Afrika ülkeleri siyasi bağımsızlıklarına kavuşmalarından yarım asır geçmesine rağmen hala alt yapı gelişimi ve ekonomik kalkınma sorunlarıyla karşı karşıyadır. Siyaset bilimciler bu sorunun kaynağını yönetim ve yönetişimde ararken ekonomistler kalkınma planları ve para politikalarda, tarihçiler ise geçmişte aramaktadır. Daha önceki yazılarımızda kıtanın doğal kaynaklarına rağmen gelişememesinin ortaya çıkardığı çelişkili tablo, sömürgecilikten kaynaklanan kültürel bir sorun olduğunu önemle vurgulamıştık. 1884 yılından 1960lı yıllarına kadar kıta fiilen Avrupa hâkimiyeti altında kaldıktan sonra bağımsızlık alırken eski sömürgeci devletlere bağlı tutacak kültürel miras da almışlardır. Bu kültürel miraslardan en önemlisi olan İngilizce, Fransızca ve Portekizce gibi batı dilleri Sahraaltı Afrika ülkelerinin resmi dilleri kabul edilmiştir. Güney Afrika, Etiyopya, Kenya ve Tanzanya gibi istisnalar bu yabancı dillerin yanında kendi yerel dillerine de resmiyet kazandırmışlardır.
Batı dilleri bir yandan kıta ülkelerinin çok etnik gruplu olmasından dolayı bir zorunluluk olarak kısmen toplumsal bir birlik sağlamaktadır. Ancak diğer yandan bu diller Afrika’nın sömürgeci devletlere kültürel bağını sürdürerek kendine özgün bir kimliğe sahip olmasını engellediği gibi kıtanın kültürünü taşıyan yerel dillerin de gitgide yok olmasına yol açmaktadır. Bu yazıda Afrika ülkelerinde resmi olarak kabul edilen batı dillerden doğan sorunların doğrudan veya dolaylı olarak kıtanın kalkınması ve gelişmesini nasıl sekteye uğrattığı incelenmeye çalışılacaktır. Bu analiz her ne kadar Kamerun örneği alınarak yapılmışsa da Sahraaltı Afrika genelinde hemen hemen aynı durumu gözlemlemek mümkündür.
Zihni Bağımlılık
Dilbilimciler, dil aklın sözcüsüdür/sesidir derler. Zira dil, bireysel olarak insanın fikirlerinin dışa yansıması ve hayal gücünü ifade etmesi ve bu hayallerinin gerçekleşmesini sağlar. Toplumsal olarak da insanlar arası iletişimi, toplumun kültürünün geçmişten geleceğe taşınması ve bu toplumun dünya bakışı ve görüşünü ortaya koymasını sağlamaktadır. Aynı zamanda bu dillerin toplumun bilgi ve birikimini ifade etmesi bakımından bir vasıta olduğu gibi toplumun gücünü göstermesi bakımından da önemlidir. Çünkü dil toplumun ve bireylerin düşüncelerini ve zihniyetlerini şekillendirir. Bunun bilincinde olan sömürgeciler, Afrika’da kurdukları hâkimiyetler sırasında yönetim ve eğitimde kendi dilleri zorunlu kılıp buradan ayrılırken de miras olarak bırakmışlardır. Bu mirasın yerel kültürlerin bölgelere veya kabilelere indirgeyerek milletin dilde birleşmesi ve bütünleşmesini sağlaması beklenirken 50 yıl sonra çoğu Afrika ülkesinde henüz bir ulusallaşma süreci söz konusu değildir. Tam tersini görebileceğimiz Kamerun örneğinde halk Frankofon ve Anglofon iki yabancı kültüre ayrılmıştır. Bir kısmı Fransızca ve Fransız kültürüyle kendini tanımlarken diğeri İngilizce ve İngiliz kültürüyle tanınmaktadır.
Afrika’da Batı mirasının benimsenmesi sadece Batı kültürü değil aynı zamanda Batı hegemonyasının sürdürülmesi anlamına gelmektedir. Buradaki sorun batı dillerinin resmi olarak kabul edilmesi değil, aslında yerel dillerin devre dışı bırakılması yahut resmi diller ile yerel diller arasında bir uyum sağlanamamasıdır. XIX. yüzyılda yaşamış olan Fransız yazar Charles Nodier “en büyük cinayet, bir milletin dili ve ihtiva ettiği bütün dehaları ve umutları yok etmektir” der. Bugün Kamerun’daki eğitim programlarına baktığımızda derslerin çoğu Fransızca kaynaklarının kullanılmasından ziyade Fransız eğitim müfredatlarından esinlenmiştir. Lisedeki sosyal bilgiler programlarında Fransız dili, edebiyat derslerinde Fransız edebiyatı ve Fransız yazarları, felsefede Batı felsefesi ve felsefecileri okutulmaktadır. Topluma tamamen yabancı olan bu programların okutulması yerel dilin, edebiyatın ve felsefenin yerini alıp yok etmesi demektir. Bu dillerde yetişen toplumun okuyacağı kitap, eser ve gazeteler, izleyeceği haber ve filmler, dinleyeceği müziklerin o dilde olacağı gibi zihniyeti ve düşünce yapısı da o dil ve kültüre göre şekillenecektir. Dolayısıyla gittikçe bu toplumun da bilindiğinden başka bir kimliğe bürünmesine yol açacaktır.
Bu programların uygulanmasıyla birlikte öğrencilerin yüzde kaçı bilgileri istendiği gibi özümlemektedir. Yerel kültürle bağdaştırılamayan gerek sosyal bilgiler gerekse teknik ve teknolojik bilgileri öğrencilere anlatıp uygulatmak suretiyle hedefe ulaştırmak güçtür. Bugün birçok öğrenci kendi diline ve kültürüne yabancı bu dersleri anlayıp sınavları geçmesine rağmen anlamlandırmakta zorlanıyor. Öğrenci ne kendi kültürünün sahip olduğu birikime derinlemesine ulaşmakta ne de ülkesine yararlı olacak şekilde Batı kültürünü öğrenebilmektedir. Neticesinde karışık bir kimliğe sahip, yolunu şaşırmış ve hedefini bilmeyen bir nesil ortaya çıkmaktadır. Aynı şekilde Kamerun ve birçok Afrika ülkesinin anayasası ve hukuku da dil ve sömürgecilik mirasından dolayı Batı ülkelerinden esin alınarak halka dayatılmıştır. Dolayısıyla eski nesil ve okula gitmemiş genç kuşak devlete ve devlet işlerine tamamen yabancı ve ilgisiz kalmaktadır. İnsanlarda milliyetçi ve aidiyet duyguları bulmak zor olduğu gibi aşılamak da mümkün değildir. Milletin birleşmediği böyle bir durumda ülkenin gelişmesi ve kalkınması da zor görünmektedir.
Devlet ile Halk Arasındaki Ayrım
Afrika ülkelerinde ve özellikle Kamerun’da gözlemlenen bu durum devletle halk arasında bir mesafe yaratmıştır. Halkın çoğu kendi devletiyle aynı dili konuşmadığından dolayı devletin felsefesi, izlediği iç ve dış politikalar, eğitim politikası hatta rejimine yabancı kalmıştır. Tamamen Batı diliyle, Batı eğitimi görmüş ve hatta Batıda yetişmiş devlet erkânı hala kendi geleneklerine göre yaşayan (onlara göre modernleşmemiş veya moderniteye ayak uyduramamış) halkla bir gelecek kurması mümkün gözükmemektedir. Yabancı dili kendi dillerinden daha çok benimsemeleri; zihniyetleri, düşünceleri ve yaşam tarzlarının da ona göre şekillenmesi onları, ait olduklar halktan uzaklaştırmıştır. Devlet erbabının halkına yabancılaşması devletle halk arasındaki samimi iletişimin kopması ve arada ister istemez bir mesafe koyulması, halkın devlet ve devlet memurlarından çekinmesi ve son olarak halkın ezilmesine yol açmaktadır. Doğal olarak halk da, devlet kendisine karışmadığı müddetçe kendini geçindirip devlet işlerine kayıtsız kalmaktadır.
Zaten halkın önemli bir kısmı resmi dille derdini anlatabilecek ve devletle anlaşacak kadar yeterli olmadığı için farkında olmadan sessizlik ve çaresizlik içinde yaşamaya mahkûm edildi. Bugün baktığımız zaman Kamerun halkının yüzde kaçı resmi dillerinden birini bilir, milli marşı söyleyebilir, yüzde kaçı anlayabilir ve anlayanların yüzde kaçı kendi anadiliyle anlamlandırabilir? Bu soruya kesin bir cevap verememekle birlikte oranın yüksek olmadığı bilinmektedir. Halkın büyük kısmı aidiyet ve dâhil edildiğini hissetmediği bu devlete siyasi veya ekonomik olarak bilinçli bir şekilde katkı sağlaması beklenemez. Yerel diller yerine yabancı dillerin benimsenmesinin bu şekilde devam etmesi halinde sömürgecilikle birlikte başlayan Afrika kültürlerinin yok olma süreci gittikçe hızlanacaktır. Zamanla yerel dillere giren Fransızca ve İngilizce kelimelerin çoğalacağı gibi artık ne yerel dillerin özü ve birikimiyle korunabilir ne de yabancı dillere hâkim olunabilir. Bunun etkisi de peşi sıra zikrettiğimiz gibi halkın zihniyetinin ve düşüncelerinin değişmesi, dünyaya bakış açışı ve hayal gücünün daralmasına yol açar. Britanyalı felsefeci Ludwig Wittgenstein’ın dediği gibi bir insanın dünyası, dilinin zenginliği ile sınırlıdır.
Afrika ülkelerinde ve özellikle Kamerun’da sadece yabancı dillerin benimsenmesinin halkın devlette birleşmesi ve ülkenin kalkınmasına bilinçli bir şekilde katkı sağlamasında yeterli olmadığı anlaşılmaktadır. Oysaki resmi olarak kullanılan yabancı dillerin yanında yerel dillerin ve kabile kültürlerinin öğretilerek sahip çıkılması, halkın kendini, değerleri ve ülkenin sömürgecilikle başlayan ortak tarihini bilmesi ve bu geçmişe dayalı kendini ve çağını tanımlayarak bir vizyon oluşturmasını sağlayacaktır. Dil gibi yerel değerlerin önemsenmesi halkın kendisiyle ilgilenildiği ve kendisine önem verildiğini hissederek devlete ve değerlerine sahip çıkması ve ulusal bir kimliğin oluşmasına yardımcı olabilir. Devletin, köylüler, çiftçiler ve esnaflar gibi yönetimden uzak kalan kesimlere kendi dilleriyle hitap etmesi milletin bütün fertleriyle ilgilenmesi ve milletin devlet işlerinden haberdar olması ve düşüncelerini ortaya koyması demektir. Çok kültürlü yapılara sahip Kamerun gibi ülkelerde öyle bir uygulamanın hayata geçirilmesi ancak yerinden yönetim sistemiyle (desantralizasyon) mümkün olabilir.
Anadillerin önemi üzerine dilbilimi uzmanlar ve pedagoglar, çocuklar için özellikle ilköğretim gibi eğitimlerin anadillerde verilmesi ve bazı bilgilerin anadillerde öğretilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Ki, aslında bu da kendi yazılı dili olmadığı iddia edilen Afrika halkları için genel olarak ve Kamerun toplumu için bilhassa hafızaları yabancı dilleri yerine artık kendi dillerinde kaydetme imkânını sağlar. Kabilelerin kendi dillerini yazıya dökmeleri toplumda okuryazar oranını artıracağı gibi gelişim ve kalkınmanın da bir faktörü olabilir. Bazı araştırmacıların Afrika’nın yerel dillerinin, modern bilimler ve teknoloji diliyle uyum sağlaması konusuna tereddütle yaklaşmalarıyla birlikte zamanla o dilleri yabancı kelimelerle donatarak bu engelin aşılabileceğine inanılmaktadır. Korece, Çince, Japonca ve Türkçe gibi doğu dillerin her yönden modern ve teknoloji bilimlerle sağladığı uyum Afrika’nın yerel dillerinin de uyum sağlayabileceği kanaatini güçlendirmektedir.
Halkın resmi dile hâkim olmaması ve kendini ifade edememesi, bir yandan sorumluluklarını yerine getiremeyen Afrika devletlerinin işlerine gelmektedir. Bu devletler büyük olasılıkla halkın kendi dilinde okuryazar olmasının bilgiye erişmesi demek olduğunu bildiklerinden ve dolayısıyla bilinçlenip Batı egemenliğine kastetmesinden korktuklarından bir türlü bu hususa sıcak bakmamaktadır.
Yorumlar
Bu değerli bilgiler için çok teşekkürler.lütfen yazmaya devam edin.