriter gelenekleri güçlü olan Çin ve Rusya gibi ülkelerde de sınırlı ölçülerde ademi merkeziyetçi uygulamalara yer verilmektedir. Ancak bu uygulamalar, merkezi yönetimin kontrolünü zayıflatmamakta; aksine, askerî ve bürokratik araçlar yoluyla merkezin otoritesi periferik alanlara yayılmaktadır.

Buna karşılık, kurumsal kapasitesi zayıf devletlerde ademi merkeziyetçilik, merkezi otoritenin daha da zayıflamasına ve hatta ülkenin siyasal bütünlüğünün çözülmesine neden olabilmektedir. Somali, Libya, Sudan, Afganistan, Irak ve eski Yugoslavya örneklerinde görüldüğü üzere; toplumsal rıza üretiminde başarısız olan, ortak bir ulusal anlatıdan yoksun, etnik ve mezhepsel fay hatlarının derin olduğu ülkelerde ademi merkeziyetçilik, toplumsal ayrışmaları daha da derinleştirerek yerel güç odaklarının ön plana çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Bu bağlamda Suriye, söz konusu zayıf devlet örnekleriyle birçok benzerlik göstermektedir. 2011 yılında başlayan iç savaş, ülkenin demografik ve siyasal yapısında köklü değişimlere yol açmıştır. 2024 Aralık ayında iktidarı ele geçiren Ahmet el-Şara liderliğindeki Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) yönetimi, hâlen ülke genelinde merkezi otoriteyi tesis edememiştir. Günümüzde Suriye’nin en önemli problemi de bu otorite boşluğudur.

Alevi, Dürzi ve Kürt azınlık grupları; geçmişteki azınlık iktidarının rövanşının alınma endişesi, ideolojik ve dinî farklılıklar ile dış aktörlerle olan ittifak ilişkileri nedeniyle merkezi otoritenin yönetimi altına girmeye sıcak bakmamakta ve silahlı yapılarını korumaya devam etmektedir. Özellikle kuzeydoğuda, Demokratik Suriye Güçleri (DSG) liderliğindeki Kürt gruplar, Şam merkezli yönetime entegre olmamak için yoğun çaba göstermektedir. ABD yönetimi içinde ise bu konuda bir görüş birliği bulunmamaktadır. Eski Başkan Trump’a yakınlığıyla bilinen Büyükelçi Tom Barrack merkezi yönetimi desteklerken, Pentagon ve ABD Kongresi’nin bazı üyeleri daha farklı tutumlar sergilemektedir. Bu çelişkili tavırlar, Kürt grupların stratejik karar alma süreçlerini doğrudan etkilemektedir.

Dürzi gruplar içinde de İsrail’le iş birliği yaparak Güney Suriye’de fiilî bir özerk yapı kurmayı amaçlayanlar bulunmaktadır. İsrail desteğiyle bu hedefe kısmen yaklaşılmıştır. Batı Suriye’de ise Alevi bölgeleri kendi güvenlik ve yönetişim yapıları üzerinde yoğunlaşmıştır.

Bu gelişmeler ışığında değerlendirildiğinde, merkezi otoritenin zayıf olduğu, şiddet tekelini kuramadığı ve toplumsal meşruiyet üretme kapasitesi sınırlı kalan bir yönetimin ademi merkeziyetçi bir modeli uygulamaya koyması, Suriye’nin siyasal haritasının parçalanması riskini önemli ölçüde artırmaktadır. Yerel özerkliklerin anayasal ya da fiilî olarak tanınması, merkezi yapının işlevsiz hale gelmesine ve etnik-mezhepsel sınırların siyasal sınırlara dönüşmesine neden olabilir. Bu ise yalnızca Suriye’nin iç bütünlüğünü değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı da tehdit edebilecek bir sürecin önünü açabilir.

Ademi merkeziyetçilik, ideal koşullarda demokratikleşmeyi ve yerel katılımı artırma potansiyeline sahiptir. Ancak bu modelin sağlıklı biçimde uygulanabilmesi için güçlü güvenlik aygıtları, kurumsal kapasite, toplumsal meşruiyet ve istikrarlı bir bürokratik yapı gibi temel devlet fonksiyonlarının asgari düzeyde var olması gereklidir. Ne var ki Suriye özelinde bu koşullar henüz sağlanmış değildir. Merkezi yönetimin sınırlı kapasitesi, parçalı güvenlik yapılanmaları, dış aktörlerin yerel gruplarla kurduğu etkileşimler ve uzun süredir devam eden toplumsal travmalar, ademi merkeziyetçiliği bir reform mekanizması olmaktan çıkarıp, bir dağılma süreci haline getirme potansiyeline sahiptir.

Buna ek olarak, İsrail ve ABD gibi dış güçlerin “böl, parçala, yönet” stratejisini Ortadoğu’da uygulama konusundaki tarihsel eğilimleri göz önüne alındığında, ademi merkeziyetçi modelin bu tür güçler tarafından bir parçalama aracı olarak kullanılma olasılığı da göz ardı edilmemelidir. Özellikle İsrail’in Güney Suriye’de fiilî egemenlik tesis etme yönündeki çabaları, Dürzi gruplarla kurduğu sıkı ilişkiler ve Şam merkezli HTŞ yönetimi karşısındaki askerî üstünlüğü, ademi merkeziyetçiliğin gelecekte nasıl şekilleneceğine dair önemli ipuçları sunmaktadır.

Sonuç olarak, Suriye örneği, zayıf devletlerde ademi merkeziyetçiliğin ancak merkezi otoritenin yeniden inşasından ve kapsayıcı, meşru bir yönetim yapısının oluşturulmasından sonra gündeme alınabilecek bir model olduğunu göstermektedir. Aksi takdirde, bu model, dış güçlerce desteklenen azınlık gruplar tarafından siyasal bağımsızlık ve ayrışma hedefi doğrultusunda kullanılabilecek bir araç haline gelebilir.