Aralık 2019’da Çin’in Wuhan şehrinde ortaya çıkıp tüm dünyaya yayılan yeni tip Coronavirus, 6 ay sonra kimi bölgelerde düşük seviyede seyrederken kimisinde etkisi hala devam etmektedir. Afrika’daki ilk vaka Mısır’da Şubat ayının başında görülmesinden sonra virüs Sahraaltı ülkelere de sıçramaya başladı. Bu tarihten sonra yapılan tahminlere göre kıtanın mevcut altyapı sorunlarından dolayı diğer kıtalardan daha çok etkileneceği ve virüsün merkezi haline geleceği söyleniyordu. Ancak bugün gelinen noktada Afrika’daki bulaşma ve ölüm oranı tahminlerin altında görülüyor. Bu yazının yazıldığı tarihe kadar kıta genelinde kaydedilen 243.376 vakadan 6.534 kişi virüsten hayatını kaybetti ve 110.929 kişi de iyileşti. Tabii kitlesel testler yapılmadığından ve test kitleri henüz ülkelerin tüm bölgelerine ulaşamadığından dolayı toplam vaka sayısının resmi verilerin üstünde olabileceği tahmin edilmektedir. Bu salgınla mücadelede kıta ülkeleri arasında toplumların tepkisi ve devletlerin aldığı tedbir ve önlemlerde benzerlikler görülmesiyle birlikte mücadelenin ülkeden ülkeye değiştiğini belirtmekte yarar vardır. Bu yazıda örnek aldığımız Kamerun, ilk vakanın görüldüğü Mart ayının başından bu yana kıtada en çok vakanın görüldüğü ülkelerinden biri durumuna gelmiştir. Bu durum ülkenin sağlık altyapısı yetersizliğinden ziyade birden fazla gündemle karşı karşıya kalmasından kaynaklanmaktadır. Bu yazı Kamerun’un Koronavirüsle mücadelesini aksatan ve Kovid-19’u örtbas eden gündemleri ele almayı hedeflemektedir.
Hükümet-Muhalefet Partisi Çekişmeleri
Covid-19 birçok Afrika ülkesinde olduğu gibi Kamerun’da da ilk korona vaka ve özellikle ölüm vakalarının görülmesine kadar halk arasında sadece bir spekülasyondan ibaretti. Yaygın algılara göre Afrikalıların bağışıklık sistemleri çok güçlü olmasından dolayı korona virüse karşı direniş gösterecekti. Aslında sadece beyaz insanları öldüren bu virüs Afrika kıtasına ulaşsa bile sıcak iklimine dayanamayacağı söylentileri de oldukça yayılmıştı. Ancak ilk vakaların kaydedilmeye başlanmasıyla devletlerin önlemlerinin yanı sıra yerel dillerle de başlatılan farkındalık ve bilinçlendirme kampanyaları kısmen insanların meseleyi ciddiye almalarını sağlamıştır. Kamerun’da virüs ilk olarak 24 Şubat 2020 tarihinde ülkeye giriş yapan bir Fransız vatandaşta 6 Mart 2020 tarihinde tespit edilmiştir. Bunun üzerine yurtdışından dönen Kamerunlu vatandaşlarda da tespit edilmiştir. 18 Mart’ta karadan ve havadan ülkenin tüm girişlerinin kapatılmasıyla birlikte riskli ülkelerden giriş yapmış yolculara yönelik alınan önlemlerin yetersizliği virüsün halk arasına yayılmasına yol açmıştır. Bugüne kadar Kamerun’da kaydedilen 8.681 vakadan 4.836’sı iyileşmiş ve 208’i de hayatını kaybetmiştir. Vakaların artmasına rağmen hükümetin önlemleri gevşetmesiyle önümüzdeki aylarda bu bilançonun ağırlaşması beklenebilir. Bu bağlamda belki hükümet virüsün bulaşma zincirini kırmak yerine gayri resmi olarak toplumsal bağışıklığı geliştirme yöntemine yönelmiştir.
Kamerun hükümeti, Koronavirüs krizi yönetiminde diaspora, muhalefet partileri ve halkın bir kesiminin eleştirilerine maruz kalmıştır. Krizin ortaya çıkışından bu yana hükümetin önlemleri ve virüsün ortadan kaldırılmasına karşı halkın rahatlaması ve işletmelerin kurtarılması için ortaya koyduğu sosyo-ekonomik tedbirlerin yetersiz kaldığı değerlendirilmektedir. Ülkenin cumhurbaşkanının bu krize rağmen ortadan kaybolması ve krizin yönetimine dair bir açıklama bile yapmaması ciddi tartışmalar ve spekülasyonlara neden olmuştur. Başkanın öldüğü, sarayda rehin alındığı yahut komada olduğuna dair ortaya çıkan söylentiler ülkedeki koronavirüsü gerek ülke içinde gerekse diasporadaki Kamerunluların gündeminden düşürmüştür. Başkanın 27 Nisan tarihinde Fransa’nın Yaoundé’deki Büyükelçisini kabul ettiği sırada kısa süreliğine ekranlarda görünmesi bile ölüm şüphelerini ortadan kaldırmamıştır. Aksine yaşanan krizle ilgili yine açıklamalardan kaçınması Fransız Büyükelçisi kabulünün gerçek bir görüşme olmadığı şeklinde yorumlanmıştır. Üstelik sonraki günlerde Fransız büyükelçisinin ulusal televizyona davet edilip Covid-19 krizi yönetimiyle ilgili genel bir değerlendirme yapması, ülkenin geçici olarak Fransa tarafından yönetildiği ve başkan devir planlarının yapıldığını akıllara getirmiştir. Fakat tüm bu söylentilere aldırmayan Paul Biya, 19 Mayıs akşamı, resmi törenleri iptal edilen ulusal bayram münasebetiyle geleneksel televizyon konuşmasıyla hakkındaki spekülasyonlara son vermiştir.
Cumhurbaşkanı Paul Biya’nın yokluğu sırasında ortaya çıkan boşluk ana muhalefet partisi konumunda olan ve hala 2018 başkanlık seçimlerinin sonuçlarına itiraz eden MRC (Kamerun Dirilişi Hareketi) için büyük bir fırsat olmuştur. Parti başkanı Maurice Kamto, koronavirüs mücadelesinde cephenin başında olması gerekirken tüm yükü sağlık bakanı başta olmak üzere bakanların omuzlarına bırakan cumhurbaşkanının çıkıp halka hitap etmesi için çağrıda bulundu. Ültimatomun dolmasına rağmen başkanın ortaya çıkmaması üzerine Kamto, partisi adına koronavirüs mücadelesi çerçevesinde büyük bir seferberlik başlatıp kısa sürede ciddi miktarda bağış ve yardım toplamıştır. Ancak 2018 seçimlerinden beri sürdürdüğü eleştiriler ve zafer iddialarıyla sürekli iktidarı rahatsız eden Kamto’nun bu kampanyası bir tehdit gibi algılanıyordu. Mevcut iktidar korona mücadelesinde yardıma gerek duyduğu halde para aklama gerekçesiyle önce partinin bağış toplamasını durdurmaya çalışıp ardından toplanan yardımların halka ulaştırılmasını engellemiştir. Aslında bu baltalama kampanyası ve daha önce de olduğu gibi MRC’ye yöneltilen aşiretçilik ve kabilecilik suçlamaları, Maurice Kamto ve partisinin güçlenmesini engellemek amacıyla yapılmaktadır. Bununla birlikte bu parti, Kamerun halkının mevcut iktidara karşı olan bıkkınlığından dolayı gerek ülke içinde gerekse yurtdışında kitleleri yanına çekmeyi başarmaktadır.
Ülke içinde halktan aldığı destek gittikçe büyüyen Maurice Kamto, 2018 seçimlerin sonuçlarına olan itirazları ve düzenlediği barışçıl gösterilerden dolayı kamu düzeni bozmakla suçlanarak Ocak 2019’da hapse atılmıştı. Ancak 9 ay sonra yoğun dış baskıları sonucunda serbest bırakıldıktan sonra da cumhurbaşkanı olma iddiasından vazgeçmemiştir. Yurtdışında özellikle meşru başkan olarak görüldüğü Fransa ve Almanya’daki Kamerun diasporasının 38 yıllık Kamerun iktidarına karşı olan bıkkınlık ve öfkeleri gizlenmemektedir. Brigade Anti Sardinard adı altında bir dernek haline örgütlenen diaspora Fransa’yı zalim bir iktidara sahip çıkmakla suçlarken Paris ve Berlin’deki Kamerun büyükelçiliklerine basıp yağmalayarak hınçlarını çıkarmaktadırlar. Maurice Kamto bulduğu bu desteğin yanı sıra diplomatik irtibatlarını da güçlendirmeyi göz ardı etmemektedir. 10 Ocak 2020 tarihinde Amerika’ya yaptığı ziyaret sırasında Kamerun dosyasıyla ilgilenen Afrika işleri sorumlusu bakan yardımcısı Tibor Nagy ve kongre üyesi Karen Bass ile kritik görüşmeler gerçekleştirerek diplomatik temaslarda bulundu. Bu koronavirüs mücadelesinde Hükümet, Maurice Kamto’nun attığı her adımı takip edip karşılık verirken ülkenin kuzeyinde ara sıra Boko Haram’ın tacizleri ve güney batısında ise bağımsızlık iddiasındaki silahlı grupların saldırılarıyla uğraşmaktadır.
Anglofon Krizi ve ABD’nin İlgisi
Üç senedir çözüm bulamayan Anglofon sorunu, BM’nin ateşkes çağrılarına rağmen bu salgın döneminde de devam etmektedir. Sorunun çözümüne yönelik kamuoyu, uluslararası örgütler ve ABD başta olmak üzere büyük güçlerin baskıları neticesinde Ekim 2019’da müttefik ve muhalif gruplardan oluşan yerel unsurları bir araya getiren uzlaştırıcı ulusal bir diyalog düzenlenmişti. Ancak isyancıların üst düzey yetkililerinin yer almadığı bu diyalog ulusal ve uluslararası çapında bir umut yaratmışsa da somut ve kalıcı çözüm meydana getirmediği gibi kabul edilen önerilerin yasal süreci hemen takip etmemiştir. Diyalog sırasında krizin çözümüne dair kabul edilen en önemli önerilerden biri olan anglofon bölgelerin özel bir statüye sahip olması önerisi 18 Aralık’ta meclisten geçerek yasalaştı. Senatoda da onaylanması beklenen bu yasaya göre artık güney ve kuzey batı anglofon bölgeleri Yaoundé iktidarından bağımsız olarak eğitim ve yargı alanlarındaki kamu politikalarını belirleme yetkisine sahip olacaktır. Aynı zamanda bu yasanın bölgelerin özel bir hükümeti ve parlamentosunun temellerini atmış olabileceği söylenmektedir. Yasanın anglofon krizinin çözülmesine yönelik önemli bir adım olmasıyla birlikte şimdilik isyancılar ve Kamerun güvenlik güçleri arasındaki husumet ve çatışmaların sonunu getirdiği söylenemez.
Bu gelişmelerin yoğun bir dış baskısı ve müdahalelerin sonucunda gerçekleştiği görülmektedir. ABD’nin son bir buçuk sene içinde Kamerun’a yönelik artan baskı ve diplomatik müdahalelerinden dolayı ülkenin ve özellikle anglofon krizin Beyaz Saray’ın gündeminde olduğu anlaşılmaktadır. Kamerun’daki siyasi gelişmeleri ve anglofon krizinin yönetiminde Kamerun hükümetini açıkça eleştiren Washington, Şubat 2019’da askeri yardımlarını kestiğini duyurmuştu. Bunun ardından, Mart ayında siyasi tutuklamalar ve anglofon krizi gibi meseleleri görüşmek üzere Afrika işleri sorumlusu ABD dışişleri bakanı yardımcısı Tibor Nagy görevlendirildi. Başkan Donald Trump ise 1 Kasım 2019 tarihinde kongrede yaptığı konuşmada Kamerun’un güvenlik güçlerinin insan haklarına ihlalleri konusundaki Amerika’nın endişelerini çözemediği gerekçesiyle ülkeyi African Growth and Opportunity Act (AGOA) antlaşmasından çıkardığını açıklamıştı. 2000 yılında onaylanan bu antlaşma, Afrika ülkelerinin kalkınmasını desteklemek amacıyla gümrük vergisinden muaf tutularak ABD piyasasına ihracat yapmalarını sağlamaktaydı.
Tibor Nagy kriz hakkındaki açıklamalarında baskı ve müdahalelerin artarak devam etmesi beklenebileceğini dile getirirken Kamerun hükümetinin kısmen iktidarını Anglofon bölgelerine transfer etmesi yani özerklik tanıması çağrısında bulundu. Amerikan kongresi üyesi Karen Bass Temmuz 2019’da bir inceleme heyetinin başında Kamerun’a gelmişti. Aralık 2019’da ise 9 kongre üyesiyle birlikte Kamerun’daki siyasi gelişmeler ve devam eden krizle ilgili cumhurbaşkanı Paul Biya’ya bir mektup göndermişlerdir. Mektupta anglofon krizi ve sonuçlarını hatırlattıktan sonra ülkedeki yargısız siyasi tutuklamalar ve güvenlik güçlerinin insan haklarına ihlalleri ve orantısız güç kullandıklarına dair kanıtların olduğunun altını çizerek anglofon sorunu devam ederken Şubat 2020’de yapılacak genel ve yerel seçimlerin öngörülemeyeceğini dile getirmişlerdir. Yine bu sorunun çözümü için İsviçre arabuluculuğuyla daha kapsayıcı bir diyalogun yapılması gerektiğine vurgu yapmışlardır. Ayrıca vekiller mektubun sonunda Amerika’nın askeri desteği ve Kamerun’la ilişkilerinin bu sorunun çözümüne bağlı olduğu uyarısında bulunmuşlardır.
ABD’nin bu müdahaleci girişimlerinin masum olmadığı, Kamerun’da ve hatta Gine körfezi bölgesinde varlığını artırmak istediği ve özellikle ülkede keşfedilen yeni enerji kaynakları, madenler ve azrak toprak metallerinin işletimini Çin gibi aktörlere kaptırmak istemediği şeklinde yorumlanmaktadır. Zaten Amerika’nın Çinle olan mücadelesi sadece ticaretle sınırlı kalmadığı, enerji kaynakları ve özellikle yakın gelecekte yeni teknolojiler ve elektrikli arabalar endüstrilerinde vazgeçilmez madeni olan lityum gibi azrak metallerinin kontrolü için mücadele verdiği bilinmektedir. 2014-2019 yılları arasında Kamerun’un dört bölgesinde Dünya Bankası tarafından finanse edilen jeolojik araştırmaları sonucunda 300 kadar yeni maden rezerv alanında altın, çinko, uranyum, manganez, nikel ve ismi açıklanmayan çok sayıda azrak toprak metalleri keşfedilmiştir. Ülkenin bugüne kadar sadece %40’ı incelenen topraklarını %70’e çıkarmak üzere Nisan 2019’da yine Dünya Bankası tarafından desteklenecek Campagne de levé géophysique aéroporté adlı bir araştırma projesi başlatıldı. Hâlihazırda Çinli şirketlerin uzun zamandır Kamerun’un maden alanlarını işletiminde özellikle doğu bölgesindeki altın maden alanında önemli yere sahip oldukları bilinmektedir.
Sonuç olarak koronavirüs salgını dünya genelinde sosyo-ekonomik sonuçlar oluştururken Afrika ülkeleri ve Kamerun’da özellikle bağımsız üretim ve ekonomi politikalarını devreye sokma ve dış borçlarını sildirme fırsatına çevrilebilirdi. Ancak ülkeyi meşgul eden bu iç sorunların yarattığı huzursuzluk ve belirsizlik ortamında politikaların geliştirilmesine hiç elverişli değildir. Bunun yanında ülkeye yönelik artan dış baskıların bir bakıma baskıcı rejimlerde olduğu gibi 1982 yılından beri süren Paul Biya iktidarının sonunu getirecek göstergeler olarak yorumlanmaktadır. İktidarın meşruiyeti muhalefet partisi MRC tarafından sorgulandığı bu dönemde yaşlı ve yorgun 87 yaşındaki başkanın sonrası ve varisi için hem iktidar partisi içinde tarafların çekiştiği hem de Kamerun’da çıkarları olan Fransa ve ABD gibi büyük güçlerin gündeminde olduğu söylentilere itibar edilmeye başlandı.