Emmanuel Macron’un Fransa cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazanması sadece Avrupa siyaseti açısından değil aynı zamanda Afrika ülkelerinin geleceği açısından da bir takım tartışmaları beraberinde getirdi. Bu bağlamda Macron’un seçilmesi ile birlikte Fransa-Afrika ülkeleri ilişkilerinde (özellikle frankofon ülkeler) yeni bir dönemin başladığı iddiaları uluslararası medyada ve analizlerde kendine yer buldu. Genç ve dinamik bir lider olarak Macron’un Fransa-Afrika geleneksel ilişkilerinin yönünü değiştireceği ve Afrika ülkelerinin uzun yıllardan beri süre gelen sorunlu kalkınmalarına ivme kazandıracağı beklentileri ile birlikte Macron’un seçim kampanyası sırasında bile birçok Afrikalı tarafından kalben desteklendiği sosyal medyaya ve gazetelere yansıdı. Diğer taraftan Macron’un seçimi kazanması aynı zamanda Marine Le Pen’in seçimi kaybetmesi demek olduğu için de Afrika medyasında büyük bir rahatlama gözlemlenmişti.
Ancak bu noktada hatırlatılması gereken önemli bir gerçek bulunmaktadır: Fransa’nın Afrika siyaseti uzun yıllar boyunca inşa edilmiş bir gelenek üzerine oturmaktadır ve Fransız siyasetinin yönetici kadroları ne kadar değişirse değişsin bu siyasette radikal dönüşümler gözlemlenmemektedir. Sömürgecilik döneminden itibaren devam eden bu siyasetin resmi ve gayri resmi, meşru ve gayri meşru yollardan mafya şebekelerine kadar büyük bir ağı kapsamakta olduğu da unutulmamalıdır. Buradan hareketle Fransa’nın yeni Cumhurbaşkanı Macron, Fransa’nın Afrika politikasında etkili hale gelen bu gayri resmi şebekelere son vererek özgürlük ve sorumluluğa dayalı yeni bir politika izleyeceği söylemini gerçekten uygulayabilecek mi? Bu sorunun cevabını Macron öncesi Fransız cumhurbaşkanlarının Afrika siyasetine temel teşkil eden geleneksel Fransız Afrika siyaseti üzerinden okumak yerinde olacaktır zira tıpkı Macron gibi Sarkozy ve Hollande da benzer vaatler vermişti ancak sonunda iktidarın gerçeğine yakalanmışlardı.
De Gaulle ve Afrika Ülkelerinin Kısmi Bağımsızlığı
Esasen çoğunlukla tek taraflı yarar sağladığı düşünülebilecek bu politikanın temellerinin 1950li yılların sonları ve 1960lı yılların başlarında Afrika’nın “bağımsızlığını” kazandığı dönemde atıldığını söyleyebiliriz. 1960 öncesi Fransa ve Afrika arasındaki ilişkiler tamamen sömürü ilişkilerinden ibaretti. Kıtaya bağımlı Fransa, nüfuzu altındaki Afrika’nın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını istediği kadar ve istediği şekilde kullanabiliyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sömürgelerde başlayan bağımsızlık hareketlerinden ziyade ABD ve SSCB’nin etkisi Afrika’nın bağımsızlığını kazanmasını hızlandırmıştı. Ancak De Gaulle, biri politik ve diğeri ekonomik temellere dayalı başlıca iki nedenden dolayı Afrika’daki Fransız nüfuzunun hızlı bir şekilde kırılmasını istemiyordu. Ekonomik olarak bu sömürgeler, Fransa’nın uranyum ve petrol gibi hammaddeleri ucuz ve sınırsız temin etmesini sağlıyor ve birçok Fransız şirketinin de karlı kakao, kahve, muz ve orman ticaretiyle uğraşmasına imkân tanıyordu. 1913 yılında Afrika’daki Fransız sömürgeleri Fransa’nın dış ticaretine %12 katkı sağlarken 1929 ekonomik krizinden sonra bu oran %27’ye yükseldi. 1954 yılında ise sömürgelerdeki sistemin bütünleşmesiyle Afrika’daki Fransız sömürgelerinin Fransa dış ticaretine katkısı %30’a ulaşmıştı. Politik açısından ise De Gaulle, soğuk savaşın başladığı dönemde bu bölgenin bağımsız olup doğu bloğuna kaymasından endişeleniyordu. Bu yüzden sömürgelerle bir Fransız Topluluğu oluşturamayan De Gaulle, sömürgelere önce iç özerklik ardından da Fransa’nın kontrolü altında kısmi “bağımsızlık” tanımıştır.
Fransa’nın çıkarları adına gerçek bir politik ve ekonomik bağımsızlık verilmesini istemeyen De Gaulle, sağ kolu Jacques Foccart’a bu genç Afrika ülkelerini gayri resmi şekilde Fransız himayesi altında tutma görevini vermiştir. Fransız Sarayında genel sekreter ve birçok istihbarat teşkilatlarını yöneten Foccart, bu görevi yerine getirmiş ve saraydaki Afrika ofisinden, bağımsızlık sırasında Afrika’da yapılan seçim sonuçlarını manipüle ederek, Afrikalı milliyetçi liderleri çeşitli yollarla öldürterek ülkelerin idaresine Fransız yanlısı ve Fransa’da eğitim görmüş yöneticiler getirtmişti. Örneğin Kamerun’da 1948 yılında kurulan milliyetçi bir parti olan Kamerun Halk Birliği (UPC)’ne karşı mücadele veren Fransızlar, partinin ülkenin idaresine gelmemesi için önce seçimlerde oylar ile oynayarak ardından da bir katliama dönüşen mücadele ile 200.000’den fazla Kamerunlu’nun ölümüne sebep olmuşlardı. Daha sonra ise partinin liderleri olan Ruben Um Nyobé 1958’de, Felix Moumié 1960’da ve Ernest Ouandié 1970’te teker teker öldürülmüştür. Togo’da da yaşanan benzer olayda da 1963’te Togolu milliyetçi Sylvanus Olympio öldürtülüp Fransız yanlısı Etienne Eyadéma iktidara getirtilmiştir. De Gaulle’e rağmen 1958’de Gine’nin bağımsızlığını ilan eden Sekou Touré’nin hükümetini de zayıflatıp çökertmek isteyen Fransa sahte para basıp ülkeye yaymıştı. Yine anılan dönemde kurulan ve günümüzdeki Senegal, Mali, Burkina Faso ve Benin’i içine alan Mali Federasyonu’nun da birlik halinde bağımsız olmasına müsaade edilmemiştir.
Bağımsızlıklar ile Birlikte Gelen Politik-Ekonomik Bağımlılık
Fransa, Fransız yanlısı siyasetçilerin iktidar yürüyüşünü destekledikten sonra bu ülkelerin bağımsızlıklarını tanırken aynı zamanda kıta ülkeleri ile işbirliği politikaları çerçevesinde politik, ekonomik, askeri ve savunma gibi alanlarda bu ülkeleri Fransa’ya bağımlı kılacak anlaşmalar imzalamıştı. Bu anlaşmaların bir kısmı resmi gazetede yayınlanmamıştı ve bugün bile gün yüzüne çıkmamıştır. Gine dışında hemen hemen bütün eski Fransız sömürgeleri bağımsız olmalarına rağmen Fransa ile askeri işbirliği adı altında gerektiğinde ilgili ülkeye Fransız müdahalesine hak tanıyan anlaşmalar imzalamıştır. Ayrıca Cibuti, Çad, Gabon ve Senegal’de sonraki yıllarda kıta ülkelerine müdahaleye imkan tanıyacak ve binlerce Fransız askeri barındıran daimi askeri üsler kurulmuştur. Ekonomik alanda Fransa, kıta ülkelerinin ekonomilerini kontrol altına alabilmek için para birimlerini Merkez Bankasına bağlamıştır. İlk başta sömürgecilik döneminde çıkarılan para –Afrika Fransız Sömürgeleri Frankı – Franc des Colonies Françaises d’Afrique (Franc CFA)- 1960’tan sonra bağımsızlıkla birlikte yine Fransa’ya bağlı kalarak ikiye ayrılmıştır: Bénin, Burkina Faso, Fildişi Sahili, Gine Bissau, Mali, Niger, Sénégal ve Togo için Afrika Mali Topluluğu Frankı – Franc des Communautés Financières Africaines ve Kamerun, Orta Afrika Cumhuriyeti, Kongo, Gabon, Ekvator Gine ve Çad için Orta Afrika Mali İşbirliği Frankı – Franc de la Coopération Financière d’Afrique Centrale.
Kalkınma noktaları da yine aynı şekilde Fransa için bu genç Afrika ülkelerinin ekonomilerini kendisine bağımlı hale getirmekte önemli bir araç olmuştu. Hedef, eski Fransa Başbakanı Michel Debré’nin ifadesinden anlaşılabileceği gibi işbirliği ve yardımlar yoluyla kıtada Fransa’nın otoritesinin ve etkisinin hissettirilebileceği devletler ve topluluklar oluşturmaktı. Fransa, Afrika ülkelerinin bağımsızlıkları ilan ettikleri tarihlerden itibaren bu ülkeler için kalkınma, bütçe yardımı ve seçimler başlıkları altında her sene yardımlar ayırmaktadır. Ancak söz konusu yardımların, bahsi geçen Afrika ofisi, Afrikalı ve Fransız başkan ve bakanların da dâhil olduğu mafya şebekeleri yoluyla, önceleri De Gaulle’un partisine ve fikirlerine sahip çıkma daha sonraları ise Fransa’da Fransız iktidar partilerinin kampanyalarını, Afrika’da ise diktatörleri ve savaşları finanse etme ve son olarak da vergi adaları vasıtasıyla Afrika’da işletilen ham madde gelirlerini aklama aracına döndüğü, 90lı yıllarda ortaya çıkan yolsuzluk skandallarından anlaşılmaktadır.
Konunun uzmanı François Xavier Verschave bu skandallar hakkındaki birçok çalışmasında meseleyi teferruatlı bir biçimde ele almıştır. Örneğin, 1967’de patlak veren ve iki milyon ölüme neden olan Nijerya’daki ayrılıkçı Biafra savaşının Fransa tarafından desteklendiğine dair mühim bilgiler vermiştir. Yine Liberya savaşında Fransız şirketleri ve eski Fransız cumhurbaşkanı Fransois Mitterand’ın ağları ve diğer Frankofon Afrika ülkeleri Fildişi ve Burkina Faso’nun, elmas ve orman gibi değerli maddeler karşılığında yer aldıklarına şüphe olmadığını kanıtları ile iddia etmektedir. Verschave’nin aktardığına göre, raporunda eski Elf Genel Başkanı Le Floch Prigent, jeopolitik ve enerji nedenlerinden dolayı 1975 yılında Angola’da başlayan iç savaşta Elf gibi Fransız şirketlerinin, savaşan iki tarafa silahlar temin ettiğini itiraf etmiştir. Malum 1994 yılında Ruanda soykırımı sırasında Fransa’nın faillerin yanında yer aldığını da kanıtlamıştır. Bugün de Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde devam eden kriz, Orta Afrika Cumhuriyeti’nde yaşanan iç savaş ve Mali’nin kuzeyinde çözülemeyen isyanda Fransa ve Fransız şirketlerinin müdahalesinin olmadığını söylemek bir hayli güçtür.
Fransa, politik, ekonomik ve stratejik çıkarları adına, Afrika ülkelerinde ülkelerin politik-ekonomik yapısını kendi denetimi ve kontrolü altında tutmasını sağlayacak Fransız yanlısı iktidarların Afrika ülkelerindeki nüfuzlarının devamına imkan tanımaktadır. Bugün de Gabon’da Bongo hanedanı (1967’den beri), Kongo’da Sassou Ngesso (1979-1992 arası ve 1997’den beri), Kamerun’da Paul Biya (1982’den beri) ve Çad’da İdris Deby (1990’dan beri), kıtada Fransız çıkarlarını korumaya devam ederek uzun yıllar boyunca Afrika ülkelerinin siyasetine yön vermeye devam etmektedir. Bunun karşılığında bu isimler de kendi ülkelerinde değişik ham madde işletmesi ve ticareti gibi sektörlerde Fransa’nın tekelciliği veyahut önemli projelerde ve ihalelerde Fransız şirketlerine öncelik tanınmasını sağlamaktadırlar.
Peki, Macron’dan Fransa’nın bu geleneksel Afrika siyasetinde radikal bir değişiklik yapmasını beklemek ne kadar gerçekçi? Böyle bir beklentiye girmenin şu aşamada çok zor olduğunu söyleyebiliriz. Bunun en büyük sebebi Fransa’nın Afrika politikasında yer etmiş, köklü ve bozulması çok zor olan bu gayri resmi ilişkilerin gerçekten de Fransa’nın kıtadaki politik-ekonomik çıkarlarına katkı sağladığı gerçeğidir. Gerçekten de Macron iktidara gelir gelmez Frankofon Afrika ülkelerinin kullandığı Franc CFA para biriminin değerini düşüreceği söylemleri ortaya atılmıştı. Bu zayıf ülkelerin kısmen bir ileriye iki geriye şeklinde yükselmeye çalışan ekonomileri; yolsuzluk, kalkınma yardımları ve artan borçlarla frenlenmektedir.
Aslında Fransa’nın sömürgecilik döneminde savunduğu “medenileştirme misyonu”nu bugün de devam ettirdiği ve dolayısıyla kendi kendileri henüz yönetemeyen Afrikalılara yardıma koştuğu düşünülebilir. Bu sebeple –belki bir başka yazıya konu olabilecek- Afrika perspektifinden bakıldığında Fransa’daki siyasi değişim ne olursa olsun gerçek değişim kıtadan gelmediği müddetçe mevcut durumun dönüşmesi mümkün gözükmemektedir.