Rusya’nın 2015 yılının Eylül ayında Suriye’ye askeri müdahalede bulunmasının nedenlerinden biri de, Kuzey Kafkasya’daki silahlı grupların Suriye Savaşına dâhil olmasıdır.1 Savaşan grupların Rusya’ya geri dönerek terör saldırıları düzenleme riski, Rusya’nın ulusal güvenliğini tehdit etmektedir. 10 Nisan 2017’de Rus kaynaklarından elde edilen bir istihbarata göre; Suriye’de 9.000 Rus vatandaşının IŞİD’in yanında savaştığı2 ve 12 Nisan 2017’de yine bu istihbaratı doğrulayan Sputniknews’da konuşan Putin’in açıklamalarına göre; bu sayıya Ocak 2017’den bu yana 5.000 Rus vatandaşının daha eklendiğini ve bu Rus vatandaşlarının IŞİD’e katılmak için Suriye’ye gittiğini açıklamıştır.3 Ancak bu durum Kuzey Kafkaslar’dan Suriye’ye giden Rus savaşçıların sayısını yüksek gösterip, Suriye’deki askeri müdahaleyi meşru hale getirme stratejisinin bir parçası da olabilir.
The Soufan Group Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin Suriye ve Irak’taki Yabancı Savaşçılar’ı incelediği rapora göre; 2014 yılında 12.000 olarak belirlenen Suriye’deki yabancı savaşçı sayısı, 2015 yılının sonundan itibaren 31.000’e yükselmiştir. 2015 sonu itibariyle, eski SSCB ülkelerinden 4.700 yabancı savaşçının Suriye ve Irak’ta bulunduğu, bunlardan yaklaşık 2.500’ünün ise Rusya Federasyonu’ndan geldiği belirtilmektedir. Bu 2.500 yabancı savaşçının Çeçen ya da Dağıstanlı yabancı savaşçılar olduğu iddia edilmektedir.4
İşte tam da bu noktada Suriye iç savaşının Kuzey Kafkasya’ya olan etkilerini yeniden değerlendirmekte yarar vardır zira iç savaş vasıtası ile Rus-Çeçen ilişkilerinde yaşanan yeni hareketlilikler Rusya’nın ulusal güvenliği konusundaki endişeleri beraberinde getirmektedir.
Suriye İç Savaşının Kuzey Kafkasya’ya Etkileri
2007 yılında Doku Umarov tarafından Kafkas Emirliği’nin ilan edilmesi; Çeçen ayrılıkçı hareketinin iki Çeçen savaşı sonrası küresel cihat hareketine eklemlenmesi ve ayrılıkçıların radikalleşmesiyle, küresel cihat gruplarının intihar eylemleri ve sivillere yönelik saldırılar gibi spesifik yöntemlerini Çeçen ayrılıkçılar da benimsemeye başladılar. 2012 yılında Suriye’de iç savaşın başlamasıyla bölgedeki güç boşluğundan yararlanan IŞİD’in Irak ve Suriye’de halifelik ilan etmesi, Kuzey Kafkaslar’daki radikalleşen ayrılıkçıları da etkiledi. Doku Umarov’un öldürülmesinden sonra bu radikal ayrılıkçılar arasında bölünmeler yaşandı. Bunların bir kısmı IŞİD safına, diğer kısmı da El-Nusra saflarına katıldı. Rusya’nın 2014 yılındaki Soçi Olimpiyatları nedeniyle5 Çeçenistan ve Dağıstan’da aldığı sıkı güvenlik önlemleri sayesinde terör eylemleri büyük ölçüde azaldı. Bu noktada bir başka önemli iddia ise, Rusya’nın 2014 yılından itibaren Kuzey Kafkaslar’daki radikal grupların Suriye’ye geçmelerine izin verdiğinin iddia edilmesidir.6.
2015 yılının Eylül ayında Rusya’nın Suriye’de savaşa dâhil olması ve IŞİD’in halifelik ilanı Kuzey Kafkaslar’daki radikallerin Suriye savaşı üzerinden Rusya ile hesaplaşmalarına zemin hazırlamıştır. Ancak Çeçen ayrılıkçılar kendi içlerinde bölünerek, Çeçen-Rus Savaşları’nda olduğu gibi, bir kısmı IŞİD’in yanında bir kısmı Suriye rejiminin ve ılımlı muhaliflerin yanında Ruslara karşı savaşmaktadırlar. Bu noktadan sonra, Rusya; Suriye’de savaşan bu Rus vatandaşlarının Rusya’ya geri dönerek ciddi güvenlik tehditi yaratacağını düşünmektedir. Taştekin’e göre; Putin Suriye Savaşı’ndan faydalanarak Çeçenleri kendi sınırlarından uzak tutmuş ve sınırlardan uzak bir yerde Kafkasyalı militanları eritmeye çalışmaktadır.7 Gülşen’e göre; Çeçen askeri üssünde Rus askerlerinin öldürülmesi, Petersburg metro saldırıları, Moskova’daki apartman saldırıları Rusya’nın yeniden Kuzey Kafkaslar üzerinden çevrelendiğini göstermektedir.8
Kuzey Kafkaslar’da IŞİD ve diğer terör gruplarının artan etkisi düşünüldüğünde, Rus destekli Çeçen yönetiminin, dış destekli yabancı kaynaklardan beslenen bölgesel isyanların önüne geçebilmek için daha aktif bir strateji benimsemesi gerekliliği ortaya çıkmıştır.9 Çeçen güvenlik güçlerinin, IŞİD ile savaşırken Çeçen halkı içerisindeki selefi grupları ortaya çıkarmak için tüm halka yönelik ayrım gözetmeksizin yapacağı toplu bir cezalandırma stratejisi, toplum içerisinde bizden ve bizden olmayanlar şeklinde izlenecek bir yaklaşım potansiyel sosyal çatışmaları ve radikalleşmeyi besleyecektir. Bu duruma Çeçen-Rus çatışması açısından bakıldığında ise; Rus hükümeti Çeçenler karşısında büyük bir fırsat yakalamış olacaktır. Taştekin’e göre; Rusya, Çeçenistan’da yakaladığı göreceli istikrara rağmen, 20 milyonluk Müslüman nüfusunun içerisinde selefi eğilimli bir grup barındırması, cihat ve radikal ideolojinin Kuzey Kafkasya sınırlarını çoktan aştığını göstermektedir.10
Bu tabloda Rus güvenlik güçleri Çeçen halkına yönelik daha empatik bir yaklaşım benimserse; yerel nüfusun desteğini kazanmak için bir şansa sahip olabilir. Tam da bu noktada Çeçenistan’daki devlet işlerini yürütmek için Moskova’nın önlemler almaya başlaması, Kadirov yönetiminden kaynaklanacak potansiyel risklere karşı kontrolü elden bırakmaması bu strateji doğrultusunda ilerlediğinin en açık göstergesidir. Yönetimin kalitesini geliştirmek, federal bütçeden aktarılan kaynakların yönetimine dair uygulamaları sonlandırmak, Çeçen güvenlik kuvvetlerini kontrol etmek ve bu kuvvetleri gerekli bölgelere sevk etmek (Suriye gibi), Çeçen güvenlik güçlerinin sahip olduğu dokunulmazlıkları sonlandırmak gibi faaliyetler kısa vadede sonuç alınamayacak ancak uzun vadede kazandıracak uygulamalardır.
Uluslararası toplum, Çeçen-Rus çatışmasını sonlandırmak için yetersiz kalmıştır fakat bugünün konjonktürü göz önünde bulundurulduğunda; Rusya uluslararası toplum ile IŞİD’in Kuzey Kafkaslar’daki genişlemesi ve bölgede cihatçı isyanları önleme gibi meseleler konusunda ortak çıkarları paylaşmaktadır.11 Şayet savaş sonrası cihatçı selefilerin Kuzey Kafkasya coğrafyasından tasfiyesine yönelik, Çeçenistan’daki şüphelilerin selefi unsurlar taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın gerçekleştirilecek toplu bir cezalandırmaya kalkışılırsa, düşünülmeden atılmış adımların radikalleşmeyi nasıl beslediği ve bugün gelinen durumda olduğu gibi radikalleşmenin nasıl küresel bir ağa eklemleneceği unutulmamalıdır.
Ayrıca uluslararası toplum dün sessiz kaldıklarına bugün sessiz kalırsa, terör ve güvenlik endişelerine kendi evinde de yakalanacağını unutmamalıdır.
Bu görüş yazısı yazarın yayın aşamasında olan ilgili kitabına dayanmaktadır: Güney, Beyza Gülin, Rus-Çeçen İlişkileri Bağlamında Çatışma ve İşbirliği Dinamikleri, Cinius Yayınları, İstanbul, 2017