Etnik, dini ve mezhebi açılardan son derece kozmopolit bir yapıya sahip olan Irak, Osmanlı hakimiyetinde bulunduğu dört asır (16-20.yy) boyunca genel olarak huzur ve sükun içinde yaşadı. Osmanlı’yı tasfiye eden I. Dünya Savaşı ve sömürgeci devletlerin yoğun çabaları sonucunda ise Irak, “yapay” bir devlet olarak kuruldu. Gelinen son noktada ise, varlığı eskiye dayanan Kürt ulusal hareketine petrol ve Saddam Hüseyin faktörleri, Amerikan işgali ve son olarak da Maliki’nin baskıcı ve mezhepçi politikalarıyla şiddetlenen Şii-Sünni çatışması da eklenince, ülke bu üç blok arasında parçalanmanın eşiğine geldi.

10 Haziran 2014 tarihli medya organlarından “Musul düştü” haberini öğrendiğimizde, “İslam ve Ortadoğu-Arap dünyasının bu perişan hali nedir?” sualini, birçoğumuz kendi kendimize bir kez daha sorma ihtiyacını hissettik. Evet, büyük medeniyetlerin yanı sıra semavi dinlerin de beşiği olan bu büyük ve “kadim” coğrafya geçmişte de derin sarsıntılar geçirdi, kanlı mezhep mücadelelerine sahne oldu; Hasan Sabbah’ın terör estiren Fedaileri’ni tanıdı; Haçlı Seferleri’ne, Moğol istilasına ve nihayet I. Dünya Savaşıyla birlikte sömürgeci devletlerin, petrolünü ve topraklarını paylaşmasına tanık oldu. Ancak, Irak örneğinde olduğu gibi, devlet ve otoritenin bu kadar kaybolduğu, terör ve dehşetin kol gezdiği, isteyenin istediğini yapabildiği, bir silahlı örgütün koca bir şehri baskınla ele geçirebildiği ortamlara herhalde şahit olmamıştır.

8-10 bin militanıyla Irak ve Suriye’de bir İslam devleti kurmak amacıyla geniş bir istila hareketi başlatan IŞİD’in içinde Avrupa’dan, Afganistan’dan, Kafkasya ve Bosna’dan gelen savaşçılar da var. Uyguladıkları metotlarla dehşet saçan, ani ve çok seri yer değiştirebilen seyyar bir yapıya sahipler ki Musul’u da bu sayede ele geçirdikleri anlaşılıyor. Musul’un firari valisi Nuceyfi’ye göre, “önce IŞİD şehrin bazı bölgelerini işgal etti, peşinden asker ve polisler kaçınca da bazı aşiretler ve 2003 işgali sonrasında ortaya çıkmış olan direniş gurupları kentin farklı bölgelerini işgal etti. Mücahitler Ordusu, Nakşibendi Ordusu ve İslam Ordusu gibi guruplar da var. IŞİD mevcut gurupların en büyüğü durumunda. Saddam ve Baas döneminden kalan bazı gayrimemnun unsurlar ise, IŞİD’e ve işgallerine ancak kendi menfaatleri için destek verebilir.”

Musul’u ele geçiren IŞİD ayrıca, şehri kaçarak terk eden Irak ordusundan ağır silahları ve –eğer doğruysa- Merkez Bankası’ndaki yüzmilyonlarca doları da ele geçirmiş durumda. İşgal sürecinde, şehirdeki tek konsolosluk olan Türk Başkansolosluğu’na 11 Haziran’da bir baskın düzenlenerek buradaki konsolos dahil 49 kişi de alıkonuldu.

Halihazırda Irak’ın orta ve kuzeybatısındaki Sünni bölgelerin tamamı, IŞİD ve onlarla birlikte hareket eden muhalif-isyancı Sünni aşiretler, Saddam döneminden kalma eski askerler ve Baasçı unsurların oluşturduğu silahlı güçlerin eline geçmiş durumda. Musul’un merkezi olduğu kuzeybatıdaki Ninova Eyaleti; güneyde merkezi Tikrit olan Selahaddin Eyaleti ve IŞİD’in asıl merkezi olan Anbar Eyaleti (Ramadi ve Felluce), yukarıda zikredilen gurupların kontrolü altında bulunuyor. Bu süreçte IŞİD, Şii ağırlıklı Türkmen yerleşimleri olarak bilinen Telafer, Tuzhurmatu’ya bağlı Çardaklı, Biravcılı ve Karanaz ile Beşir köylerini ve daha başka birtakım yerleşimleri de kontrol altına aldı. Musul’un ele geçirilmesi ve Irak askerlerinin Kerkük’ü terk etmesiyle birlikte, durumdan vazife çıkaran Bölgesel yönetimin Peşmergeleri ise, 12 Haziran’da Kerkük’te kontrolü tamamen ele geçirdi. Peşmerge ayrıca Kerkük’ün güneyindeki Şii Türkmen kasabası Tuzhurmatu’da da kontrolü sağladı.

Neden Musul?

Musul’u IŞİD için de önemli kılan bazı tarihi, sosyo-kültürel, siyasi ve coğrafi etkenler söz konusudur. Her şeyden önce Musul, 2 milyona yakın kent nüfusuyla Irak’ın Bağdat’tan sonra ikinci büyük ve önemli şehri durumundadır. Bunun dışında, komşusu Kerkük ile birlikte oldukça zengin petrol rezervlerine sahiptir. Musul aynı zamanda tarihi, siyasi, idari ve askeri açılardan da mühim bir şehirdir ki, bu nedenlerden dolayı farklı egemenlikler altında yaşamıştır.

Musul’u bugün için de değerli kılan sebepler arasında, kadim bir şehir ve tarihte mühim bir idari-askeri merkez oluşu önemli bir yer tutar. Asurlular’a Ninova (Eski Musul) adıyla başkentlik yapan şehir, Türk-İslam devlet ve medeniyetleri için de mühim bir şehir ve idari-askeri merkez olmuştur. Şehir ve çevresi, Kanuni’nin Irakeyn seferiyle 1534’te kesin olarak Osmanlı idaresine girdi. Şiiliği siyasal bir araç olarak kullanan Safevilerle Osmanlılar arasındaki mücadelede önemli bir üs işlevini gördü. 1586’da ayrı bir eyalet haline getirilen Musul, 1726-1834 yılları arasında merkeze bağlı olarak Celili Ailesi/Hanedanı tarafından yönetildi. II.Mahmud’un (1808-1839) bölgede merkezi otoriteyi yeniden tesis etme siyasetinin bir sonucu olarak, 1834’te Celili ailesinin etkinliğine son verilerek doğrudan merkezden atanan valiler tarafından yönetilmeye başlandı. Bu sürecin bir devamı olarak, Musul’un kuzey-doğusunda, yine merkeze bağlı olarak hanedanlar tarafından yönetilen Kürt emirlikleri de ortadan kaldırıldı. 1848’de bölgede Tanzimat uygulanmaya başlandı, ancak aşiretlere dayalı karmaşık sosyal yapı ve yetişmiş idareci-memur eksikliği, Tanzimat uygulamalarını neticesiz bıraktı. 1850’lerden itibaren Bağdat’a bağlı bir sancak haline getirilen Musul, Midhat Paşa’nın Bağdat Valiliği (1869-1872) döneminde, merkeziyetçiliği, modern idare ve bürokrasiyi öngören yeni vilayet sistemine dahil edildi. Midhat Paşa’nın reformları, Osmanlı Irak vilayetlerinin gelişmesinde ve merkezi otoritenin tesisinde etkili oldu. Rusya ile yapılan 93 Harbi’nin getirdiği otoritesizlik sonucu Kürt ve Arap aşiretlerinin çıkardığı ayaklanmalar üzerine, bölgede devlet otoritesinin yeniden sağlanması ve idarenin düzenlenmesi amaçlarıyla, 1879’da Bağdat’tan ayrı olarak Musul Vilayeti teşkil edildi. Musul, Şehrizor (Kerkük) ve Süleymaniye Sancakları’ndan oluşan bu yeni vilayetin merkezi, Irak Türkmenleri’nin de merkezi olan Kerkük’e taşındı. Bugünkü Kürt Bölgesel Yönetimi topraklarıyla Kerkük ve Musul’un da tamamını kapsayan Vilayetin merkezi, 1883’te tekrar Musul şehrine taşındı. Kent, Selçuklular’dan başlayarak işgal edildiği 1918’e kadar Türk dünyasının; bunun yaklaşık 400 yılı ise, Osmanlı egemenliğinin bir parçası olarak kalmıştır. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra bu ateşkesin esaslarına mugayir olarak İngilizlerce Kasım 1918’de işgal edilen şehir, Osmanlı Mebusan Meclisi’nin 28 Ocak 1920’de kabul ettiği Misak-ı Milli sınırları içinde sayılmıştır. İngiltere ile Türkiye arasında Lozan’da çözülemeyen Musul’un aidiyeti ve petrolü, İngiliz siyasetinin etkisiyle ortaya çıkan Milletler Cemiyeti’nin kararı ve 5 Haziran 1926 tarihli Ankara Antlaşması’yla, manda yönetimi altındaki Irak Krallığı’na bırakıldı.

Sosyo-Kültürel Yapı ve Önemi     

Musul ve çevresindeki sosyo-kültürel yapı, bölgenin bugününü ve özellikle son gelişmeleri anlama bakımından da önem taşır. Musul Vilayeti’nin aşiret, etnik ve dini unsurlarıyla şekillenen kozmopolit yapısına uygun olarak, II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) bölgede “eşraf ve İslam birliği” siyasetini öngören bir yönetim tarzı uygulandı. Bu doğrultuda, çoğunlukla göçebe (bedevi) hayat tarzı süren Arap ve Kürt aşiretlerinin reislerine, geniş nüfuza sahip olan Kadiri ve Nakşi (Halidi) tarikat şeyhlerine ve yerel eşrafa büyük önem verildi. Bölge, maaş, unvan verme ve Hamidiye kumandanlığı gibi  enstrümanlar vasıtasıyla doğrudan padişaha ve dolayısıyla merkeze bağlanmaya çalışıldı. Çoğunlukla başarılı olan bu siyaset, mahalli birtakım baskı unsurlarının güçlenmesine, güvenliğin zaafa uğramasına ve ayrıca vilayet yönetiminde rüşvet, suiistimal ve yolsuzluk gibi şikayetlerin artmasına da sebep olabiliyordu.

Sosyal yapı içerisinde, çoğunlukla bedevi hayat tarzı süren Arap ve Kürt aşiretleri önemli bir yer tutar. Demografik açıdan bakıldığında, İran sınırına yakın Süleymaniye ve Erbil bölgesi Sünni Kürtler’den; Musul ve çevresi Sünni Araplar’dan; Kerkük şehir merkeziyle Altunköprü ve Tuzhurmatu gibi tarihi Türkmen yerleşimleri ise hem Sünni hem de Şii (Caferi) Türkmenler’den; Kerkük’ün doğusundaki kırsal kesimler Kürtler’den, güneyindeki çöllük alanlar ise Araplar’dan oluşur. Musul’un da dahil olduğu kuzeydeki Sünni ağırlıklı yapı içerisinde mezhepçe bazı “Şii yerleşimli adacıklar” da vardır ki, Irak’ın en büyük ilçesi olan Tel’afer bunun iyi bir örneğini teşkil eder. Bağlı bulunduğu Musul’un yaklaşık 60 km. batısında yer alan ve bugün 400 bini aşan nüfusuyla Telafer ilçe merkezinin neredeyse tamamı ve yine çevresindeki köyler Şii-Caferi Türkmenler’den oluşur. Bu yüzden, IŞİD’in 16 Haziran’da büyük kısmını ele geçirdiği Telafer’de Türkmenlere karşı saldırılardan derin endişe duyuluyor. Nitekim, muhtemel IŞİD saldırılarından korkan çok sayıda Türkmen’in Kürt-Yezidi nüfusun yaşadığı Sincar Dağı bölgesine doğru göçe başladığı bildiriliyor.

IŞİD’in başrolünde olduğu son gelişmelerin merkezinde yer alan Musul, yukarıdaki izahattan da anlaşılacağı üzere bir “Sünni Arap kenti”dir. Bununla birlikte Musul ve çevresinde Kürtler ve ayrıca şehir merkeziyle çevresindeki Evenni, Şirehan, Reşidiye, Akkoyun, Karakoyun ve Tezharap gibi 10’a yakın irili ufaklı yerleşimde ise 100 bini aşan nüfusuyla Şii Türkmenler de yaşıyor. Musul, Osmanlı asırları boyunca “muhafazakar” ve hatta “tutucu” yapısıyla dikkat çekmiştir. Nitekim, İngiliz konsolosu olarak görev yapan Wilkie Young da, 1910’da Musul halkını “tutucu” olarak tanımlamıştı.

Bölgedeki muhafazakarlık, varlıkları çok eskiye giden kadim Hıristiyan topluluklar için de geçerlidir diyebiliriz. Yaklaşık % 7-8’lik bir orana sahip Musul gayrimüslimleri, Keldani, Nesturi, Süryani ve Yakubi gibi “kadim” Hıristiyan topluluklardan ve genelde şehir merkezlerinde yaşayan Museviler’den oluşur. Heterodoks, yani birçok din ve inanıştan etkilenerek ortaya çıkan dini-mezhebi topluluklar arasında ise Sincar Dağı bölgesindeki Yezidiler ile Musul’un doğusundaki Şabaklar ve Kakailer’i sayabiliriz.

Coğrafi-Stratejik-Ekonomik Yapı ve Önemi

Tarihi boyunca önemli bir idari, askeri ve ticari merkez olan Musul, işlek ulaşım, ticaret ve suyollarını birleştiren bir “kavşak” noktada bulunuyor. Şehir, kuzey-güney doğrultulu ve eski bir nehir ulaşım yolu olan Dicle Nehri’nin de kenarındadır. Nitekim IŞİD militanları, Musul’dan sonra şehrin güneyinde işgal ettikleri irili ufaklı yerleşimlere de yine Dicle Nehri’nin çizdiği güzergah üzerinden ulaştılar. Zaten, şehrin adı da, yukarıda izah edilen coğrafi özelliğinden kaynaklanmıştır: Musul adı, Arapça “vasl”  kökünden “ulaştıran, bağlayan” anlamlarına gelir. Irak’ın kuzeybatısındaki Ninova Eyaleti’nin de merkezi olan Musul’un bu özel konumu, örgüt açısından şehri kontrol etmeyi daha da cazip hale getirmiştir. Musul, aynı zamanda eskiden beri Bağdat ve çevresinin tahıl ihtiyacını karşılayan bir zirai üretim bölgesi, ekonomik ve ticari merkez olmuştur. Zengin petrolü de hesaba katılırsa, Suriye ve Irak’ta yeni bir devlet kurma iddiasındaki IŞİD için, bu coğrafi ve ekonomik yapının önemi daha iyi anlaşılır. Unutulmamalıdır ki IŞİD, Suriye’de de Sünni nüfusun yaşadığı petrol bölgesi Rakka ile Deyrizor gibi stratejik, coğrafi ve ekonomik açılardan göz ardı edilemeyecek yerleri kontrol altına almıştır.

Musul, coğrafi olarak IŞİD’in Suriye’de etkinlik sağladığı kuzeybatıdaki bölgeye de oldukça yakın bir mevkidedir.  Suriye-Irak sınırında geçişkenlik çok sıkı olduğu için, IŞİD’in Musul’u işgali kolayca gerçekleşebildi. Böylece örgüt, kurmayı tasarladığı Irak-Şam İslam Devleti’nin Irak ayağı için çok önemli bir halka sayılabilecek Musul’u ele geçirmiş oldu.

Aylardır hakimiyet sahasını genişleten ve kafa kesme gibi akıl almaz infazlarla dehşet saçan bu örgüt, Musul gibi tarihi, stratejik ve büyük bir şehri ele geçirip yönetmek suretiyle gücünü ve ne kadar önemli bir aktör olduğunu göstermeye çalışmıştır. Yakın zamanlara kadar ismi dahi duyulmayan böyle bir örgüt için bundan daha etkili bir propaganda vasıtası olamazdı.  

Irak Rejimi ve Yansımaları Açısından Musul’un Önemi

IŞİD’in Irak’ın Sünni bölgelerinde etkinlik kurması ve hakimiyetini her geçen gün genişletmesinin temel sebeplerinden birisi de, Başbakan Maliki’nin Saddam Hüseyin’in düştüğü hataya düşerek etnik ve mezhepçi reflekslerle ülkeyi yönetmeye çalışmasıdır. Maliki’nin özellikle Sünnileri dışlayan mezhepçi ve otoriter yönetimi, Selefi anlayıştaki IŞİD’in Bağdat’ın kuzeyindeki Sünni bölgelerde (Anbar, Ninova ve Selahaddin Eyaletleri) güçlenmesini sağlayarak, bu bölgeleri örgüt açısından önemli bir kaynak ve müttefik haline de getirdi. IŞİD, esas gücü, kaynağı ve desteği bu bölgelerden sağladı ki, Sünni ve muhafazakar nüfusuyla Musul da bu coğrafyanın en önemli halkalarından birini oluşturmaktadır. Yoksa, topu topu 7-8 bin kişilik bir örgütün bu kadar büyük ve önemli bir şehri, aşiretleri ve bölge halkını arkasına almadan ele geçirip kontrol etmesi düşünülemez.

BBC muhabiri Jim Muir’in IŞİD kontrolündeki kentte yaşayan halkın durumundan pek de şikayetçi olmadığını ve şehirde hayatın –elektrik, su ve benzin sıkıntısı hariç- normal akışında seyrettiğini bildirmesi de bu durumun bir göstergesi olsa gerek. Hatta, yine Muir’e bakılırsa, Maliki yönetimindeki bazı kısıtlayıcı uygulamaların, rejim ve ordu baskısının ve sıkça meydana gelen bombalı saldırıların artık olmayışından dolayı şehir halkı memnuniyetini bile dile getiriyormuş. Stratejik davranan IŞİD’in Musul’da nispeten yumuşak bir yönetim tarzını uygulaması da bunda etkili olmuş gözüküyor.

***

Sünni Arapları, aşiretleri ve diğer gayrimemnun unsurları arkasına alan IŞİD’in bundan sonra neler yapabileceğini hep birlikte göreceğiz. Bununla birlikte örgüt, pek çok açıdan mühim bir şehir olan Musul’u ele geçirerek bütün dünyanın dikkatini üzerine çekmiş ve böylece önemli bir hedefine ulaşmıştır.