Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) 25 Eylül 2017’de yapılacağını duyurduğu bağımsızlık referandumu yaklaştıkça konuyla ilgili tartışmalar, ülkemiz ve dünya gündemini fazlasıyla meşgul etmeye başladı. Bilindiği üzere, 2003’te Saddam Hüseyin ve Baas rejiminin iktidardan uzaklaştırılmasından sonra, Irak hızla parçalanmaya doğru giden bir yola girmişti. Dolayısıyla, son dönemdeki tartışmaların odağında bulunan Kürt bağımsızlığı, fiili (de facto) olarak büyük oranda zaten elde edilmiş durumdaydı. Bugün gelinen noktada ise, bağımsızlığın hukuki (de jure) tarafı da tartışmaya açılmış oldu.

Daha önceki yazımızda vurguladığımız gibi, Barzani yönetiminin özellikle kendi iç politikasında karşılaştığı siyasi ve ekonomik baskılar, bağımsızlık referandumunun ilanı gibi bölge dengelerinin yeniden şekillenmesine yol açabilecek ciddi bir gelişmeyi de tetiklemiş oldu. Kısaca değinmek gerekirse IKBY yönetimi, Süleymaniye merkezli KYB ile Goran ve diğer Kürt partilerinin müttefikliğinde gelişen muhalefet hareketine ve had safhada hissedilen ekonomik krize karşı köşeye sıkışmış durumda. Ne var ki, IKBY bölgesi bağımsız olabilmek için gerekli olan ekonomik şartlar ile altyapı ve üstyapı imkânlarına da sahip değildir. Bugün, başkent Erbil’de bile insanlar elektrik ihtiyaçlarını jeneratörlerle karşılayabiliyor. Çok güvenilen petrol ve doğalgaz kaynaklarının işletilmesi ve geliştirilmesi için yurtdışına muhtaç olan bölgede, temel ihtiyaçların karşılanması için gerekli olan teknoloji de bulunmuyor.

Yukarıda özetlenen gelişmelerin bir sonucu olarak, Erbil ve Selahattin gibi idari merkezler dışında, Barzani’nin popülaritesi IKBY’nin genelinde zayıflamış vaziyettedir. Dahası, böyle devam etmesi durumunda, ilk seçimlerde ağır bir yenilgi alacağı değerlendirmesi yapılıyor. Bu bakımdan, lideri olduğu KDP’nin Kürt ulusal hareketinde sahip olduğu özel konum da düşünüldüğünde, Mesut Barzani liderliğinde ilan edilen bir bağımsızlık referandumunun, zayıflayan prestijini arttıracağı öngörülmüştür. Son günlerde, bölgesel ve küresel güçlerin böyle bir referandumun “şimdilik” uygun olmadığı yönündeki ikazlarına rağmen, Barzani’nin inatla göstermeye çalıştığı “kararlılığın” da, yine azalan gücünü toparlamaya dönük bir politika olduğu açıktır. Kısacası, Barzani yönetimi bağımsızlık referandumunu, başta Irak merkezi hükümeti olmak üzere, bölgesel ve küresel güçlere ve hatta içteki siyasi rakiplerine karşı bir koz olarak kullanmayı, siyasi gücünü arttıracak ve kendisini rahatlatacak çıkış yollarından biri olarak görmektedir.

Bu süreçte, siyasi rakibi durumundaki KYB içinden çıkmış olan Goran partisinin “referandumun ertelenmesi” çağrısına karşın, referandumun belirlenen tarihte yapılacağına dair kararlı tutumu da, yine Barzani’nin yukarıda bahsedilen siyasetine hamledilmelidir. Konuyla ilgili tartışmaların yoğunlaştığı bir sırada, İran Genelkurmay Başkanı’nın Türkiye’yi ziyareti ise hayli dikkat çekmiştir. 2003 yılından beri Şii Irak yönetimi üzerinde büyük bir nüfuza sahip olan İran, Irak merkezi yönetimiyle birlikte bağımsızlık referandumuna karşı olduğunu ilan etmişti. PKK’nın hâkimiyet kurduğu Kandil ve Sincar gibi bölgelere İran ile Türkiye’nin yapacağı muhtemel askeri operasyonların konuşulduğu bir dönemde, Talabani liderliğindeki KYB’nin de İran’la yakın ilişkilerini hesaba katarak referandum kararına karşı en azından nötr kalacağı tahmin edilebilir. İki taraf arasında 1990’lı yıllarda silahlı mücadeleye varan güçlü bir rekabetin varlığı da düşünüldüğünde, KYB, referandumu ve bağımsızlığı “sahiplenmiş” bir KDP’ye karşı biraz daha mesafeli olacaktır. Dahası, taraflarını KDP ve KYB+Goran ve diğerlerinin oluşturacağı bir kuzey-güney mücadelesinin yaşanması da, ihtimallerden uzak değildir.

Referandum Sonrası Bağımsızlık İlan Edilebilir mi?

Referandum kararına karşı bölgesel ve küresel güçlerin aldığı/alacağı pozisyonlar, referandum ve sonucunda elde edilmiş bir bağımsızlık kararının uygulanabilirliğini büyük ölçüde belirleyecektir. Irak merkezi hükümetinin dışında, İran ve Türkiye gibi iki bölgesel aktör, Irak’ın toprak bütünlüğü ve üniter yapısını ortadan kaldıracak bir girişime karşı durduklarını ilan etmişlerdir. Başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinin de benzer bir tavırda olduğu bilinmektedir. Rusya gibi küresel bir aktör dahi, bölge ülkelerinin onayını almayacak herhangi bir gelişmeye sıcak bakmadığını bildirmiştir. Burada, belirleyici durumunda olan ve aynı zamanda 2003 sonrasında gelişen Kürt bağımsızlık hareketinin en büyük destekçilerinden biri olan ABD bile “zamanlama” uyarısında bulunarak referandumun şimdilik rafa kaldırılmasını istemektedir. İngiltere ve Avrupa Birliği ülkelerinin de benzer bir tavır sergilediğini biliyoruz. Barzani’nin KDP’si ile 1960’lardan beri güçlü ilişkiler içinde olan İsrail ise, referandum ve bağımsızlığa şartsız destek veren tek bölge ülkesi konumundadır. Ortaya çıkan bu tablo, referandumdan sonra alınacak bir bağımsızlık kararının kabul görmesinin şimdilik pek mümkün olmadığını gösteriyor.

“Bağımsız Kürt devletinin kurucusu ve ilk başkanı” sıfatıyla tarihe geçmek, kuşkusuz Barzani için iktidarını sağlamlaştıracak bir gelişme olacaktır. Fakat kanaatimizce, elinde uzun süre daha kullanabileceği referandum kozunu bir çırpıda harcayıp, içte ve dışta daha başka sorunlarla yüzleşeceği bir “resmi bağımsızlığı” şimdilik tercih etmeyecektir. Bu tavır, fiili bağımsızlığın zaten önemli ölçüde elde edildiği bir ortamda daha da anlamlı hâle gelmektedir. Buradaki öngörülerimizin aksine, Kerkük’ün de dâhil edildiği referandum neticesinde alınacak bir bağımsızlık kararının ise, mevcut şartlarda “ölü doğmuş” olacağını tahmin etmek güç değildir.

Telafer Operasyonu Ne Anlama Gelmektedir?

Irak ile ilgili son gelişmelerden bir diğeri de, merkezi hükümetin Şii milis güçlerinin katılımıyla yürüttüğü Telafer’i Işid’den kurtarma operasyonu olmuştur. Gelen son haberlere göre, 26 Ağustos tarihi itibariyle bir semt hariç Telafer ilçe merkezi İşid’den geri alınmıştır. Hatırlanacağı üzere, Işid Haziran 2014’te Musul’u ele geçirdikten sonra, 60 km. batısındaki Türkmen yerleşimi Telafer’i de işgal etmişti. Musul’un Işid’den geri alınmasından sonra operasyon sırasının Telafer’e geleceği yetkililerce ilan edilmişti.

2003 yılındaki Amerikan işgali sonrasında el-Kaide vb. selefi örgütlerin yuvalandığı Telafer ve çevresinin önemini daha çok coğrafi konumu belirlemiştir. Selçuklular’dan günümüze saf bir Türkmen kenti olan Telafer’in, bu niteliğiyle Irak’taki Türk yerleşimleri içinde homojen bir yapı sergilediğini söyleyebiliriz. Kent ve çevresi, 400 bine yaklaşan nüfusuyla Irak’ın en büyük ilçelerinden biridir. Nüfusun kahir ekseriyetini Türkmenler meydana getirirken, Telafer’de az sayıda Arap da yaşamaktadır. Türkmen unsurun çoğunluğunu, üç yıldır Işid’in yoğun baskısı altında kalan Şii-Caferi Türkmenler; az bir kısmını da Sünni Türkmenler oluşturur. Ancak, Şii ya da Sünni olsun Telafer Türkmenleri diğerlerine göre “kendine özgü” bir kültürü yansıtırlar. Bu özgünlük, dilden dini hayat ve giyim-kuşama kadar hayatın birçok alanına yansımıştır.

Irak’ta 2003 sonrası dönemde gelişen selefi-radikal örgütlenmelerin merkezlerinden biri olan Telafer, bu konumu sebebiyle sıklıkla Amerikan bombardımanlarına maruz kaldı. Sahip oldukları özgün yapının bozulması ve yapılan bombardımanların etkisiyle, mevcut gelişmelerden en büyük zararı, bin yıldır burayı yurt edinmiş olan Türkmenler gördü. Bu sebepledir ki, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Işid’i bölgeden temizleyecek bu operasyonun başlamasından duyulan memnuniyeti dile getirdikten sonra, bölgenin asli unsuru olan Türkmenlerin zarar görmemesi için azami çaba gösterilmesi gerektiğini vurguladı. Böylece, yaklaşık çeyrek asırdır ülkedeki gelişmelerden en büyük zararı görmüş olan Türkmenlerin etkili bir şekilde korunması gerektiğini bir kez daha vurgulamış oldu. Bu tür birinci ağızdan yapılan açıklamaların, diğer Türkmen bölgeleri için de yapılmasında büyük fayda vardır.

Yukarıda dikkat çekildiği üzere Telafer operasyonu, Musul operasyonunun bir devamı olarak yapılmıştır. Musul gibi stratejik açıdan önemli ve ayrıca terör örgütünce de bir merkez haline getirilmiş olan böyle bir şehrin geri alınması, ülkedeki Işid etkinliğinin zayıflatılması bakımından mühim bir gelişmeydi. Telafer’in geri alınması ise, Işid’in bu bölge üzerinden sağladığı Irak-Suriye bağlantısının kesilmesi açısından hayli önemlidir. Bundan sonra, Işid’in ağır baskısı yüzünden göçmen durumuna düşmüş binlerce Türkmen’in öncelikli olarak eski yerlerine döndürülmesi ve şehrin yaşanılır hâle getirilmesi gerekiyor. Kuşkusuz, Türkiye’nin bu konuda vereceği destek büyük önem taşıyor.

Musul ve Telafer operasyonlarının başarılı bir şekilde sonuçlanarak İşid’in bu bölgelerden temizlenmesi, başta Irak merkezi yönetimi olmak üzere bazı çevrelerin iktidarını pekiştirmesine yardımcı olacaktır. Şii Başbakan Haydar el Ebadi’nin, bağımsızlık referandumunun gündemi belirlediği şu günlerde başlıca hedefi de bu olsa gerektir. Böylece, Musul operasyonundan sonra yaptığı gövde gösterisi hatırlandığında, “Telafer’i ve hatta bütün Irak’ı Işid’den kurtaran lider” edâsıyla siyasi geleceğini temine çalışacaktır. Bağımsızlık tehdidinin arttığı bir dönemde bu “başarıların” elde edilmiş olması, kendi iktidarı açısından daha da anlamlı hale geliyor. İran’ın kontrolündeki Radikal Şii örgütü Haşdişabi milislerinin bu operasyona destek vermesi ise, Irak’ta gittikçe şiddetlenen toplumlar arası mücadele ortamında, mezhepsel aidiyetin artık ne kadar belirleyici bir hale geldiğini göstermesi açısından kayda değerdir.

Sonuçta, yüzyıl önce İngilizler tarafından yapay bir devlet olarak kurulmuş ve uluslaşmayı da bir türlü başaramamış olan Irak’ın geleceğine dair ümitli olmamızı gerektirecek bir emare henüz mevcut değildir. Hep vurguladığımız gibi, Irak, Suriye ve Ortadoğu’nun sükûnete kavuşması için gereken başlıca koşul, emperyalizmin bölgeden elini derhal çekmesidir.