Günümüzde küresel siyasi dengelerin kaymasıyla birlikte, Rusya gibi küresel güçler Afrika’da giderek artan bir ilgi ve dikkat odağı haline gelmiştir. Bu ilgi, Rusya’nın Suriye’de başta olmak üzere kırılgan rejimlere karşı tutumu, verdiği destek ve özellikle 2022’den bu yana Ukrayna’daki Batı bloğuyla devam eden çekişmesiyle daha da güçlenmiştir. Soğuk Savaş’ın düşük profile düşmesinin ardından Rusya, bir süreliğine Afrika’ya yönelik göreceli olarak politika geliştirmemişken, 2000’li yıllardan günümüze kıtadaki etkinliğini gözle görülür bir biçimde artırmıştır. Rusya’nın Afrika’ya geri dönüşünün birçok Afrika devleti tarafından olumlu karşılandığı bilinmektedir. Nitekim iki taraftan gerçekleştirilen üst düzey ziyaretler ve düzenlenen Rusya-Afrika zirveleri bu ilişkilerin ne derecede ilerlediğini göstermektedir. Bu zirvelere olan ilgiyle beraber sonrasında farklı alanlarda kazan kazan ilkesi temelinde imzalanan mutabakatlar önemli yer tutmaktadır. Ancak Rusya’nın bu hamleleri özellikle askeri anlamda kimi rejimlere sahip çıkması Afrikalıların nezdinde umut ve heyecan yaratırken kıtanın geleneksel partnerleri olan Batılı ülkeleri oldukça rahatsız ve tedirgin etmeye başlamıştır. Bu yazıda Rusya’nın son yıllarda Afrika’daki yükselişinin bir örneğine değindikten sonra kıtaya geri dönüşünün Batıda nasıl algılandığına bakılacaktır.

Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Rus-Fransız Rekabetinin Arka Planı

Önceki yazılarımızda Fransa’nın Afrika’daki nüfuz alanlarını giderek nasıl kaybettiğini ele almıştık. Bu kaybın arkasındaki sebeplere bakıldığında Afrika halkının uyanışı ve yeni alternatif işbirliklerine yönelmesi görülmektedir. Afrika halkı gösteri ve protesto gibi demokratik yollarla artık Batılı ülkelerin geleneksel politikalarını toptan reddetmekle sınırlı kalmayıp alternatif aktörlerle işbirlikleri talep etmektedir. Esasında Çin, Rusya, Türkiye, Hindistan ve Brezilya gibi yeni politikalarla Afrika’ya açılan aktörler, Fransa başta olmak üzere Afrika’nın geleneksel partnerlerinden daha cazibeli işbirliği fırsatları sunmaktadır. Batı hegemonyası ve mevcut uluslararası düzenini sorgulayan bu yeni aktörler güney-güney işbirliğini teşvik ederek yeni nesil nezdinde güven kazanmaktadır. Nitekim son yıllarda bazı Afrika ülkelerinde iktidarların devrilmesine kadar giden protesto ve gösterilerde bu alternatif partnerlerin ve özellikle Rusya’nın bayrağının protestocular tarafından sallandığı görülmektedir. Aslında son yıllarda Afrika’da kurulan yeni hükümetlerin özellikle cuntacı hükümetlerin güvenlik ve askeri meselelerde Rusya’yla işbirliği yapmayı tercih ettiği görülmektedir.

Rusya’yla güvenlik ve askeri alanlarda yakın işbirliği kuran ilk Afrika ülkelerinden biri olan Orta Afrika Cumhuriyeti, geleneksel partneri Fransa’dan nasıl uzaklaştığı ve bu sürecin arkasındaki gelişmeler, bugün Afrika genelinde artan Rus ilgisi ve etkisinin anlaşılmasına ışık tutacaktır. Eski Fransız sömürgesi olan Orta Afrika Cumhuriyeti’nin yer altı kaynakları bakımından çok zengin bir ülke olduğu bilinmektedir. Çeşitli değerli madenler ve nadir elementlerin çıktığı bu ülke sadece elmas üretiminde yılda 500 bin ayarla dünyada onuncu ve taş kalitesi bakımından beşinci sırada yer almaktadır.  Ülkenin sahip olduğu bu zengin kaynaklar kimi zaman ülkedeki çıkar gruplar arasında kimisi iktidarla Fransa arasında rekabet ve çıkar çatışmalarına neden olmuştur. Dolayısıyla bağımsızlığından bu yana çok sayıda askeri darbe, darbe girişimi, iç savaş, isyan hareketleri ve Fransız müdahalelerine maruz kalmıştır. Fransa çoğu zaman ülkedeki nüfuzu ve maden işletimindeki imtiyazlarını korumak için isyancı gruplarla işbirliği yaparak silah temin etmekten, kimi zaman askeri darbelerin yapılmasına doğrudan yardım ve yataklık etmekten kimi ülkenin otoriter başkanlarına sahip çıkmaktan kaçınmamıştır. Böylece milliyetçiliği ile bilinen ülkenin kurucu lideri Barthélemy Boganda Orta Afrika’nın iç bağımsızlığını ilan ettikten birkaç ay sonra 1959 yılında nedenleri bugüne kadar aydınlanmayan bir uçak kazasında hayatını kaybetmiştir. Soğuk savaşının başladığı bu dönemde Latin Afrika Birleşik devletlerinin kurulmasını savunan Boganda’nın çok radikal sömürgecilik karşıtı söylemlerinden dolayı Doğu bloğuna yakınlaşacağı ve sorun yaratacağı şüphesiyle tasfiye edildiği ileri sürülmektedir.

Boganda’nın yerine geçen ve sadık Fransız yanlısı olarak bilinen 28 yaşındaki David Dacko, başkanlığının ilk yıllarında adeta bir Fransız valisi gibi çalışmıştır. Ancak çok geçmeden kuzeni Albay Jean Bedel Bokassa tarafından ülkesini Çin, Sovyetler Birliği ve İsrail’e satmakla suçlanarak 1965 yılında Fransa’nın desteğiyle askeri darbeyle devrilmiştir. Bokassa Fransa’nın menfaatlerine hizmet etmekle beraber ülkesini otoriter bir rejime sürükleyerek kendisini 1976 yılında Orta Afrika imparatorluğunun hükümdarı olarak ilan etmiştir. Giderek sadakat çizgisinden uzaklaşan ve Doğu bloğuna yakınlığıyla bilinen Kaddafi ile ilişkiler kuran imparator Bokassa da 1979 yılında Libya ziyareti sırasında darbeyle devrilmiştir. Bu darbe Fransız milislerin Fransa’nın askeri uçağı ile düzenlediği Baraccuda operasyonla gerçekleştirilmiş ve Fransa’ya biatini yeniden beyan eden önceki cumhurbaşkanı David Dacko tekrar iktidara getirilmiştir. Bu darbeler Fransız çıkarları söz konusu olduğu müddetçe tekrarlanarak 2013 yılına kadar devam edecektir. 1981 yılında David Dacko yine darbeyle indirilerek yerine Andre Kolingba geçmiştir. Kolingba 1993 yılında düzenlenen demokratik seçimlerde yenilmişti. Ancak seçimleri kazanan Ange Felix Patassé de 2003’te Nijer’de bulunduğu sırada Fransa ve Çad’ın desteği ile general François Bozizé tarafından darbeyle indirilmiştir. Bozizé ise isyancılarla imzaladığı uzlaşma ve barış anlaşmalarıyla birlikte ülkeye istikrar ve barışı getiremeyip 2013 yılında Müslümanlardan oluşan Seleka isyan hareketi tarafından iktidardan uzaklaştırılmıştı.

Orta Afrika Cumhuriyeti François Bozizé’nin ayrılmasıyla bir dini ve etnik savaşa girmişti. Müslüman ve gayrı Müslimlerin birbirini kırdığı bu savaşta iki taraftan da binlerce masum sivil hayatını kaybetti. Bu katliamların durdurulması için 2013 yılının sonunda BM’nin kararıyla bir uluslararası destek misyonu kurulmuştu. Ayrıca Fransa Sangaris adı altında bir barış operasyonunu başlatmışsa da 2016 yılında ülkede henüz barış ve istikrar sağlanmamışken beklenmedik bir şekilde bu operasyonu sonlandırmaya karar vermişti. Bu karar Orta Afrika Cumhuriyeti’nin Fransa’yla ilişkilerinin bir dönüm noktası olmuştur. Zira o tarihte yapılan seçimlerle iktidara gelen Faustin-Archange Touadéra bile bu karardan habersizdi. Fransa’nın bu kararını yemin töreninde Fransız dışişleri bakanından öğrenen seçilmiş başkan Touadéra ülkenin istikrarı için Sangaris operasyonunun bir süreliğine devam etmesini arzu ediyordu. Çünkü o sırada toplumsal krizin tamamen bitmediği gibi başkenti çevreleyen isyancılar da fırsat kolluyordu. Bunun için yemin töreninden bir ay sonra ilk ziyaretini Fransa’ya gerçekleştirerek ülkesindeki Fransız askerlerinin bir süre daha kalmalarını arzu ettiğini dönemin Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande’a bildirmiştir. Hollande ise görüşme sonrasında düzenlenen basın açıklamasında Fransa’nın Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yürüttüğü Sangaris operasyonunun devam edeceği ve o Orta Afrikalı askerlerini eğiterek desteklerini sürdürecekleri sözünü vermişti. Ancak o ziyaretten sonra bir ay geçmeden Sangaris operasyonun 2016 yılının sonunda tamamlanmıştır.

Orta Afrikalı başkan Touadéra 2017’de yine Hollande’ın yanına giderek bu defa askerlerine silah temin edilmesini talep etmişse de, bu istek de yerine getirilmemiştir. Emmanuel Macron’un iktidara gelmesinden sonra tekrar Fransa’yı ziyaret eden Touadéra sözü verilen silahların temin edilmesi için talebini yenilemişti. Macron ise silahların hazır olduğunu ancak bu silahların teslim edilmesine karşı Rusya’nın BM güvenlik konseyinde rezerv koyarak engel olduğunu aktararak Kremlin ile görüşmesini önermişti. Ülkesine döndüğünde önce Rus büyükelçisiyle ardından Soçi’de Rus Dışişleri Bakanı ile görüşen Touadéra Rusya’nın rezerv sebebini şaşkınlıkla öğrenmiştir. Fransa tarafından ordusuna vaat edilen 1.500 adet silahın aslında Somali’de Eş-şebab terör örgütünden ele geçirilen silahlar olduğu ve uluslararası hukukuna göre bu silahların imha edilmesi gerektiğinden dolayı Rusya’nın veto ettiği söylenmiştir. Rusya bu görüşmeden sonra Orta Afrika Cumhuriyeti ordusuna 1.500 kullanılmış silah yerine 3.000 adet yeni silah vermeyi taahhüt etmiştir. Ancak bu defa BM güvenlik konseyinde Orta Afrika askerlerinin bu silahların kullanımına vakıf olmadıkları gerekçesiyle Fransa’dan veto gelmiştir.

Rusya bu vetonun kaldırılması için Orta Afrika askerlerinin eğitilmesi için eğitmenleri göndereceğini, ayrıca eğitmenlerin kimlerden ve verilecek silahların hangi silah türlerinden oluştuğunu BM güvenlik konseyi üyelerine bildirmiştir. Bu vesileyle Rusya resmi ve meşru yollarla Orta Afrika Cumhuriyeti’ne girmiş oldu. Bu tarihten sonra ülkenin her yönünden ve her alanında önemli gelişmeler ve olumlu sonuçlar kaydedilmeye başlanmıştır. Kısa süre içinde ülkenin başkenti çevresinde dolanan isyancı ve silahlı gruplar uzaklaştırılmış göreceli bir güvenlik ve istikrar sağlanarak Orta Afrikalı halkın hayatı normale dönmeye başlamıştı. Halk artık güven içinde şehirlerde yaşamaya alışırken toplumda yeniden umutlar yeşermeye başlamış okullar açılarak öğrenciler yavaş yavaş eğitime dönmüştür. İşte tam da bu önemli sonuçlar Mali başta olmak üzere diğer frankofon Afrika ülkelerinin esin kaynağı olmaya başlamış ve 2020’den sonra Mali’de cunta rejimiyle çekişen Fransa 2022 ağustos ayında ülkedeki askerlerini çekerek komşu Nijer’e konuşlandırmak zorunda kalmıştır. Mali’deki yerini Ruslara terk eden Fransa şimdi de Nijer’de benzer şekilde cuntacı bir rejimle çekişerek askerlerini çekmemek için direnmektedir.

Rusya’nın Afrika’ya Geri Dönüşünün Batı’daki Algısı

Rusya’nın Afrika ile eskiye dayanan ilişkileri ve kıtadaki menfaatleri her zaman Batı ülkeleri ile ters düşmüştür. Rusya yahut eski Sovyetler Birliği’nin Afrika ülkeleriyle ilk resmi temasları dünyanın kutuplaşmaya başladığı 1960’lı yıllarda kıtanın bağımsızlığının hemen ardından kurulmuştur. Esasında Rusya daha sömürgecilik döneminde Avrupa devletlerinin Afrika’daki faaliyetlerine karşı çıkarak gerek BM’de gerekse dekolonizasyon sürecinde yerli halkların bağımsızlık mücadelesini desteklemiştir. Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı örgütlenen Mandela’nın partisi Afrika Ulusal Kongresi (ANC) başta olmak üzere Cezayir, Zimbabve ve Mozambik’teki bağımsızlık mücadelesi veren partilere sağladığı destek Afrika toplumlarının hafızasına kazınmıştır. Nitekim bağımsızlık sonrasında kıta ülkeleriyle siyasetten diplomasiye ekonomiden eğitime kadar farklı alanlarda ilişkiler kurulmuştur. Ancak bu ilişkilerin Soğuk savaşın kızıştığı dönemde gelişmesi Afrika kıtasını da Doğu ve Batı bloğunun rekabet sahnesi haline getirmiştir. Lumumba, Nkrumah, Modibo Keita ve Sankara gibi birçok Afrikalı lider veya devlet başkanı o dönemde Doğu bloğuna yakınlaşmak veya sempati duymaktan öldürülmüş veya darbeyle iktidardan indirilmişti.

Rusya 1980’li yılların sonlarından itibaren ve özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından 2000’li yılların başlarına kadar Batı bloğuyla normalleşme çerçevesinde Afrika ile ilişkilerini asgari düzeyde tutmuştur. Bu dönem zarfında kıtadaki Rus diplomatik temsilcilikleri ve kültür merkezlerinin kapatılması ve kıtayla olan ticaret hacminin de düşmesiyle Rusya adeta Afrika sahnesinde yok olmuştur. Bununla birlikte 2000’li yıllarda Rus ekonomisinin düzelmeye başlaması Rusya’nın Afrika ülkeleriyle de önce ticari ardından siyasi ve askeri alanlarda eski ilişkilerinin canlanmasına vesile olacaktı. Yüzyılın ilk yıllarında Vladimir Putin dahil çok sayıda bakan ve üst düzey Rus yönetici Afrika ülkelerini ziyaret ederek silah satışı, askeri işbirliği, ticaret ve yatırım anlaşmaları imzalamış ve birçok özel Rus şirketinin de Afrika piyasasına geri dönmesini sağlamıştır. Rusya bu geri dönüşünün ilk aşamasında Mısır, Libya, Cezayir, Angola ve Zimbabve gibi daha çok eski partner ülkelere önem vermiştir. Vladimir Putin’in 2012’de tekrar iktidara gelmesi ve Arap Bahar’ıyla birlikte kırılgan rejimlere karşı sergilediği duruş Rusya’nın Afrika’ya geri dönüşünün ikinci aşaması sayılacak bu dönemde artık Sahra altı Afrika ülkelerine de yakınlaşması ve paramiliter askeri gruplarla aktif rol oynamasına yol açacaktır. Rusya’nın bu geri dönüşünün ikinci aşaması Fransa gibi eski sömürgeci güçlerin kıtadaki varlıklarına karşı antipatinin arttığı bir döneme denk gelmektedir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Fransız büyükelçilerine yaptığı bir konuşmada Rusya, Çin ve Türkiye’nin Afrika’daki söylemlerine karşı Fransız medyası ve sosyal medya yoluyla karşıt söylemler geliştirmelerini tembih etmiştir. Artık Rusya’nın geri dönüşü ve Afrika politikasına ilişkin Batı medyası ve gazetelerinden çıkan haber, makale ve yazılara bakıldığında genel olarak Rusya’nın siyasi, ekonomik ve stratejik amaçları olduğu ve bunların Batı çıkarları ile çeliştiği vurgulanmaktadır. Örneğin yapılan yorumlara göre Rusya stratejik olarak Mısır ve Cezayir’le iş birliği yaparak, Libya’da Hafter ve Sudan’daki askeri rejimlere olan desteğini kullanarak güney Akdeniz ve Kızıldeniz sahillerinde NATO’ya karşı nüfuz kurup kalıcı bir Rus varlığı oluşturmayı amaçlamaktadır. Ukrayna ile mücadelesinden sonra yapılan yorumlarda ise Rusya’nın kendisine karşı uygulanan yaptırımlardan kurtulmak ve izolasyondan çıkmak için Afrika’ya yakınlaştığı ve yeni işbirlikleri arayışına girdiği öne sürülmektedir.

Dahası Rusya’nın Afrika ülkeleriyle işbirliği yapmakla uluslararası sistemindeki mevcut Batı hegemonyasına meydan okuyarak yeniden yapılanma hedeflediği şeklinde yorumlanmaktadır. Demokrasi açısından Rusya Afrika’daki bazı rejimlerin yanında durması dolaysıyla kıtada siyasi istikrarsızlığa neden olmak ve demokratikleşme sürecini sekteye uğratmakla suçlanmaktadır. Hatta son yıllarda kıtada yayılan Batı ve Fransız karşıtı gösteriler ve özellikle 2020’den bu yana frankofon Afrika ülkelerinde yaşanan çok sayıda askeri darbe ve beraberindeki Fransız karşıtı kararlarının arkasında Rus propagandasının olduğu ileri sürülmektedir. Esasında bu suçlamanın sadece Rusya’ya değil kıtada varlığını güçlendiren Türkiye ve Çin’e karşı da zaman zaman yöneltildiği görülmektedir. Bu suçlamaların özellikle Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron tarafından dillendirilmesi de Fransa’nın Afrika’daki nüfuz alanları ve etkisini giderek kaybettiğini göstermektedir.

***

Orta Afrika Cumhuriyeti örneğinden hareketle Rusya’nın Afrika’daki varlığına karşı yükselen tepkiler esasında Batılı ülkelerin ve özellikle Fransa’nın kıtadaki nüfuz alanlarının daralması ve etkisini tamamen yitirme kaygısından kaynaklansa da zaman zaman STK ve uluslararası örgütlerce yapılan suçlamalar gerçeği yansıtmaktadır. Rusya’nın Orta Afrika Cumhuriyeti’yle yaptığı güvenlik ve askeri işbirliği anlaşmaları karşılığında maden alanları ve bazı ayrıcalıklar elde ettiği bilinmektedir. Nitekim kimi zaman bu maden alanları ele geçirmek veya yeni madenleri açmak için verilen bölgelerin boşaltılması söz konusu olduğunda yerel halkla çekişmeler yaşanmaktadır. Hatta bu çekişmelerde Rus milislerin yerlilere ve özellikle Müslüman kesimlere karşı acımasızca davrandığı ileri sürülmektedir. Öte yandan Rus milislerin isyancı ve silahlı gruplara karşı da savaş ve insanlık suçları işlediği haberler ortaya atılmaktadır. Dolayısıyla eski sömürgeci güçlerini bir başka sömürgeci güçle ikame ettirmemek için Rusya ve diğer küresel aktörlerle işbirliğine giren Afrika ülkeleri öncelikle kendi halklarının menfaatlerini gözetmelidir. Aynı zamanda sırf Batıya meydan okuduğundan Rusya’yı kör bir şekilde savunan yeni nesil Afrikalı gençler de kıtanın geleneksel partnerlerini kenara itmeden bir denge kurarak iki taraf ile en iyi işbirliği fırsatlarından istifade edebilmenin yolunu bulmalıdır. Batılı ülkeler ise rakip veya düşman gördükleri öteki küresel güçlerin Afrika’nın partnerleri olabileceği gerçeğini artık kabullenmelidir.