Gazze’de günlerdir yaşanan olayları izlerken, bir Filistinli olarak onların bir parçası olurken, yürekte ve aklımda bir yığın düşünce ve yansıma belirmekte ve kendi kendime, tüm bunları neden paylaşma ihtiyacı duyduğumu anlamaya çalışıyorum? Kendi duygularımı yatıştırmaya mı çalışmalıyım, yoksa Batı kamuoyunu etkilemeye mi, önyargılara meydan okumaya mı bilemiyorum. Belki bu, yeni bir adalet çağrısı yapmak, ırkçılığı ve üstenciliği teşhir etmek için yapılan mütevazı bir girişimdir.

Ahlak üzerine: Hepimiz kendimizi, insanlarımızı ve desteklediğimiz kişileri ahlaklı olarak düşünmek isteriz, ancak nadiren gerçek bir ahlak sınavıyla karşı karşıya kalırız. Böyle olduğunda da genellikle bahaneler ve gerekçeler bulmaya çalışır veya siyasi inançlarımızla çelişen eylemlere gözlerimizi kapatmayı seçeriz. Bazen ahlak hakkında teoriler geliştirirken aynı zamanda bunu yapmamıza izin veren ayrıcalıkları da gözden kaçırıyoruzdur, tıpkı bu yazıda eleştiri konusu yapacaklarım gibi. Eylemde olanlar ahlakı farklı şekilde düşünürler ve onu eylemler yoluyla ya da ödedikleri ya da ödemeye hazır oldukları gerçek bir bedelle doğrudan ilişkilendirerek somut hale getirirler.

Gazze Şeridi sakinlerinin neredeyse %70’i, 1948’de evlerinden edilen Filistinli mültecilerden oluşuyor. İsrail’in harabeleri üzerine kurulmasını izlemek için evlerini, topraklarını, mülklerini, önceki yaşamlarını ve hayallerini kaybettiler. Anne ve babaları katliamlardan ve sınır dışı edilmelerden kurtulup Gazze Şeridi’ndeki mülteci kamplarına gönderildi. İsrail onların taşınır ve taşınmaz mallarına el koydu, evlerini, köylerini yıktı, üzerlerine yeni İsrail yerleşimleri inşa etti. Evlerini ve yurtlarını 2000 yıl önce değil, 75 yıl önce kaybettiler. Birkaç kilometre uzakta yaşayarak, asıl evlerinin gasp edilmesini izleyerek büyüdüler. Üstelik Filistinli mültecilere yeni bir hayat kurma şansı da verilmedi. O günden bu yana sonsuz bir bekleyiş ve yerinden edilebilirlik halinde kaldılar. Son birkaç günde 300.000’den fazla Filistinli yerinden edildi ve bir milyon kişiye de İsrail tarafından evlerini terk etmeleri emredildi. Bu sayı, 1948’deki Nakba sırasında yerlerinden edilen Filistinlilerden daha yüksek. Aynı aileler muhtemelen onlarca kez yerinden edilme deneyimi yaşadı. Bu umutsuzluk durumu, İsrail’in Gazze’yi kuşatarak burayı en büyük açık hava hapishanesi haline getirdiği 2006’dan sonra daha da kötüleşti ve Gazzelilerin tüketebilecekleri kalorinin türü ve sayısını belirleyecek seviyeye kadar güç kullanmaya başladı. hareket etmek, çalışmak, seyahat etmek veya hayal kurmak.

Bu ayın yedisinde başlayan saldırılar öncesindeki durum buydu. Hamas’ın ihlal ettiği durum barışçıl bir durum değildi. İsrail açısından az çok barışçıl bir durum gibi görünebilir ama en azından işgalin, güvensizliğin, umutsuzluğun ve yavaş ölümün hüküm sürdüğü Gazze’den öyle görünmüyordu. Bu güne kadar gördüklerimiz çoğu zaman tek taraflı bir savaştı. Ancak 7 Ekim’de durum farklılaştı ve alışılmadık bir seyir izledi. Çünkü sınırı geçen, asker ve sivilleri öldüren, İsrail’in ev ve yerleşimlerini kontrol eden, İsrailliler arasında bir gün boyunca kuşatma uygulayan Hamas’tı.

Bu meşru korkuyu baltalamak ya da mağduriyet üzerinden rekabet etmek istemem ama kimse bu korku duygusunu Gazze ve Batı Şeria’da defalarca deneyimlemiş olan Filistinlilerden daha iyi bilemez. Aynı Filistinli savaşçıların yirmili yaşlarında olduklarını varsayarsak, İsrail kuşatması başladığında beş ila on yaşlarındaydılar ve Gazze’de kitlesel yıkıma, cinayetlere tanık olan en az dört büyük savaş (2008, 2012, 2014, 2021) yaşamışlardı. binlerce kişi ve yüz binlerce aile ve sevilen kişi yerinden edildi. Bu savaşların tamamında Filistinli sivil kayıpların oranı yüzde 50’nin üzerindeydi. Böyle bir yaşamın, yarattığı koşulları, bu koşullar altında yaşayanların dünyanın kendisinden beklediği ahlaki değerleri karşılayıp karşılamayacağını hayal bile edebileceğimizi sanmıyorum. Gazze’de yaşanan bu savaşı ve yıkımı yaşayan bir sonraki Filistin kuşağını düşünebilir miyiz? Onlar ne tür seçimlere sahip olacaklar?

İsrail’deki Filistinliler tüm bunlara farklı bir bakış açısına sahiptirler. Konumumuz gereği İbranice, Arapça konuşuyoruz, bazıları da İngilizce konuşuyor. Hem İsrail hem de Filistin kültürünü, siyasetini ve zihniyetini biliyoruz. Hem İsrail, Filistin-Arap hem de uluslararası medyayı izliyor ve okuyoruz. Gerçekleri ve yorumları karşılaştırma ve siyasi gündemleri kavrama şansına daha fazla sahip oluyoruz. İsrailli haber yorumcularının Hamas’ı ve Gazze’yi yok etme çağrılarını, onlara hayvan ve Nazi dediğini ilk bizler duyuyoruz. Ana akım uluslararası medyanın, İsrail’in terörizm ve çocukların kafalarının kesilmesine ilişkin anlatısını nasıl benimsediğini, daha sonra bu tür dehşetleri gösteren hiçbir videonun gösterilmediğini yine ilk biz Filistinliler görüyoruz. Ancak Filistinli savaşçıların rehinelere kendilerine zarar vermemeleri konusunda güvence verdikleri, kadınları, çocukları, yaşlıları ve engellileri öldürmeyi reddettikleri, kadın ve çocukları serbest bıraktıkları onlarca videoyu da bu süreçte daha yoğun görebildik. Bu, Filistinli savaşçılar tarafından hiçbir kadın veya çocuğun öldürülmediği anlamına gelmiyor. Ancak bu kesinlikle İsrail medyasındaki hakim imajdan veya ABD Başkanı Biden’ın Filistinlileri “Yahudileri yok etmek isteyen kana susamış caniler” olarak lanse etmeye çalışan sözlerinden çok daha karmaşık bir ahlaki tabloyu göstermektedir.

Örneğin İsrailli bir kadın röportajında Hamas savaşçıları tarafından götürüldüğünü ve Gazze sınırını geçtikten sonra iki çocuğuyla birlikte serbest bırakıldığını ve zarar görmeden İsrail’e döndüğünü ifade etti. Bir başka İsrailli kadın ise evini birkaç saat işgal eden Filistinli savaşçılardan birinin, mutfağındaki meyve tabağından muz alıp alamayacağını sorduğunu belirtti. İsrailli röportajcılar defalarca “bu kadar mı” diye sordular. O da basitçe olayın öyle gerçekleştiğini söyledi.

Açıkhava müzik konserleri üzerine: İsrail Channel 12’ye göre yüzlerce İsraillinin ölüm meydanına dönüşen konserin Hamas savaşçıları için bir sürpriz olduğunu öncelikle belirtmek gerekiyor. Sınır bölgesi, birbirine hem yakın hem de çok uzak olan ama yaşam konforu bakımından farklı gerçeklikleri ortaya çıkarmış bulunan yerleşimci sömürgeciliğinin ürettiği iki coğrafyadır. Onlarca İsrailli Cumartesi günkü korku hikayelerini paylaştı. Bu hikayeler arasında on saatten fazla yiyecek ve ilaç olmadan kuşatılmanın gerçek korkusu ve umutsuzluğu da vardı. Ne yazık ki Filistinlilerin insanlıktan çıkarılması çoğu İsrailliye Gazze’deki kuşatma ve boğulma gerçeğini düşünme fırsatı bile vermedi. Her yıl onlarca Gazzeli intihar ediyor ve çocukların üçte birinden fazlası umutsuzluktan intiharı düşünüyor. Diğerleri ise ilaç yetersizliğinden ya da İsrail’in kemoterapi için Kudüs’e girme iznini beklerken ölüyor. Son olaylar İsrailliler arasında, en azından öfke ve intikam duyguları ortadan kalktıktan sonra, Gazze kuşatması ve sonuçlarına dair bir sempati kıvılcımını mı tetikleyecek, yoksa eleştirel bir bakış açısı mı açacak?

Terörün kınanması üzerine: Filistinliler haklı olarak yaşadıkları trajediden Amerika ve Batı Avrupa devletlerini sorumlu tutuyor ve onların önyargılarını açıkça görüyor. İsrail işgali ve buna bağlı şiddet ve mülksüzleştirme rejimi altındaki Filistinlileri defalarca başarısızlığa uğrattılar. Filistinliler, müzakereler yoluyla iki devletli bir çözüme ulaşılacağı yönündeki yalan vaatlerle birlikte, İsrail gücü altında kendi kaderleriyle baş başa bırakıldı. Ne yapmaları bekleniyordu acaba? İsrail’in siyasi iradesine boyun eğmeli mi, yoksa direnmeli mi? Aşağılanmayı ve sürekli mülksüzleştirilmeyi kabul edip İsrail’in topraklarına, evlerine ve yaşamlarına tecavüzünü izleyerek, kendilerine uygun görülen ölüm şeklini kabul mü etmelilerdi? Zulme uğrayan hiç kimse eyleme geçmeden oturamaz. O zaman soru, eylemlerin doğası, ahlaki, haklı veya yasal olmasıyla ilgili olacaktır. Bu soruların da günümüzün şiddetine odaklanan medya tepkilerinin görmezden geldiği önemli bir geçmişi var.

Filistin direnişi birçok farklı düzeyde barışçıl, şiddet içermeyen veya Birinci İntifada’daki gibi popüler yöntemleri yıllarca tecrübe etmiştir. Uzun süredir şiddet içermeyen bir halk direnişini benimseyen FKÖ ve Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi, uluslararası topluma sık sık İsrail’i müzakere masasına çağırma ve BM kararları doğrultusunda çözüm çağrısında bulunuyordu. Bu arada kimse İsrail’i masaya oturmaya zorlamadığı gibi Batı’nın desteği veya sessizliği altında yerleşim yerlerini ve Filistin toprakları ve halkı üzerindeki hâkimiyetini aktif olarak genişletmeyi sürdürdü. Dolayısıyla Filistin perspektifinden bakıldığında onların eylemleri ile Batı’nın tepkisi arasında hiçbir bağlantı yokmuş gibi görünebilir. Şiddetle direndiklerinde olduğu gibi, şiddet içermeyen yöntemlerle direndiklerinde de terörist olarak görülmekten kurtulamadılar.

Bir Filistinli -ister savaşçı ister protestocu olsun- terörist sayılmak ile İsrail baskısı altında insanlık dışı bir yaşama razı olmak arasında seçim yapmak zorunda kalırsa ne gibi bir seçenek daha cazip olabilir? Filistinlilerin İsrail işgalinden özgür olma, kendi kaderini tayin etme veya onurlu bir yaşam hakkı var mı? Bu sorunun cevabı, Filistinlilerin yaşamını vahşet ve şiddete indirgeyen, hayata geçirilmesi mümkün olmayan soyut bir tartışma gibi mi duruyor? Aslında salt aklın ve vicdanın bize öğrettiği cevap insanlığın inanç ve değerlerine bağlı olmalı, yoksa başkalarının eylemlerine bağlı olarak tanımı değişmemili. Elbette Filistinlilerin bağımsızlıklarına ulaşma yönündeki bazı eylemlerini eleştirebilir, aynı fikirde olmayabilir ve hatta kınayabilirsiniz. Ancak insan haklarına veya demokratik ve liberal değerlere saygı duyduğunuzu iddia ederek, İsrail eylemlerini ve bölgedeki şiddeti eleştirmeden, bu tür bir siyasi tutumun doğrudan sonuç vereceğinin bilincinde olarak başkalarını ve özellikle Filistinlileri kandıramazsınız. Filistinliler de çoğunluğu çocuk ve yetişkin siviller olmak üzere her yıl yüzlerce can kaybı yaşıyor.

Uluslararası hukuk üzerine: BM 1947’de sınırları açık ve ortak konseyleri olan, biri Yahudi, diğeri Filistinli Arap olmak üzere iki devlet kurmaya karar vermesine rağmen, 75 yıl sonra hâlâ bir Filistin devleti yok. BM 1948’de Filistinli mültecilerin evlerine dönme veya tazminat alma haklarına karar vermesine rağmen hâlâ evlerine dönen tek bir tane aile dahi yok. BM 1967’de İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nden çekilmesine karar vermesine rağmen aradan 46 yıl geçmesine rağmen işgalciler hala çekilmedi. BM ve Uluslararası Adalet Divanı İsrail işgalinin, İsrail yerleşimlerinin, Duvar’ın ve Doğu Kudüs’ün İsrail tarafından ilhakının yasa dışı olduğuna karar vermesine rağmen bunu sona erdirecek hiçbir şey yapılmadı. Özellikle Oslo’dan sonra Filistinlilerin büyük çoğunluğunun talebi, BM kararlarının ve uluslararası hukukun uygulanmasıydı. Bunu istemek çok mu fazla? Bu arzu bir kışkırtma veya Yahudi karşıtlığı anlamına mı geliyor?

Bir kaç haftadır Hamas’ın savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği ve saldırının uluslararası hukuku ihlal ettiği defalarca dile getirildi. Aslında sivillerin kasıtlı olarak hedef alınması, uluslararası hukukun ciddi bir ihlalidir ve savaş suçuyla eşdeğerdir. Bu yasal standardın çatışmaya dahil olan tüm taraflar için geçerli olması gerekmez mi? BM Goldstone Komisyonu, 2008-2009 Gazze savaşını araştırırken “Gazze çatışması sırasında işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlara ilişkin güçlü kanıtlar” buldu ve İsrail’in cezasızlığının sona ermesi çağrısında bulunmuştu. Filistinliler, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde iddia edilen savaş suçları ve insanlığa karşı suçların kovuşturulması için Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (ICC) başvurduğu halde anlamlı bir adım atılmadı. Dolayısıyla BM ve ICC Filistinlileri korumada veya Filistinlilerin siyasi isteklerini karşılamada başarısız olmuştur. Peki, aynı bu kurumlar bunca tecrübeden sonra hala Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumu iyileştirecek bir yer olarak görülebilir mi?

Cumartesi gününden bu yana İsrail üniversitelerinde İsrail vatandaşı olan yüzlerce Filistinli öğrenci, sosyal medyadaki paylaşımları veya yeniden paylaşımları nedeniyle üniversitelerinden “teröre destek” veya “şiddete teşvik” suçlamasıyla üniversiteden atıldıklarını bildiren mektuplar yazılıyor. Herhangi bir duruşmaya veya disiplin soruşturmasına tabi tutulmadılar ve haklarının ellerinden alınması için İsrail’in onay verdiği dışında görüş belirtmeleri yeterliydi. Buna paralel olarak İsrailli üst düzey yetkililer ve kamuoyu, Gazze’nin intikamını almak, yerle bir etmek ve açlıktan öldürmek için yüzlerce açıklama yaptı. İsrail Üniversite Başkanları Derneği tarafından yapılan bir çağrı, Batılı akademik kurumlara, öğretim üyeleri veya öğrencilerin Hamas’ı destekleyen faaliyetlerine karşı net bir tepki verme çağrısında bulunacak kadar akademik alanın dışına çıktılar. Batılı liderler ve kurumlar zaten geniş bir anti-Semitizm paradigmasını benimsedikleri için İsrail’in politika ve uygulamalarına yönelik her türlü eleştiriyi veya meydan okumayı bu şekilde yorumlayacak şekilde algılamaktadırlar. Filistinlilere destek veya Filistin’in işgalden kurtarılması çağrısı, antisemitizm suçlamalarına ve hatta kovuşturmaya yol açabilmekte.

Hepimiz çenemizi kapatma ya da konuşma konusunda seçimler yaparız. Cumartesi gününden bu yazının kaleme alındığı onuncu güne kadar 1.300’den fazla İsrailli (çoğu sivil) ve 2.300’den fazla Filistinli (çoğu sivil, yaklaşık 500’ü çocuk) hayatını kaybetti ve sayıların artması bekleniyor. Eğer insan hayatını, özellikle de masumları önemsiyorsanız, çatışmanın temel nedenlerini (İsrail işgali ve zulmünü) görecek ve onu ortadan kaldırmak için harekete geçmeniz gerekmektedir. Şiddet döngüsünü kırmak, umut ve yaşama yol vermek için harekete geçmelisiniz. Bu, Gazze’deki ablukanın ve 2,3 milyon insanın açlıktan ölmesinin sona ermesiyle başlayacak. İsrail, bu kez büyük bir uluslararası destekle, güçlü ve açık intikam ve yıkım çağrılarıyla, su ve elektriğin kesilmesi ve gerekirse tüm Gazzelilerin yerlerinden edilmesi de dahil olmak üzere ciddi acı ve sefalet yaşatmak için Gazze’yle savaşıyor.

Hamas’ın eylemleri 2,3 milyon Filistinliyi meşru bir askeri hedef haline getiriyor mu? Cevap açık bir “hayır”dır ve bunu yapmak suçtur. Irksal veya ahlaki üstünlüğe meydan okumak, İsrail eylemlerini eleştirmek veya Filistin’in meşru siyasi emellerini desteklemek, belirli yaşamlara diğerlerinden daha fazla değer vermediğiniz ve ırkçılığınızı ve önyargılarınızı gizlemenin veya haklı çıkarmanın yollarını aramadığınız sürece, Yahudi karşıtı bir eylem değildir.