New York Times gazetesinin 20 Temmuz 2017 tarihli nüshasında yer alan ve Suriyelilerin ilk kez İsrail’e ait kliniklerde tedavi altına alındığını aktaran haberde İsrail, Suriyeliler için ‘beklenmedik bir umut’ olarak tasvir edilerek dünyaya pazarlanmaya çalışılıyordu. Yine aynı gazetenin 23 Temmuz 2017 tarihinde Isabel Kershner imzalı haberindeki başlık; “İsrail, Mescid-i Aksa’daki güvenlik önlemlerinden sonra akan kanla mücadele ediyor” diyordu. Haberin yaratmak istediği algıya bakıldığında, Mescid-i Aksa’da akan kanın müsebbibi olan İsrail bir de bununla ‘uğraşmak zorunda’ kalıyordu.
Gazetenin tam da İsrail’in Mescid-i Aksa’ya yönelik mütecaviz eylemlerinin sürdürdüğü günlerde yayınladığı bu haberler aslında yirmi yıl önce yine aynı gazetenin attığı başlığın adeta bir tamamlayıcısı olarak karşımıza çıkıyordu. Zira gazetenin 21 Ocak 1996 tarihli sayısında atılan başlık hayli manidardı: “Kızıl Bela gitti ama İslam geldi”. New York Times’in bu başlığı aslında İslam’a karşı üretilen yeni silah ‘Şarkiyatçılığın’ bugün ulaştığı hadsizliğin neredeyse miladı gibiydi.
Son yüzyılda, İslam dışındaki herşeyi İslam’a dairmiş gibi planlı, sinsi bir kolaycılık, kötücüllük ve genelleme ile anlatan sınırlı bilgi sahibi Şarkiyatçılardan beslenen ana akım Batı medyasının İslam için yaratmak istediği algı; cümlelerin arasına ‘terör, ‘köktendinci’, ‘radikal’ kavramları ile yerleştirilmesi suretiyle artan şiddeti ile devam etti.
Batı medyasının, Mescid-i Aksa’yı merkeze alan haberlerde ne İsrail’in Uluslararası hukuk ihlallerine, ne Filistin topraklarındaki kademeli işgaline ne de köktendinci Yahudiliğin tarihsel bir arka planı bulunan terörize eylemlerine atıfta bulunmuyor olması ise olaylara bu açıdan bakıldığında hiç şaşırtmıyordu.
Örneğin, sosyal medyada dolaşımda olan bir videoda, İsrail’de ortodoks yahudi ilkokul öğrencilerinin Mescid-i Aksa ve Müslümanlar ile ilgili sorulara verdikleri cevaplara hiç yer almıyordu batılı ana akım medyada. Tüyler ürperten cevaplar karşısında öğretmenlerinin ne denli gururlandığından da hiç bahsedilmiyordu.
Köktendinciliği İslam’la özdeşleştirirken bunda herhangi bir rasyonel temel olup olmadığına bakma kaygısı taşımayan batı medyası, Yahudiliğin Mesiyanik geçmişine, İsrail delveti ve ordusunun şiddetten neden ve nasıl beslendiğine ve İsrail halkına nasıl empoze ettiğine bakmak zahmetinde bulunmuyordu.
İsrail devletinin tamamen askeri ve dini motivasyonlarla bugüne kadar varlığını uluslularası hukuku hiçe sayan işgal ve yasadışı yöntemleler sürdürüyor olması büyük fotoğrafta ancak bir güvenlik sorunu olarak Filistinlilerle çatışmaya indirgeniyordu ve belki de uygulanan bu karatma İsrail’in bunu neden yaptığı sorusunu sordurmamak içindi.
Öte yandan bugün medyaya egemen olan Şarkiyatçı dil, Müslüman toprağına, Müslümanların ilk mescidine saygısızlıkta sınır tanımayan İsrail devletinin ayıplarını kapatacak bir malzeme bulmakta zorlanıyor.
Vicdanının Sesi Olan Batılılar
İsrail’in her türlü mütecaviz eylemini örtmeye ya da ona meşruiyet sağlamaya çalışan söylem hegemonyası bugün adeta Filistin’de, Kudüs’te, Mescid-i Aksa’da kaçacak delik arıyor çünkü hangi dinden hangi milletten olursa olsun bu dünyanın vicdanlı, hakikati arıyan ve anlatan kalemlerinin sayısı gitgide çoğalıyor.
İsrail lobisi ve Şarkiyatçı söylemlerin ittifakını ve oyununu bozan sadece doğudan, Müslüman dünyasından isimler değil. Batıda her ne kadar İsrail hakkında eleştirel bir kitap yazabilmeniz için ya emekli olmanız ya da arkanızda çok güçlü bir kurumsal direncin olması gerekse de hakikat arayışında olan gazeteciler-araştırmacılar ve akademisyenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla.
Washington Post’da uzun yıllar görev yaptıktan sonra 1990 yılında baş muhabir olarak New York Times gazetesine geçen Patrick Tyler, gazetenin Londra, Pekin, Moskova, Bağdat Büro Şefi olarak dönemin en önemli haberlerine imza atan bir isim. Kasım 2012’de kendisi ile İsrail Kalesi: Ülkeyi Yöneten Askeri Elitlerin Gerçek Hikayesi ve Neden Barış İstemiyorlar isimli kitabı için Washington, DC’de yaptığımız mülakatta kitabına ABD’deki İsrail lobisinin nasıl saldırdığına ilişkin şunları söylüyordu:
ABD Medyasında İsrail karşıtı görünme endişesi hakimdir. Kitabım birkaç saldırıya uğradı ancak daha çok ideolojik saldırılardı ve kitapta yazdıklarımla alakasız şeylerdi. Wall Street bir yazı yayınladı. Ekonomist dergisi uzunca bir yer ayırdı. Ana akım olarak adlandırdığımız medya kitaptan uzak duruyor çünkü bu konu ABD’de medya ve kurumlar için hala netameli bir konu. Kitapla ilgili güzel bir şey söylendiğinde İsrail karşıtı olarak anılmak istemiyorlar. Bu kitap ideolojik bir kitap değil. Ben bir tarihçiyim ve kitap bir gazetecinin bakış açısıyla yazılmıştır.
Oysa Tyler kitabında bir gazeteci bakış açısı ile hakikati anlatıyor, İsrail’in saldırgan ve savaşçı karakteristiğinin tarihsel süreçteki psikanalizini yapıyordu. İsrail’in barış için diplomasiyi neden bir çözüm olarak görmek istemediğinin ardındaki sebepleri sıralıyor, savaşçı kütürün ve askeri propagandanın İsrail’de aile kurumunun kimliğinde ne denli baskın olduğunu ve toplumun kalbinde nasıl merkezi bir rol oynadığını tanımlıyordu.
Tyler, İsrail güdümlü lobinin hedef aldığı, ne ilk ne de son hedefti. Aslen Güney Afrika kökenli Amerikalı bir yahudi gazeteci olan TIME dergisi editorü Tony Karon adeta New York Times haberlerine isyan ediyordu. Bir zamanlar Güney Afrika’da olduğu gibi Filistin’de İsrail eliyle bir Apartheid rejiminin kurulmaya çalışıldığını mesleki hayatı boyunda haykıran Karon, New York Times’ın Mescid-i Aksa’da yaşananlara ilişkin zaten işgalci olan İsrail’in, ‘utanmaz’ bir bakış açısı ile nasıl aklanmaya çalışıldığını ve bunun gazetedeki İsrail muhipleri eliyle nasıl gerçekleştirildiğini adeta ifşa ediyordu.
Aslen Lübnanlı bir Hristiyan olan Amerika’nın efsanevi kadın gazetecilerinin belki de en cesur ve vicdanlısı olan müteveffa Helen Thomas hayatının son yıllarında bile İsrail propagandalarına karşı Filistin’in haklı davasını anlatmasının bedelini ne kadar ağır ödediğini anlattı. Lakin 92 yaşında bu dünyaya gözlerini yumduğu anda bile bu mücadeleden asla vazgeçmeyeceğini ve pişman olmadığını haykırıyordu.
İsrail’in Filistin’deki işgalini ve bu topraklarda İslam dünyasının kutsallarına yönelik mütecaviz eylemlerini meşrulaştırmak için fırsat gözetleyen çoğu İsrail lobisi tarafından finanse edilen ana akım medyası bugüne kadar varlığını sürdürdü.
Ancak Tyler, Karon, Thomas gibi isimler bu medyalarla ve lobilerle mücadele verdi. Bu isimler ve daha niceleri, bulundukları mahallede ya Şarkiyatçılığın ya da İsrail politikalarına karşı olmanın anti-semitist, Yahudi düşmanlığı ile eşitlendiği bir sığlık ve ikiyüzlülüğe maruz kaldılar.
Batı ana akım medyasının yüzyılda üretebildiği, hakikatin karşısındaki en güçlü düşman olan bu iki silaha karşı koymak, bıkmadan, yılmadan hakikati haykırmak olacaktır.
Şüphesiz Mescid-i Aksa, Kudüs, Filistin var oldukça sadece Müslüman dünyasında değil diğer dinlere ve inançlara mensup, hakikatin savunusunu evrensel vicdani bir görev olduğunu içselleştirebilmiş kalemlerin sayısı azalmayacak daha da artacaktır.
Yorumlar
Oldukça kapsamlı bir değerlendirme olmuş. Tebrikler.