Katar’ın bağımsız ve pro-aktif politikaları çerçevesinde küresel bir aktör olma yolunda birçok alanda girişimde bulunması bazı Körfez İşbirliği Ülkeleri (KİK) ülkelerinin tepkisine neden olmuştu. Katar’ın kendilerinden bağımsız dış politikasını ve bölgesel düzeydeki nüfuzunu elimine etmek üzere Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, Katar karşıtı bir blok oluşturarak önce 2014’te ve sonra 2017’de halen devam eden Katar ablukasını başlattılar. Buna karşılık, abluka blokunun aktif üyesi olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) özellikle son yıllarda hem bölgesel hem küresel düzeyde Katar’dan çok daha aktif ve bağımsız fakat daha sessiz ve derinden dış politika girişimlerinde bulunduğuna şahit olmaktayız. Körfez’de önemli bir finans gücüne sahip olan BAE’nin lider emirliği Abu Dabi, genç veliaht prens Muhammed bin Zayed El-Nahyan (MbZ) yönetiminde petro-dolar gücünü kullanarak Ortadoğu’da gerçekleştirdiği askeri yayılmacılığa ilaveten, Doğu Afrika, Batı Asya ve Uzakdoğu’ya uzanan bir dizi uzun vadeli yatırım ve işbirliği girişimlerinde bulunmaktadır. Bunların ötesinde Körfezin genç ve muhteris liderlerinden olan MbZ, ABD’de finans gücünü lobi faaliyetlerine dönüştürmekte ve bu şekilde Amerikan politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda etkilemeye çalışmaktadır. MbZ’nin ABD’deki etkinliği diğer taraftan İsrail’le olan gizli fakat stratejik işbirliği ve bu doğrultuda ABD’deki İsrail lobi ve çevreleri ile olan yakın temasları üzerinden güç kazanmaktadır. BAE Dışişleri Bakanı Enver Gargaş geçtiğimiz hafta Birleşik Arap Emirliklerinin Ortadoğu’da askeri birliklerini artırmaya hazır olduklarını ifade eden bir açıklama yapmıştır. Bunun gerekçesi olarak, bölgesel güvenliğin sağlanması için artık ABD, İngiltere gibi batılı müttefiklere güvenemeyeceklerini ileri sürmüştür. Küçük bir Körfez emirliğinin küresel düzeyde bu kadar yayılmacı politika yaklaşımıyla dünya siyasetini etkileme iddiasına sahip olması dikkat çekicidir ve üzerinde akademik çalışma yapılmalıdır.
Ortadoğu ve Afrika’da Askeri Girişimler
BAE, Yemen’de Husi’lere karşı Suudi Arabistan’la olan koalisyonu ile giriştiği savaşta başat rol oynamaktadır. Üç senedir devam eden Yemen iç savaşında BAE askeri birlikleri kontrol alanını genişletirken diğer taraftan birtakım zorba uygulamalarla insani drama sebep olmaktadır. BAE, Güney Yemen’in bazı şehirlerinde bağımsız askeri üsler kurmaktadır. Savaş Yemen halkı üzerinde çok sayıda can kaybı, kıtlık ve açlığa sebep olarak büyük bir felaket yaratmaktadır. BAE askerlerinin Güney Yemen hapishanelerinde gerçekleştirdikleri taciz, işkence ve diğer birçok insan hakları ihlalleri içeren faaliyetleri raporlanmıştır ve BM yetkililerince dikkat çekilmektedir. BAE bununla da kalmayıp Yemen’deki askeri varlığı paralelinde Yemen çevresindeki stratejik bulduğu noktalarda askeri yapılanmaya doğru gitmektedir. Birkaç ay önce BAE askerleri Yemen’e ait Aden’in güneyindeki Scotra adasına Yemen yönetiminin izni olmaksızın asker yerleştirmiş ve adada çok sayıda arazi ve mülk satın alarak, adayı kendi yatırım ve askeri hesaplarına uygun olarak yeniden inşa etmektedir. Bu durum Yemen yetkililerini rahatsız etmiş ve BAE askeri birliklerinin adadan geri çekilmesi için SA’dan aracı olmasını istemişlerdir. SA’nın arabuluculuk girişimine ve adanın Unesco tarafından dünya doğal mirası sitesi olarak belirlenmiş olmasına rağmen BAE adaya asker yığmaya devam etmektedir.
BAE’nin Körfez’in güneyi ve Kızıl deniz istikametinde Afrika’ya açılma teşebbüsleri son birkaç yıldır dikkat çekmektedir. Bu istikamet doğrultusunda, Scotra adasıyla yetinmeyen BAE yol üzerinde yine stratejik bir konumdaki Bab el-Mandeb’de bulunan Perim adasını da gözüne kestirmiş ve asker göndermek için hazırlık yapmaktadır. BAE’nin Kızıl Denizi Aden Körfezine ve Hint Okyanusuna bağlayan ve böylece Afrika ile Arap Yarımadasını ayıran stratejik bir nokta olan Bab el-Mendeb üzerinde hakimiyet kurmak için bahsettiğimiz Arap yarımadasının güneyindeki askeri yapılanmasıyla birlikte diğer taraftan Afrika tarafında da önemli askeri yapılanmalar gerçekleştirildiği görülmektedir. Bab el-Mendeb BAE için çok önemli bir askeri geçit noktası olmasıyla birlikte aynı zamanda doğu ile batı arasındaki ticaretin can damarı noktası olarak görülmektedir. Buradan günde ortalama 4.7 milyon varil petrol ve karbonhidrat ürünleri geçmektedir. Bu sebeple BAE, Bab el-Mandeb boğazı üzerinde hakimiyet kurmak için boğazın ağzında bulunan Eritre’nin Assab limanında 2015’te bir askeri üs kurmuştur. BAE buradaki üs üzerinden Yemen’e askeri malzeme göndermektedir. Eritre ve Cibuti sınırında bulunan Assab limanı boğazdan geçen ticari gemilerin uğrak noktası olan önemli ve stratejik bir limandır. Diğer taraftan Etiyopya’nın da bu sınıra bağlı olarak Assab limanından faydalanma hakkı bulunmaktadır. İki ülke arasındaki sınır savaşının başladığı 1998 yılına kadar Assab Etiyopya’nın ana limanı idi. Geçtiğimiz ay Eritre ve Etiyopya arasında uzun yıllardır devam eden soğuk savaş yapılan barış anlaşması ile sona erdirilmiştir ki; bunda BAE’nin büyük rolü olduğu belirtilmektedir. Böylece BAE boğazın güvenliğini ve kontrolünü, nüfuz tesis ettiği iki ülke üzerinden garantiye almak istemiştir. BAE’nin barış anlaşmasından önce Etiyopya hükümetine 1 milyar $’lık yardım yaptığı zikredilmektedir.
Assab’dan sonra iki yıl içinde BAE, Doğu Afrika’da ki askeri yayılmasını Somali’ye uzatmış ve Berbera şehrinde ikinci askeri üssünü açmıştır. Bu şekilde BAE Aden Körfezini kuşatarak bölge üzerindeki kontrol alanını genişletmiştir. Berbera bölgedeki en yoğun limanlardan biridir. Somali’deki BAE askeri varlığının Türk askeri üssü ile rekabet içinde olduğu ve bölgede gerilim yarattığı ileri sürülmektedir. BAE Afrika’nın boynuzundaki bu stratejik noktada Türkiye’nin ve buraya önemli yatırımlar yapan Katar’ın nüfuzunu daraltmak ve bölgesel hâkimiyetini güçlendirmek istemektedir. Doğu Afrika’daki askeri ve güvenlik hedeflerinin dışında BAE’nin Afrika’ya önemli ölçüde ekonomik bağımlılığı söz konusudur ki; son on yılda Afrika ile olan ticaret hacmi ciddi bir artış göstermiştir.
BAE’nin bölgedeki askeri yayılmacılığı üzerinden bir nüfuz inşası kurmasına paralel olarak, aynı zamanda SA ile birlikte sağladıkları ABD-İsrail ittifakı çerçevesinde bölgede bir statüko inşasının öncülüğünü yapmaktadır. Bu noktada mevkidaşı ve politika ortağı olan SA Veliaht Prensi Muhammed bin Selman (MbS)’dan daha tecrübelidir ve İsrail ve ABD çevreleri ile daha eski bağlantılara sahiptir. Hatta bu konuda mevkidaşına veliaht atanmasından önce yol haritası çizmiş ve gerek İsrail ve gerek ABD bağlantılarını sağladığı bilinmektedir. Dolayısıyla İsrail ile olan eski, stratejik ve gizli işbirliği doğrultusunda Katar ablukasının ve İran karşıtı mücadelenin öncülüğünü yapmaktadır.1 Bu doğrultuda özellikle sahip olduğu petro-dolar gücüne dayalı olarak ABD ve İngiltere’de lobicilik faaliyetleri yaparak bölgesel dinamikleri şekillendirmek istemektedir. Son olarak geçtiğimiz hafta Katar Emirinin Londra’da resmi ziyareti sırasında BAE’nin İngiliz medyasını harekete geçirerek protesto hareketleri düzenlediğinin ortaya çıkması bunun önemli bir örneğidir.
Asya Açılımı
BAE’nin sessiz ve derinden yürüttüğü bir küresel açılım da Çin üzerinde gözlemlenmektedir. BAE 2012’den beri Çin’in stratejik ortağıdır. İki ülke arasındaki ticari ilişkiler oldukça güçlüdür. Çin 2015’te BAE’nin en büyük ticari ortağı iken, BAE bugün Çin’in ikinci büyük ticari ortağıdır. Küresel siyasette büyük bir güç olarak yükselen ve dünya çapında stratejik yatırımları ile yayılmacı bir politika takip eden Çin ile uzun vadede stratejik işbirliği hedefleyen BAE, eğitim alanında da bunu göstermektedir. Nitekim ilk Çin Okulu Abu Dabi’de açılmıştır. Geçtiğimiz günlerde BAE Eğitim Bakanlığı, önümüzdeki yıldan itibaren 100 okulda Çince eğitiminin verileceği kararını açıklamıştır. Böylece Çin ile olan ilişkilerinin uzun vadede daha geniş bir alana yayma hedefinde dil bariyerini aşmayı hedeflemektedir.
Sonuç itibari ile BAE, ABD merkezli batı dünyasının önemli bir müttefiki olarak bölgesel politikalarına yön verirken, diğer taraftan küresel bir yükselen güç olan Çin ile olan ilişkilerinde geleceğe dönük yatırımlar yapmaktadır. BAE’nin Ortadoğu’da hızla askeri yayılmacılığını artırırken petro-dolar merkezli SA-BAE ve ABD-İsrail muhtemel ittifakı çerçevesinde Ortadoğu’da bölgenin patronluğuna soyunmuş bir politika yaklaşımı yürüttüğü görülmektedir. Bunun temelinde MbZ’nin hırslı kişiliği, finans gücü ve ABD ve İsrail’le olan derin ilişkilerinden almış olduğu destek ve özgüven yatmaktadır. Özellikle MbZ ve MbS ikilisi arasındaki yakın dostluk sonucu BAE’nin Körfez’in lider ülkesi SA politikaları üzerinde önemli bir etkiye sahip olduğu görülmektedir. BAE politikalarının bölge dinamikleri üzerinde yaratmış olduğu yıkıcı sonuçların göz ardı edilmemesi ve konu üzerinde her alanda derinlikli araştırma çalışmaları yapılması gerekmektedir.