Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 14 Şubat 2022’deki Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ziyareti kapsamında yapılan anlaşmalar bölge için önem arz eden bir dış politika gelişmesi olarak öne çıkmaktadır. Zira uzun süredir iki devlet arasında soğuk rüzgârlar esmekteydi. Nitekim BAE’nin Arap Baharı sonrası Türkiye’nin bölge politikalarına karşı sert tavır alması, iki devlet arasındaki ilişkilerin soğumasına neden olmuştu.

Bu süreç içinde Trump’ın Amerikan başkanı olması ve Körfez ziyareti sonrasında kurulan Küre İttifakı, Ortadoğu’da yeni parametrelerin ortaya çıkmasını beraberinde getirdi. Nitekim Trump’ın İran’ı baskılama politikası, adı geçen ittifakın kurulmasında en büyük paya sahiptir. İran, Obama döneminde ABD’nin Ortadoğu politikasında etkin rol almış ve alan kazanmıştı. Bu durum Suudi Arabistan ve BAE’nin güvenlik endişelerini arttırmıştı. Bunun yanı sıra gerek Suudi Arabistan gerekse BAE, Arap Baharı ile değişen Ortadoğu’da iktidarlarını kaybetme riski ile karşı karşıya kalmış ve bu iki ülkeyi yakınlaştırmıştır. Bu yakınlaşma, Trump’ın başkan seçilmesi ve ABD’nin Ortadoğu politikasında değişime gitmesiyle birlikte Suudi Arabistan ile BAE’yi de içine alan bir ittifaka dönüşmüştür. İki devlet arasında özellikle Suriye, Libya ve Yemen gibi bölgeler ortak hareket etme sahası olmuştur. Bu iki devleti ittifak sahasına iten sebepler arasında BAE’nin başına veliaht prens olarak Muhammed bin Zayed, Suudi Arabistan’ın başına ise yine veliaht prens Muhammed bin Selman’ın gelmesi ve bu ülkelerin yeni bölgesel güç olarak ortaya çıkma hedefi gösterilebilir. Bunun yanı sıra iki devleti ortak noktada buluşturan diğer tehdit, İran faktörü olmuştur.

İran Faktörü

İran, ABD başkanı Barack Obama döneminde 5+1 Kapsamlı Ortak Eylem Planı Antlaşmasını imzalayarak ekonomik alanda ciddi bir rahatlama yaşamıştı. İran bu rahatlama sonucunda Ortadoğu’da alan kazanmış ve bu durum Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin endişelenmesine sebep olmuştur. Zira bu iki devlet, İran’ın bu tavrını güvenlik tehdidi olarak görmüştür.

Özellikle İran’ın Yemen’de Husilere destek vermesi ve İran destekli milis güç olan Husilerin Suudi Arabistan’a ve BAE’ye yönelik füze saldırıları iki devleti; özelde Husileri genelde ise İran’ı sınırlandırmaya yönelik müdahaleye itmiştir.

Trump yönetimi İran’a yönelik maksimum baskı politikası uygulamış ve ona karşı bir blok kurulması yoluna gitmiştir. Bu blokta BAE ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Mısır, Bahreyn gibi devletler yer almıştır. Bu manada ABD, Abraham Antlaşmasına mimarlık yapmış ve tarihsel bir çatışma halinde olan İsrail ile Arap ülkelerini barıştırmıştır. ABD’nin bölge devletlerini kullanarak İran’a karşı uyguladığı baskılama politikası İran’ı ekonomik alanda zor duruma sokmasının yanında güvenlik bağlamında da tehdit unsuru haline getirmiştir. Bunun yanı sıra İran ve Türkiye ile olan ilişkilerini üst düzeyde tutan Katar’a karşı da ambargo uygulanması yoluna gidilmiştir.

Aralık ayında BAE Ulusal Güvenlik Danışmanının İran’a gönderilmesi önemli bir gelişme olarak görülebilir. Nitekim İran uzun zamandan beri olumsuz seyreden Körfez ülkeleriyle ilişkilerin düzeltilmesi konusunda yeşil ışık yakmıştır. Ancak ABD’de henüz bir başkanlık değişiminin gerçekleşmemesi, gelecek konusunda endişe duyan BAE’nin bu yeşil ışığa olumlu ya da olumsuz bir yanıt vermesini geciktirmiştir.

Biden yönetiminin iktidara gelmesi BAE’nin dış politikada birtakım değişikliklere gitmesine neden olmuştur. BAE, Türkiye’nin yanı sıra İran ile olan ilişkilerini de yeniden restore etme gereği hissetmiştir. BAE’li yetkilinin İran’a gitmesi BAE-İran ilişkilerinde yeni bir sayfanın açıldığını göstermektedir.

Tahran’da görüşen BAE ve İranlı yöneticiler arasında en önemli gündem maddesi askeri krizleri sona erdirmek ve birlikte hareket etmek olmuştur. Bu manada BAE’nin gelecekte İran ile de aynı masaya oturabileceği göz önünde tutulabilir. Zira İran’ın olası yaptırımlarda ABD ile anlaşması, adı geçen ülkenin Ortadoğu’da yeniden aktif politikaya yönelme ihtimalini ortaya çıkarabilir. Bu durum karşısında BAE yeni oluşacak atmosferi şimdiden okuyarak İran ile arasındaki ilişkileri sıcak tutup önlem alabilir. Hatta Yemen konusunda da ortak mutabakat dahi sağlanabilir. Nitekim Tahran’daki görüşmede bunun emareleri görülmüştür.

BAE-Suudi Arabistan Rekabeti

BAE-Suudi Arabistan ittifakı birçok alanda üst düzey noktalara ulaşmasına rağmen başarı elde edilmesi konusunda zayıf kalmıştır. Nitekim zaman içinde iki devlet arasında da rekabet alanları oluşmuştur. Bu rekabet alanlarının başında ekonominin çeşitlendirilmesi ve Yemen konuları gelmektedir. İki devlet de petrole bağımlı ekonomilerini çeşitlendirme yoluna gitmiştir. Bunun yanı sıra BAE’nin radikal bir şekilde petrol üretim arzını artırma talebi, Riyad yönetimini kızdırmıştır. Nitekim Suudi Arabistan OPEC’in lider ülkesi konumunda bulunmuş ve kendisine meydan okunmasına her zaman sert bir şekilde yanıt vermiştir. Bunun en bariz örneği, 1977 yılında Suudi Arabistan-İran rekabeti sonucu İran’ın hamlelerine sert yanıtlar verilmesi gösterilebilir. Bununla birlikte Saddam’ın Kuveyt petrollerine saldırmasını kendilerine meydan okuma olarak gören Suudiler, Saddam’a karşı kurulan ittifaka açıkça destek vermişlerdir.

Suudi Arabistan petrole olan bağımlılığından kurtulmak için turizme yatırımlarını artırmıştır. Kızıldeniz sahilinde Suudi Arabistan tarafından inşa edilen ve bütçesi 500 milyar doları bulan NEOM şehrinin, ilerleyen zamanda gelişerek ülkenin bölgedeki en büyük turizm merkezi olmasını sağlayacağı amaçlanıyor. Bu durum BAE’yi oldukça endişelendirmiştir. Çünkü turizm sektörü BAE’nin ekonomik kalkınmasında en büyük paya sahip sektörlerden biridir. Suudi Arabistan öncelikli olarak kendi vatandaşlarının, tatillerini BAE gibi Körfez ülkelerinden ziyade kendi ülkelerinde yapmasını istemektedir.

Yemen iç savaşında ortak hareket etme kararı alan bu iki devlet, süreç içerisinde savaşın uzaması, istediklerini alamamaları ve sahada kendi çıkarları doğrultusunda farklı grupları desteklemeleri gibi durumlar nedeniyle karşı karşıya gelmiştir. Nitekim Abu Dabi yönetimi Güney Geçiş Konseyi (GGK)’ni desteklerken, Riyad yönetimi Yemen Hükümeti’ni desteklemiştir. Bu bağlamda Suud yönetimi GGK ile Yemen Hükümeti’ni başkent Riyad’da bir araya getirerek Riyad Antlaşmasına bağlı kalmaları yönünde telkinde bulunmuş ve uzlaşma alanı açmıştır. Ancak GGK’yi Yemen’de siyasi ve askeri atamalar yapmak ve medyada gerginlik oluşturmak ile suçlayan Suud yönetimi, tepkisini ortaya koymuş ve GGK’yi Riyad Antlaşmasına uymamakla suçlamıştır. Bu durum sahaya da yansımış ve GGK ülkenin güneyindeki Ebveyn kentindeki askeri karargâhını kaybettiğini duyurmuştu.

BAE’nin Yeni Dış Politika Vizyonu

ABD seçimlerinden sonra Biden yönetiminin iktidara gelmesi tüm dünyayı olduğu gibi Ortadoğu ve Körfez ülkelerini de etkilemiştir. ABD’nin Rusya ve Çin ile rekabeti, Ortadoğu’nun ikinci planda kalmasına neden olmuştur. Ayrıca Biden yönetiminin İran ile müzakerelere yeniden başlama isteği, BAE ile Suudi Arabistan gibi ülkelere mesafeli davranması bu iki devlete başınızın çaresine bakın mesajı vermiştir. Bu minvalde gerek Suudi Arabistan ve gerekse BAE dış politikada yeni adımlar atma arayışına girmiştir. Bu manada BAE’nin Suudi Arabistan’a göre daha hızlı hamle yaptığı görülmüştür.

24 Kasım 2021’de BAE veliaht prensi Muhammed bin Zayed’in Türkiye ziyareti iki devlet arasında yeni bir sayfanın açılmak istendiğini göstermiştir. Zayed’in Türkiye ile ilişkilerini düzeltme konusunda motive olmasında çeşitli faktörlerin olduğu söylenebilir. Bu noktada Türkiye’nin II. Karabağ Savaş’ında Azerbaycan’a verdiği destek sonucu Azerbaycan’ın Karabağ’ı kurtarması, bölgede Suriye ve Irak’ta meydana getirdiği başarılı operasyonlar, Libya’daki aktif politikası, Türkiye’nin bölgede ne kadar etkin ve başarılı bir aktör olduğunu göstermiştir. Bu manada bu durum Abu Dabi yönetiminin gözünden kaçmamıştır. Ayrıca Türkiye’nin savunma sanayi alanında yaptığı başarılı çalışmalar ve bu çalışmaların sahadaki sonuçları da BAE’yi etkilemiştir.

Türkiye ise olayları pragmatist bir bakış açısı içerisinde değerlendirmiş ve Körfez sermayesini tekrardan ülkeye sokma hedefi içerisine girmiştir. Nitekim bu ziyaret sonrasında Türkiye ile BAE arasında savunma sanayii, sağlık, iklim değişikliği, sanayi, teknoloji, kültür, tarım, ticaret, ekonomi, kara, deniz taşımacılığı, gençlik, afet yönetimi gibi çeşitli alanlarda 13 farklı antlaşma imzalamıştır. Türkiye ile BAE arasındaki ilişkilerin yeniden restore edilme aşamasına gidildiğinin göstergesidir.  Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Abu Dabi ziyareti bunun en bariz örneğidir.

Bunun yanında uzun süredir farklı siyasi çizgilerde bulunan Türkiye ile BAE arasında ortak iş birliği sağlanabilir ve bu durum Türkiye’nin elini güçlendirebilir. Özellikle Libya konusunda aktif şekilde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’a destek veren BAE’nin bu bloktaki pozisyonu yeniden değerlendirilebilir. Zira bu manada Türkiye’nin bölgede ciddi diplomatik hamleleri dikkat çekicidir. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bir televizyon kanalında geçmişte yaşanan olayların barışa ve ilişkileri normalleştirmeye engel olmayacağını, ayrıca Mısır ile de görüşmelerin de devam ettiğini söylemesi bunun önemli bariz bir göstergesidir. Buna ek olarak Türkiye’nin son zamanlarda İsrail ile ilişkilerin normalleşme eğilimine dönmesi de ifade edilebilir. BAE’nin ise uzun zamandan beri Türkiye ve İran ile olan rekabetin çatışmadan ziyade diyalogla çözülebileceğini söylemesi genelde Ortadoğu’da özelde ise Doğu Akdeniz’de yeni bir bloklaşmanın oluşabileceğini göstermektedir. Türkiye’nin bu hamleleri Güney Kıbrıs ve Yunanistan’ın yalnız bırakılacağını gösterebilir.

Sonuç olarak ABD’deki yönetim değişimi sonrasında Rusya ve Çin mücadelesinin merkeze alınması ve Ortadoğu’nun biraz daha ikinci planda kalması BAE’nin dış politikasını restore etmesine neden olmuştur. Buna petrol ve Yemen konusunda Suudi Arabistan ile olan rekabet de eklenince BAE süratli bir şekilde hareket etmiştir. Öncelikli olarak Türkiye ve İran ile ilişkilerini yeniden tesis etme yoluna giren BAE, Yemen ve ekonominin çeşitlendirilmesi konusunda hızlı hareket ettiğini göstermiştir. Bununla birlikte Ortadoğu’da Mısır ve İsrail ile görüşen Türkiye’nin BAE ile de ilişkilerini geliştirmesi, bölgede yeni bir bloklaşmanın olduğunu göstermektedir. Bu manada Türkiye’nin Doğu Akdeniz konusunda farklı bloklarda bulunan bu ülkeleri kendi yanına çekerek bölgede avantajlı bir durum elde etmeyi hedeflediği söylenebilir. Bununla birlikte pragmatist bir politika izleyen Türkiye’nin Körfez sermayesini ülkeye çekmeye çalıştığı düşünülebilir. BAE’nin özellikle Yemen Savaşı’nda savunma gücünün zayıf kalması, Türkiye’nin ise savunma sanayindeki ilerlemesi ve yaptığı yatırımların sahada olumlu neticeler göstermesi, BAE’nin dikkatini ciddi manada çekmiştir.

Öte yandan İran ile de ilişkilerini geliştiren BAE, Yemen konusunda İran ile mutabakat sağlama ihtimalini doğurmuştur. Böylece güvenlik endişesi duyan BAE, bu konuda önlem almış olacaktır.