İç savaşların, sömürgecilik sonrası dönemde, Afrika kıtasının farklı bölgelerinde yaşanmış olduğu  bilinen bir gerçektir. Ancak Afrika’nın barış bilmeyen en sıcak iç savaş bölgesi olarak Güney Sudan, yeni dönem girse de, hala  iç savaşların kurtulamamıştır. İngiltere hakimiyeti döneminde, 1955 yılında başlayan Güney Sudan’ın iç savaşları canlı olarak devam etmektedir. Güney Sudan’da İslam ile yarış içinde olduklarını gören misyonerler, Hristiyanlığı yayma açısından bölgeyi verimli bir alan olarak değerlendirmişlerdir. İngiltere 20. Yüzyılın başında Güney Sudan’ı kontrolü altına aldığı zaman, Misyonerler Faaliyetlerini yoğunlaştırma ve hızlandırma fırsatını yakalamışlardı. Diğer taraftan, Sudan İngiliz idaresi, Güney Sudan’da İslam dininin ve kültürünün yayılmasını önlemek için 1914 yılında Kapalı bölgeler kanununu (closed district ordinance) koyarak, Güney Sudan’ı Müslümanlara ve Mısırlılara kapalı bir bölge ilan etmelerinin yanında; güneylilerin Arapça konuşmalarını ve Müslüman tarzı giyinmelerini yasaklamışlardı. Buna paralel olarak devam eden İngiliz resmi siyaseti ve misyonerlik faaliyetleri, Güney Sudan’da yaşayan insanların, Kuzey bölgelerde yaşayanlara şüphe ile bakmalarına sebep olmuştur.

1953 yılında Sudan, Mısır-İngiltere ikili idaresi (Condominium)’nden özerkliğini kazandığında ve özellikle bürokrasiyi Sudanlılaştırma faaliyetleri başladığında, fazla donanımlı gençleri olmayan Güney Sudan bölgeleri, diğer bölgelere nazaran gölgede kalacağı düşünülmüştü. Bu yüzden güneyliler, kendi bölgelerini bir federasyon içinde “özel bölge” olarak idare edilmesi düşüncesini ileri sürmüşlerdi. Fakat bu konuda ciddi adımlar atılmamıştı. Dolayısıyla 1955 yılında Sudan Savunma Kuvvetleri’ndeki güneyli subaylar isyan etmişlerdi. Küçük çapta başlayan bu isyan, bağımsızlık döneminde ilk Sudan hükümetlerinin Güney’de Araplaştırmaya yönelik uygulamaları benimsemesiyle, sorun iç savaş statüsü alacak kadar büyümüştür. Daha sonra Hartum merkezli İslami iktidarların “din faktörünü öne çıkarma” siyaseti de iç savaşın nedenlerinden biri olmuştur. Bir cümle ile idari bir anlaşmazlık yüzünden başlayan gerginlik, kültürel uygulamalar ile üflenmiş ve dini siyasetler ile şiddetlenmiştir.

Bu iç savaşta, dış aktörlerin de ciddi etkisi vardı. Zira güneyliler, kendilerini, Arapçılar karşısında savaşıyor olduklarını gösterebildikleri için Afrika’nın farklı bölgelerinde destekçi bulmuşlardı. Aynı şekilde Afrika kiliseleri ve Batı misyonerlerinin propagandası neticesinde Batı’da, Sudan’daki iç savaş, Müslüman-Hiristiyan savaşı olarak algılanarak; Güney Sudan isyancı hareketlerine çeşitli yardımlar sunulmuştu. Ayrıca siyasi olarak hem Afrika ve Arap ülkeleri hem de Batı ülkeleri, Hartum’daki iktidarlara karşı daima Güney Sudan isyancılarını desteklemişlerdi.

2005 yılında Kenya’da Sudan merkezi hükümeti ile Güney Sudan silahlı muhalifleri (Sudan Halk Kurtuluş Hareketi) arasında  kapsamlı bir barış anlaşması imzalanmıştır. Bölyece, bahsedilen tüm bu meseleler tarih olmuştur. Zira kapsamlı barış anlaşması, 6 yıllık bir geçiş döneminden sonra 2011 yılında Güney Sudan’da bir referandum yapılmasını teklif etmekteydi. Referandumda güneyliler, Sudan Cumhuriyeti’nin bir bölgesi olarak devam etme veya ayırılarak yeni bir devlet kurma seçeneklerinden birini tercih edeceklerdi. Güney Sudanlıları temsil eden Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin lideri John Garang de Mabior, geçiş döneminde birleşme tercihinin propgandasını yapacağını açıklamıştı. Ancak anlaşmayı imzalamasınden sonra bir ay geçmeden bir uçak kazasında ölmüştür. Bu uçak kazasında, Sudan’ın ikiye bölünmesini isteyenlerin parmakları olduğu söylenmektedir. Bu listeye Batılı ülkeler ve bazı Afrika ülkeri yanı sıra İsrail de konulmaktadır.

Yeni Sudan doktrininin (Afrikanist-laik doktrin) kurucusu olan John Garang de Mabior ölümünden sonra, yerine Gerilla savaşları ve istihabat uzmanı bir siyasetçi olan şu anki Güney Sudan’ın Devlet Başkanı Salva Mayardir geçmiştir. Kendisi daha çok Güney Sudan Devleti’ni kurma taraftarıydı.

5 yıllık geçiş döneminden sonra yapılan referandum sonucuna dayalı olarak 11 Temmuz 2011’de Güney Sudan ülkesinin resmi ilan töreninde Salva Kiir şunları söylemiştir: Bağımsızlığımı henüz ilan etmemişken,  bağımsız olur olmaz bir iç savaşa gireceğimiz söylenmekte, çünkü biz sorunlarımızı diyalog aracılığıyla çözebilecek durumda değiliz, Şiddete alışkınız, demokrasiye ve özgürlüğe hassasiyetimiz zayıf diye iddia ediliyor. Dolayısyıla Biz (Güney Sudanlılar) tüm bu iddiaların yanlış olduklarını göstermemiz gerekiyor.

Maalesef 2 yıl sonra iddia  edilen tüm bu argümanlar doğru çıkmıştır. Siyasi rekabet, şiddete dönüşerek yeni ülkenin kurumlarını işlevsiz hale getirmiş ve bağımsızlık öncesindeki hayalleri kabusa çevirmiştir. Yıllardır beraber özgürlük mücadelesi verenler, birbirine girerek ülkelerini harbabeye çevirmişlerdir.

Eylül 2013’te başbakan Salva Kiir ile yardımcısı olan Macher arasında bir anlaşmazlık çıktığı zaman, herbirisi Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’ndaki güç odaklarına dayanarak rekibilerine karşı tavır almıştır. Bu durum, Güney Sudan Cumhuriyeti’nin bir devlet olmaktan çok uzak olduğunu göstermiştir. Zira, Güney Sudan’ın bağımsızlığını kazandıran Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin ordusu olan Sudan Halk Kurtuluş Ordusu, biri Salva Kiir’i diğeri Macher’i destekleyen iki gruba bölünerek meydana gelen siyasi farklılaşma silahlı bir iç savaşa dönüşmüştür. Bu şekilde, 2 yaşında olan Güney Sudan Cumhuriyeti, zayıf olan siyasi birliğini koruyamamıştır.

Aynı şekilde bölgede sosyal açıdan kabilecilik kültürü hakimdir. Bu yüzden Dinka, kabilesi, ona mesup olan Başkan Salva Kiir’i destekleşmiş ve Nuer kabilesi ise, siyasi önderi denebilecek Reik Macher’e sahip çıkmıştır. Geçtiğimiz 5 yılda Gittikçe büyüyen iç savaş binlerce insanın ölümüne ve bir milyonden fazla kişinin yerinden olmasına sebep olmuştur. Keza savaşın berberinde getirdiği güvensizlik yüzünden petrol kuyuları işletilememiş ve ekonomik olarak Güney Sudan yardıma muhtaç bir ülke haline gelmiştir.

Bu iç savaş, dış ülkelerin özellikle ABD’nin desteğiyle bağımsızlığı kazanan Güney Sudan liderlerinin, kişisel çakarlarını korumak için savaşın uzanmasından çekinmez olduklarını da göstermiştir. Nitekim 17 Ağustos 2015 tarihinde imzalanan barış anlaşması sadece birkaç ay sürmüştür.

ABD son yaptırım (savaş lordlarına yaptırım uygulacağına dair) tehdidinden sonra, Doğu Afrika Hükümetlerarası Kalkınma Teşkilatı (Intergovernmental Authority on Development) garantörlüğünde, Güney Sudan’daki iç savaşın tarafları, Hartum’da bir ateşkes ve bir barış anlaşması imzalamışlardır. Hem hükümet tarafı hem de muhalif taraf bu sefer imzaladıkları anlaşmaya sonuna kadar bağlı kalacaklarını açıklamıştır. Hartum anlaşması ateşkes ile beraber savaş yüzünden zarara uğrayan petrol rafinelerinin onarımı ve şafaf ve adil bir seçim yapılmasını söylemektedir.

Güney Sudan, kültürel olarak dikte politikalarla, ekonomik açıdan marijinal bir bölge olarak yönetildiği bir geçektir. Ancak, Güney Sudan’ın ayrılıp bir ülke olarak kurulması, bazı dış ülkelerin ve güneyli muhaliflerin, Hartum İslami rejimi ile hesaplaşmaları bağlamında gerçekleştiği de bir gerçektir. Zira, yıllardır bir savaş bölgesi olan Güney Sudan, politik, ekonomik ve güvenlik açısından  devlet olma imkanlarından yoksundur. Aynı zamanda Güney Sudan’daki insanların kabilecilik hassasiyetleri çok yüksektir. Dolayısıyla zayıf bir siyasi yapıda, barış içinde yaşamaları çok zordur. Güney Sudan’ın içine düştüğü bu durum, saydığımız bu sebepler ile doğrudan alakalıdır.

Bugün Güney Sudan’da yapılacak herhangi bir barış anlaşması ancak dış garantörler sayesinde korunabilir. Güney Sudan’ın sosyal yapısı gevşek olmasının yanında  siyasi olarak da devlet kurumsallaşmamıştır. Bu yüzden, BM Güvenlik Konseyi, Afrika Birliği ve Doğu Afrika Hükümetlerarası Kalkınma Teşkilatı’nın, bu konuda aktif rol oynamaları beklenmektedir. Ancak bahsettiğimiz bu siyasi gurpları teşkil eden ülkeler de kendi çıkarlarına göre hareket etmektedirler. Nitekim, ABD ve Batı ülkeleri, Güney Sudan’a bir nüfuz bölgesi olarak baktıkları gibi; Doğu Afrika ülkelerinin çoğu da Güney Sudan’ı bir pazar olarak görmektedirler. Dolayısıyla bugün, Güney Sudan devletinin ve halkının geleceği belirsizliğini korumaktadır.