İki hafta öce Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti akabinde Basra Körfezi’nde yeni bir problem ortaya çıktı. Uluslararası medya, körfezin güvenliği  açısından bu ziyareti Suudi Arabistan’ın büyük bir zaferi olarak yansıttı. Kral Selman’ın tahtı için satın aldığı bu başarının bedeli 400 milyar dolardı ancak Suudiler, JASTA kanunu ile bu meblağın iki katı ile cezalandırılacaklardı. Bu haberin yayılmasından sonra ülkesi dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Katar Emiri’nin “İran konusunun büyütülmemesini ve diyalog imkanlarının daima açık tutulması gerektiğini” belirten ifadesi akabinde ile Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn’in Katar ile ilişkilerini kesen yeni bir problemin kapısı aralandı.

Genellikle olayların esasına dair bilgilerin yokluğunda yapılan yorum ve tenkitlerin bir anlamı olmuyor. Bu durumun benzerini ikinci Körfez Savaşı’nda gördük ve yaşadık. Hakkında pek çok yazıların yazılması ve analizlerin yapılmasına ve aradan çeyrek asır geçmesine rağmen hala Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgal etmesinin gerçek sebeplerini öğrenemedik. Bu yüzden Suudi Arabistan’ı bu krizi çıkarmasına iten sebeplerin tahlilinde aynı hataya düşmemek için Arap Körfezi devletlerinin yakın tarihine ya da o zamanlar bilinen adıyla Korsan sahilleri tarihine dönmeliyiz.

Londra’daki Kraliyet Asya Araştırmaları Cemiyeti’nden tarihçi Simon Liton, neşredilen bir konferans bildirisinde şu ifadeleri kullanır:

Arap Körfezi’nin 19. Yüzyıl tarihini iyi anlayabilmek için korsanların tarihinin detaylarının öğrenilmesi çok önemlidir. Zira bölge o tarihte, İngiltere, Paris, Moskova ve Tahran arasında rekabet merkezi olmuştu. Buna bağlı olarak, Körfezin tarihi gelişimi ve emirliklerin ortaya çıkmasının öğrenilmesi de aynı derecede önemlidir.

Osmanlı Devleti’nin 19 yüzyılda bu bölgeyi idare edememesi devletin zaafından değil, batının anladığı gibi bölgedeki hakim unsurların medenileşmiş Basra vilayetinin uzantısı olmayan karakterini asla anlayamamasından kaynaklanmıştır. O tarihte Britanya imparatorluğu Basra Körfezi’nde bugün de geçerli olan başka bir hitap biçimi geliştirmişti.  O da eski emperyal güçleri de aşan “korsanlık örneği” idi. Buna göre yerli ahaliyi korsan yerine koydular, Avrupalı sömürgecileri de kanun ve düzen koruyucu yaptılar.

Nitekim bu güçler ticari ve idari alanda sınırlı varlık gösterdikleri erken dönemde bölgede imtiyaz sağlamak adına korsanlığı ve savaşlarda teknolojik üstünlüklerini kullandılar. Soygunculuğu da 18 ve 19. yüzyıllarda Doğu Hindistan Şirketine inşa ettiren Batı bugüne kadar büyük başarı elde etmiştir.  Bu durumun bir devamı olarak bugün Abu Dabi’de Blackwater’ı, Suudi Arabistan’da  ve Katar’daki Udeid’te Trump’ı, 6. filoyu da Bahreyn’de görmekteyiz. Kuveyt ise özel kolonyal anlaşmaların verdiği ve bugüne kadar devam eden şartlar altında Âl-i Sabah idaresinde kalmıştır.

Bu mantık hala sürdürülmektedir: Seni korsanlardan korumayı görev bildik, ancak sen dediğimizi yapmaz isen herkes sana saldıracaktır… Dün, Abdünnasır, Saddam Hüseyin, İran; bugün Hamas, İhvan ve diğerleri.

Bu tarihi yaklaşıma odaklandığımızda, doğru devlet yönetimi ve uluslararası ilişkilerden uzak olan el-Kavasim’in, Âl-i Suud’un, Âl Sânî’nin, Âl Sabah’ın, Âl Nehayan’ın davranışlarını anlayabiliriz. Ayrıca bu bölgelerde ortaya çıkan bu tür krizler ile uğraşmak diğer uluslararası sorunlar ile uğraşmaya benzemez. Çünkü burada çözüm çok daha basittir. Korsanların yaptığı gibi çatışmayı bu şeyhliklere ait olamayan başka bir nüfuz alanına taşıyarak çözüm üretilecektir.

Bu yüzden son yüz yıl içinde Körfez emirleri ve şeyhlikler arasındaki çekişme ve ihtilafların sahası körfezin kuzeyine, Irak’a taşınmış, buradan genişletilerek Suriye’ye ulaştırılmıştı. Şimdi de çatışma alanını Türkiye’ye kadar ulaştırma çabası içine girdiler.