12 Mayıs 2018’de yapılan ve sonuçlarıyla ilgili birçok şüpheyi barındıran parlamento seçimleri, Irak’ta bulunan partilerin yöneticileri açısından da bir şok etkisi yarattı.  Irak’ta kötü bir başlangıç sayılan bu seçimlerde, oyların elektronik ortamda sayılması bazı partilerin lehine hile karıştırıldığı iddiaları gündeme geldi. Bu iddiaların araştırılması için de hükümet harekete geçti. Parlamento, 2013 yılında çıkarılan 45 nolu seçim kanununda değişiklikler yapmak için olağanüstü toplandı. 6 Haziran 2018’de, 172 milletvekili 38. Maddenin değiştirilmesi için bir oylama yaptı. 38. Maddenin 4. bendine dayanarak, Yüksek Yargı Konseyi, bağımsız bir seçim komisyonunu için 9 yargıcın atanması ve seçim komisyonunun yetkilerini devralmasını kararlaştırdı. Bunun yanı sıra hükümet, Mali Denetim Başkanlığında bir heyetin teşkil edilmesi için istisnai bir şekilde toplandı. Heyetin içinde Yüksek Yargı Konseyi, İstihbarat Teşkilatı, Ulusal Güvenlik Teşkilatı, Şeffaflık Komisyonu, Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı yer aldı.

Heyet özellikle kuzey bölgelerinde (Kürdistan) ve IŞİD’ten kurtarılan bölgelerde hile olduğuna, dışardan oy satın almaların yaşandığına hükmetti. Yüksek Yargı Konseyi ise, oyların tekrar elle sayılmasını kararlaştırdı. Ancak yargı üyeleri, oyların tekrar sayılmasının yaratacağı tehlikeyi gördü. Zira bu durumun,  ülkedeki siyasi ve demokratik gidişatın sonunu getireceğine hükmetti. Çünkü seçime hile karıştığı kesinleşirse seçimlerin iptalini ve tekrar edilmesini gündeme getirecekti. Bunun da birçok açıdan (siyasi, güvenlik, ekonomi) olumsuz yansımaları olacaktı. Bunun yanı sıra, vatandaşın siyasi partilere olan güveni sarsılacaktı. Diğer tarafatan oyların tekrar sayılması ülkedeki güç dengesini de değiştirecek ve bazı partiler kazanmış olduğu koltuklarını kaybedeceklerdi. Bu yüzden genel sayım yerine sadece şikâyetlerin olduğu sandıkların –özellikle de Kerkük vilayetinde- tekrar sayılması kararlaştırıldı. Ortaya çıkan tablo karşısında, siyasi partiler parlamentoda en güçlü siyasi koalisyonu oluşturabilmek için yarışa girdi. Bunun başında da Sadr hareketinin ve Hukuk Devleti Koalisyonunun lideri Mukteda el Sadr geldi. Bu süreçte küresel ve bölgesel güçlerin Irak’ta bir nüfuz yarışına girmesiyle ortalık daha da kızıştı ve hiçbir ittifak parlamentoda gücü elinde bulunduracak yeterli sayıya ulaşamadı. Gelinen noktada siyasi bloklar üzerinde etkili olan üç temel faktör ön plana çıktı.

Birincisi Necef’teki dini otorite. Burdaki dini otorite, daha önceki dönemlerde yetki almış ve yöneticilik yapmış kişilerin “denenmişin denenmemesi” sloganıyla, bir daha yetki almalarına izin verilmemesi çağrısı yaptı. Burada, dini otorite ile bazı Şii partiler arasında bir ihtilaf olduğuna dikkat çekmek gerekir. Bu da kota sisteminden uzak bağımsız bir hükümet kurulması taleplerini getirdi.

İkinci faktör ise bölgesel güçlerin baskısıdır. Burada bölgesel güçten kastedilen İran’dır. İran bu koşullarda Şii merciyi yeniden düzenlemeye ve Şii mezhebini siyasi hesapların üzerinde bir yerde konumlandırmaya çalıştı. Bu bağlamda daha önce de yaptığı gibi, bazı yapıları bir Şii koalisyonunun içine katma konusunda başarısız oldu. Ancak İran, Sünni ve Kürt tarafları bölmekte başarılı oldu. Böylece Irak’ta yaşanan değişimlerden sonra modern tarihinde ilk defa ulusalcı-milliyetçi nitelikte olmayan siyasi grupların doğmasına sahne oldu. Mezhepçilikle beraber, her bir siyasi oluşum yeni hükümet içinde bazı kazanımlar elde etmeye çalıştı.

Üçüncü faktör olan Amerika Birleşik devletleri, Şii saflarını bölme, bazı siyasi yapıları ulusal koalisyondan uzaklaştırma, parlamentoda çoğunluğu elde edebilecek bir ittifakı kurma ve Washington’a en yakın kişiyi seçme konusunda başarılı oldu. Ancak İran da parlamentoda en büyük ittifakın çekirdeğini parçalayabildi. Burada, parlamentoda 2003’ten beri bilinen siyasi yapılarda köklü bir değişim olduğuna işaret etmekte fayda vardır. Bu köklü değişimle parlamentoda “en büyük siyasi oluşum” şeklinde bir yapının görülmemesi ve siyasilerin yeni vekiller üzerindeki kontrolü kaybetmesine sebep oldu. En önemlisi de üst makamlar için yapılan oylamalarda siyasi yapılar, aynı yönde oy kullanmamaya başladı. Bu, Necef’teki dini otorite ile Washington’un İran nüfuzunun kırılması hususunda aynı bakış açısına sahip olmasını beraberinde getirdi.

Parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduracak siyasi bir yapının olmamasıyla beraber, ABD ve Necef’teki dini otorite, bazı Şii şahsiyetlerin önemli makamlara gelmesinin önünü kesti. İran ise Washington’a yakın birinin yönetimi eline almasının önüne geçmekte başarılı oldu. Böylece Necef (Şii dini merciler), kontrolü ele alıp; 2018 seçimlerinde aday olmamasına rağmen Abdülmehdi’nin başbakanlığa aday gösterilerek dolaylı olarak kendisine yakın birinin yönetime gelmesini sağladı.

Abdülmehdi’yi Bekleyen Zorluklar

Seçimlerden sonra 5 aylık bir durgunluk döneminden sonra hızlı bir gelişmeyle Berhem Salih 2 Ekim 2018’de Irak Cumhurbaşkanı olarak ilan edildi ve Adil Abdülmehdi yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi. Irak’ın şu an içinde bulunduğu siyasi kutuplaşma koşullarında Abdülmehdi’nin işi pek de kolay görünmüyor. Özellikle de bölgede ABD ile İran, Katar ile Suudi Arabistan arasında yaşanan gerginlik ve Suriye krizi çerçevesinde Körfez’de yaşanan ihtilaflar ışığında işi daha da zorlaşmaktadır.

Abdülmehdi’nin isminin bazı siyasi kesimler tarafından ilk dillendirilmeye başlamasından bu yana, ufukta bazı zorluklar belirmeye başladı. Abdülmehdi, hükümeti kurmakla görevlendirilmesinden hemen sonra, siyasetin dışında bir teknokrat hükümeti kuracağını açıkladı. Daha önce Mukteda El Sadr’ın da çağrısını yaptığı bu duruma diğer siyasi oluşumlar da destek verdi ve Abdülmehdi’yi bakanları seçme konusunda serbest bırakacağını ve onu destekleyeceğini açıkladı.  Ancak işin gerçeği siyasi parti ve ittifakların hepsi, bakanlıkların oluşturtulması için yöntem ve kriter konusunda imtina etti. Bu da Abdülmehdi’nin karşılaştığı ilk zorluktu.

Abdülmehdi’nin önündeki en büyük engellerden biri de devlet kurumlarının yeniden yapılandırılması sorunudur. Zira Irak’ta devlet kurumları büyük sıkıntı yaşamaktadır. Gelinen nokta, siyasiler için halkın önünde iyi niyetlerini göstermeleri için son fırsat niteliğindedir. Örneğin, İbadi hükümeti IŞİD’le savaş ve Mesut Barzani’nin ilerlemesinin önünün kesilmesi hususunda başarılarına rağmen, halk için yeni iş fırsatları yaratma ve temel hizmetlerin sağlanması gibi vatandaşın hayatını doğrudan ilgilendiren konulardaki başarısızlığı; halkın sandığa gitmemesinde önemli bir sebepti. Irak’ı yakından takip eden uzmanlara göre, ülkedeki üç başlıklı yapı, Irak ve bölgeye hizmet edecek bir ittifakın sağlanması hususunda bir çıkar yol olabilir. Abdülmehdi bağımsız bir isim olarak aday gösterildi ve uzun yıllar hem siyasette hem de ekonomi alanında deneyimlere sahipti. Onun aday gösterilmesi,  bütün Irak halkını temsil edecek niteliklere sahip olmasıydı. Abdülmehdi aday gösterildikten sonra Şii, Sünni ve Kürt kesimlerce kabul gördü. Bu da uzun yıllardan beri Irak’ta olmayan bir uzlaşmaydı.  Bu yüzden büyük önem arz etmektedir. Ancak soru şu ki; Irak bu şansı kullanabilecek midir?

 

Birinci zorluk Kabinenin Oluşturulması: Resmi olarak hükümeti kurmakla görevlendirilmesinden sonra, 30 günlük bir süre içinde hükümeti kurma vaadi veren Abdülmehdi bunun için yeni bir yöntem önerdi. Kabineyi siyasi oluşumlar dışından oluşturmak için internet üzerinden bir site oluşturup, bakanlığa talip olanların başvurularını almaya başladı. Burada tamamen kişinin ırk ve mezhebine bakılmadan mesleki, eğitim ve deneyim açısından yeterliliğinin esas alınacağı belirtildi. Bu durum da hükümetten aslan payını almak isteyen ve makamları en büyük kaynağı olarak gören siyasi grupların emelleri ve hedefleri ile çatışmaya başladı.

Abdülmehdi’nin bu adımları, siyasi ihtilafları aşıp aktif bir hükümet kurma çabasından kaynaklanıyor. Kabine için oluşturulan web sitesindeki başvurularla ilgili Abdülmehdi’nin ofisinden yapılan açıklamada, başvuru sayısı ilk üç günde 36006’ya ulaşırken kabul edilen başvuru sayısının ise 9317’ye yükseldiği belirtildi.  Yine açıklamada, başvurularda bağımsız isimlerin oranı yüzde 97 olurken, kadınların başvuru oranı ise yüzde 15’e ulaştı. Başvuranlar arasında yüksek dereceli diplomaya sahip olanların oranı da yüzde 23 olarak kaydedildi.

Abdülmehdi’nin teknokratlar hükümeti oluşturmak için ortaya koyduğu kıstaslar daha sonra siyasi oluşumlar tarafından reddedildi. Bu da Abdülmehdi için büyük bir zorluk demekti. Bazılarına göre Abdülmehdi’nin bu konuda başarılı olabilmesi için siyasi partilerin güvenini kazanması gerekiyordu ve bu da ancak söz konusu siyasi partilere bakanlıklar vermesiyle mümkündü. Hesaplara göre siyasi partiler, kabinedeki bakanlıkların yüzde 85’ini alırken Abdülmehdi’nin teknokrat anlayışına yüzde 15’lik bir pay kalıyordu. Böylece Abdülmehdi elektronik web sitesi üzerinden aldığı başvurulardan hiçbirini bakanlığa seçemezken, gelişmeler karşısında istediği adayı dayatabilmek için de gücü olmadığını gördü.

Siyasi parti ve ittifaklar tarafından devlette önemli makamlar elde edebilmek için baskılar devam etti. Özellikle Sairun bloğu, Fetih ve Hukuk Devleti bloklarına göre daha fazla güçlü olabilmek için bu yöndeki baskılarını arttırdı.

İkinci zorluk da resmi makamlara yapılacak atamalar idi. (Bular arasında genel müdürlükler, yüksek mevkiler ve vekaleten atamalar) 4490  makamın atamasının yüzde 70’i vekaleten, yüzde 15’i Dava Partisi tarafından ve yüzde 10’u ise eski rejim tarafından yapılmıştır.

Üçüncü zorluk hükümet programının uygulanmasıdır.

Dördüncü zorluk ise, Kürt bölgesel yönetimi ile olan ihtilaflardır. Kürt bölgesel yönetiminin bütçeden alacağı pay, Kerkük meselesi, ihtilaflı bölgeler, petrolün çıkarılması ve ihraç edilmesi, gümrükler bu konuların başını çekmektedir. Kürt bölgesel yönetimi sorunu Adil Abdülmehdi’nin önünde bulunan en zor konulardan biri. Çünkü siyasi partilerin çoğu, bir önceki hükümetin 2003 yılında kaybettiği topraklar üzerinde tekrar kontrolün sağlanmasını istiyor. Kürtler ise bazı ayrıcalıklardan feragat ederek, kazanımlarından geri adım atmaya karşı çıkıyorlar. Şu an Kürt partilerinin hepsi için söz konusu imtiyazları geri almak/muhafaza etmek bir öncelik teşkil etmektedir. Özellikle KDP ve diğer Kürt partileri bütçeden yüzde 17’lik pay konusunu tartışmaya açmak istemektedir. Irak’ın 2019 bütçesi, 2004’ten 2018’e kadar olan bütçe sorununun tekrar yapılandırılmasını öngörüyor. Yine 10. Madde, bölgesel yönetimin kendi sınırları içerisindeki petrolden günlük 250000 varil petrol üretmesini ve bunları SOMO şirketi aracılığıyla ihraç etmesini, gelirlerinin de federal bütçeye aktarılmasını öngörmektedir. Tabi bu madde Barzani’nin işine gelmemektedir. Daha önce bölgesel yönetim merkezi, hükümetin haberi olmadan petrol ihraç ediyordu bu durum da birçok sorunu ve uluslararası alanda davaları beraberinde getiriyordu. Bunun yanı sıra, Ankara ve Bağdat arasında da sorun teşkil etmişti. Medyada çıkan haberlere göre, Kürt partileri 12 maddeden oluşan bir istek listesi sundular. Buna gör;

  • Kürt bölgesinin isimlendirmesinin iller üzerinden yapılması anayasaya ve özellikle 121 ve 117 saylı maddelere aykırıdır. Bu yüzden bütçede il adları yerine bölgesel yönetimin adının geçmesi gerekmektedir. 2018 bütçesinde Kürt bölgesinin adı geçmemiştir. 9. Maddenin 1. Fıkrası gereğince öncelikle bölgesel yönetimin payının belirlenmesi gerekmektedir.
  • Bölgesel yönetimin temsilcisinin bütçe görüşmelerinde yer alması
  • Erbil ve Bağdat arasında 2005 yılında yapılan anlaşma uyarınca yüzde 17’lik payın tekrar ele alınması. (Merkezi hükümet daha önce bu payı yüzde 12’ye indirmek istedi bu da Kürtler’in tepkisine yol açmıştı.)
  • Peşmerge kuvvetlerinin, ücret, silah ve eğitiminin ülke giderleri kapsamında ele alınması.
  • Kürt bölgesel yönetiminin payının 2019 yılı bütçesi içinde değerlendirilmesi.
  • Bağdat ve bölgesel yönetimde müteahhitlerin alacaklarının sağlanması.
  • Merkezi hükümete aktarılan yüzde 17 lik temel kredi payının bölgesel yönetime ödenmesi.
  • Şehit, gazi ve mahpusların giderlerinin ülke giderleri çerçevesinde değerlendirilmesi.
  • Bölgesel yönetim tarafındaki şehitler için olağanüstü durumlarda paylarının yedek bütçeden karşılanması.
  • Petrol ve diğer alanlardaki devlet harcamalarının takibi.
  • Bölgesel yönetim hükümetinde yer alan ve Bağdat hükümetine bağlı kurumların alacaklarının ülke giderleri kapsamında karşılanması.
  • Petrol bakanlığı gelirleri ve anlaşmalardan bölgesel yönetimin payının da belirlenmesi.

Eski rejimin devrilmesinden sonra Kürt bölgelerindeki gümrükler bağımsız bir şekilde işliyor ve Bağdat hükümetinin çıkardığı kararlara uymuyordu. Yine aynı şekilde Erbil hükümeti buradan elde edilen gelirleri federal hükümete teslim etmeyi reddediyor ve bunun merkezi bütçeye dahil edilmesi, Erbil ile Bağdat arasında sürekli bir sorun oluşturuyordu. Bağdat yönetimi, Erbil’in yaptığı başarısız referandumdan sonra Kürt yönetiminin kontrolündeki gümrükler hakkında kesin kararlar almıştır. Gümrük İdaresi Başkanı Kazım El Akabi, ortak yönetimin sınır kapılarının idaresi anlamına gelmediğini, gümrükleri idare etme anlamına geldiğini ve anayasanın 114. Maddesinin “gümrüklerin kontrolü bölgesel yönetim ve bölgesel yönetime bağlı olmayan vilayetler ile federal hükümet arasında müşterek yürütülür” dediğini belirtmiştir. Tabi bu yönde bir kanunun yürürlüğe girmesiyle. Yine anayasanın 110. Maddesi uyarınca, sınır kapılarının idaresinin tam anlamıyla federal hükümetin kontrolünde olması gerekmektedir. Bu da sadece gümrüklerin ortak yönetime tabi olduğu anlamına gelmektedir.

Gümrük sorunuyla ilgili olarak, Kürt Bölgesel Yönetimi Gümrük İdaresi Genel Müdürü Samal Abdurrahman, bir açıklamasında Irak tarafıyla gümrükler konusunda 27 noktada bir anlaşma olduğuna ve bu konudaki sorunları hepsinin çözüleceğine işaret etmiştir. Abdurrahman, 11 Kasım 2018’de yaptığı açıklamada, bu kapsamda Kerkük-Erbil, Kerkük-Süleymaniye, Musul-Dohuk yolları üzerindeki gümrük noktaları hususundaki sorunların çözüleceğini belirtti.

Yine Bağdat ve Erbil’deki gümrük tarifesinin aynı olması ve gümrük işlerinde Arapça’nın yanında Kürtçe’nin de resmi olarak yer almasının kararlaştırıldığını kaydetti.

Abdülmehdi’nin önündeki Beşinci önemli mesele de Haşd-i Şaabi’nin geleceğidir. Haşd-i Şaabi konusunda bir kanun yayınlanmasına rağmen, (maaşlar, orduyla birleşme, Haşd-i Şaabi’nin sayısı, siyasi partilerden bağımsız olması gibi konularda) bu meseleyle ilgili tartışmalar hem siyasi partiler arasında hem de uluslararası düzeyde halen devam etmektedir. Şu an 123 bin Haşd-i Şaabi mensubu bulunmaktadır. Önemli bir diğer mesele de silah taşımanın sadece devletin yetkisinde olması ve siyasi partilere bağlı silahlı yapıların yasaklanmasıdır. Bu da genelde Irak’ın geleceği ve özelde de Abdulmehdi hükümetinin geleceğini belirleyecek en önemli konulardan biridir. Zira hiçbir hükümet, iktidarı paylaşan silahlı yapıların gölgesinde ne yerelde ne de uluslararası alanda ulaşmak istediği yere ulaşamaz. Bu mesele sadece Haşd-i  Şaabi’yle sınırlı değildir. Aynı şekilde Peşmerge güçleri, Sünni milis yapılar, aşiretlere bağlı yapılar da buna dâhildir. Çünkü bu yapılar çoğu zaman devlete ve kanunlara paralel bir yapı teşkil etmektedirler.

Altıncı önemli zorluk da yolsuzlukla mücadele konusudur. Yolsuzluk konusu Irak’ta tehlike bakımından belki de terör kadar hatta daha da öncelikli bir konudur. Bunun nedeni de, yolsuzluğun Irak devletinin hemen hemen her köşesine kadar yaygınlaşmış olmasıdır. Dolayısıyla bu sorunun çözümü için yerel uzmanlarla beraber geniş kapsamlı bir strateji geliştirilmesi gerekmektedir. Abdulmehdi’nin de 2 Şubat 2019’da yolsuzlukla mücadele yüksek konseyi kurma kararıyla tam da yapmak istediği budur. Abdulmehdi, bu konseyin ilk toplantısında, bu konseyi oluşturmaktaki hedefin, yolsuzlukta caydırıcı önlemlerin alınması, denetim mekanizmalarının birleştirilmesi ve hangi taraf olursa olsun yolsuzluk konusunda engellenmesi, devletin kamu ve vatandaşın malını koruyacak şekilde çalışmasını sağlamak olduğunu belirtmiştir.

Sonuç olarak hem iç dengeler ve hem de dış faktörler dikkate alındığında Abdülmehdi’nin işi bir hayli zor görülmektedir. Ancak 2003’ten beri ilk defa tarafları ülke meseleleri etrafında yakınlaştırması bakımından Irak için de bir şans olduğu kabul edilmelidir.