Büyük medeniyetler ve tarihi imparatorluklara ev sahipliği yapan günümüz Mali Cumhuriyeti, 1880li yıllardan 1960 yılına kadar Fransa hakimiyeti altında kalmıştır. Ülke, Modibo Keita önderliğinde bağımsızlığını kazanmasından 2012 darbesine kadar hem siyasi hem ekonomik hem de toplumsal bakımdan hayli mesafe kat etmiştir. 1968 ve 1991 yıllarında askeri darbeler yaşanmakla birlikte çoğu zaman seçimlerin düzenli olarak yapılması ve cumhurbaşkanlarının seçimle gelip seçimle gitmeleri dolayısıyla 2012 yılı darbesi oluncaya kadar Mali Cumhuriyeti demokrasi açısından Frankofon Afrika ülkeleri arasında örnek bir demokrasi haline gelmişti. Ancak 2012’de başkanlık seçimler arifesinde yapılan askeri darbe ülkeyi felakete sürükledi.
O sıralarda başkent Bamako’nun kapılarına kadar dayanan terör örgütleri Fransa’nın müdahalesiyle durdurulabilmiştir. Fransa’nın Serval operasyonu müdahalesine rağmen Mali devleti terör örgütleri ve isyancıların lehine kaybettiği ülkenin kuzey toprakları bugüne kadar geri alınamamıştır. 18 Ağustos 2020 sabahında Mali halkı yine silah sesleriyle uyanmıştır. Artık darbeler dönemi geçtiğini düşündüğümüz XXI. yüzyılda başkent Bamako’nun yakınlarında bir kışlada başlayan askeri bir ayaklanma, takip eden saatlerde yine bir nevi askeri darbeyle sonuçlanacaktı.
Darbe’ye Doğru Giden Süreç
2012 yılında yapılan askeri darbeden beri çözüme kavuşmayı bekleyen sorunlara yeni sorunların eklenmesi Mali Cumhuriyetinin tekrar bir askeri darbe yaşamasına sebep olmuştur. Darbenin arkasında yabancı güçlerin ve özellikle birçok yerde ülkenin eski sömürgesi olduğu Fransa’nın eli ve parmağı aranırken, aslında Mali’nin içinde bulunduğu durum, yani ülkenin karşı karşıya kaldığı siyasi ve sosyoekonomik sorunlar askerleri harekete geçirmeyi tetikliyordu. Devletteki yolsuzluk, rüşvet ve kötü yönetim, gelir dağılımındaki eşitsizlik ve adaletsizlik, kamu ve özellikle sağlık hizmetlerindeki eksiklikler, öğretmen maaşlarının aksamasından dolayı kapanan okullar, sürekli su ve elektrik kesintileri, altyapı eksiklikleri, Nisan ayında yapılan genel seçimlerdeki hileler, kamu mallarının Cumhurbaşkanının yakınları tekelinde bulundurulması, askerin terör örgütlerinee karşı peş peşe mağlubiyetleri, devletin milli toprakların hemen hemen yüzde 70’inde fiilen yok olması, yabancı güçler ve uluslararası misyonların (Munisma, Barkhane, Takouba, G5 sahel, l’Union Africaine, les forces de la CEDEAO) ülkedeki varlığı gibi sorunlar tetikleyici unsurların sadece bazılarıdır.
Ülkenin siyasi ve sosyoekonomik sorunları darbeye giden uzun süreçte büyük etkisi olmasıyla birlikte kısa süreçte Mali’nin dini liderleri de darbeye giden yolda doğrudan veya dolaylı olarak önemli rol üstlenmişlerdir. Sivil toplumun bir parçası olan din, liderler, 2009 yılında Cumhurbaşkanı Amadou Toumani Toure’nin (2012’de darbeyle devrildi) başkanlığı döneminde yapılan Aile Hukuku Kanunu değişikliği teklifine karşı çıktıkları gibi 2017-2018 yıllarında da Ibrahim Boubakar Keita (IBK) rejiminin eğitim kitaplarına sokmak istediği eşcinselliğe tolerans girişimlerine karşı seslerini yükseltmişlerdir. Yine 2020’de 5 Haziran’dan beri bu liderler halkın bir kesimi ile devlete karşı memnuniyetsizliklerini ifade etmek için başlattıkları yürüyüş hareketinin (M5 hareketi) neticesinde başkan IBK’nın istifasını talep etmişlerdir. Kısa sürede büyük protestolara dönüşen bu harekete rejimden payını alamayan siyasetçiler de iştirak etmeye başlamıştır. Gittikçe büyüyen protestoların 19 Haziran tarihinde düzenlenen kalabalık gösterilerin sonucunda başkan IBK ile bir diyaloga gidilebileceği umutları doğurmuş ise de 10 Temmuz’daki protestoların sırasında 10 sivil ve 1 asker toplam 11 kişinin ölmesi ve 193 kişinin de yaralanmasının ardında devletin taviz vermeye hazır olmadığı ve uzlaşmaya sıcak bakmadığı anlaşılmıştır. 10 Temmuz’daki hadiseler olayların seyrini değiştirmiştir.
Bu tarihten sonra devreye giren uluslararası toplum ve bölgesel örgüt Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (CEDEAO) protestocular, rejim ve rejimden yana olan halkın bir kesimi arasında uzlaştırma girişimlerine başlamıştır. M5 hareketini kırma girişimleri üzerine CEDEAO üye devletleri video konferansıyla düzenledikleri olağanüstü kurul toplantısı sonucunda Mali krizinin çözümü için üç teklifte bulunmuşlardır. Bu teklifler özetle; seçim itirazlarının sonuçlandırılması, anayasa mahkemesinin yeniden tayin edilmesi ve ulusal birlik hükümetinin kurulması şeklindedir. Ancak muhalefet ve protestocu liderler bu teklifleri tamamen reddederek başkan IBK’nın istifası taleplerini yenilemiştir. Zira onlar, bu teklifin yetersizliğinden ziyade; “ülkenin egemenlik haklarına sahip olan Mali halkı, ülke işlerinin iyi yürüyebilme sorumluluğu ancak kendisi üstlenebilir.” Düşüncesinde olduklarını ilan etmişlerdir.
CEDEAO’nun başarısız girişimlerinden sonra devletin gösterilere karşı sergilediği kararlılık tavırları ve önceki protestolarda ölen ve yaralıların sorumluluğunu aydınlatacak bağımsız bir soruşturmanın açılmaması olayları başka bir boyuta taşımıştır. Rejimin gitmesi talebinden vazgeçmeyen M5 Hareketi 10 Ağustos 2020 tarihinde geniş çaplı bir sivil itaatsizlik eylemi ve protesto başlatmıştır. Bununla birlikte günler geçti, fakat somut bir netice elde edilemedi. Bu sırada Bamako halkı dahil birçok şehir, M5 hareketinden olduklarını iddia eden protestocuların eylemlerinden felç olmuştur. Krizin çözümü için araya giren ülkenin dini liderlerinin önde gelenlerinden Nioro şeyhi ve Ticcanî tarikatının kolu olan Hamallah tarikatının şeyhi Mohamed Ould Cheickna M’bouillé HAIDARA, CEDEAO’nun arabulucusu, M5 hareketi liderlerinden Imam Mahmud Dicko ve Başbakan Dr. Boubou Cissé’i başkent Bamako’dan 511 km’den uzaktaki evinde ağırlamış ve tarafları uzlaştırmak amacıyla onlarla görüşmüştür.
Başarısızlıkla sonuçlanan görüşme ve müzakerelerin yanında halkın gittikçe kötüleşen duruma yönelik soysal medyadaki öfkesi ve tepkileri, bazı askerlerin yönetime el koymasına yol açmıştır. Cuntacılar, 18 Ağustos sabahı erken saatlerinde devletin bakanları ve üst düzey yöneticilerini tutuklatmaya başlamıştır. Daha sonra sarayda bulunan Cumhurbaşkanı ve başbakanı tutuklayarak Kati askeri kışlasına götürmüşlerdir. Toplanıp olup bitenleri yakından takip eden halkın alkışları ve tepkileriyle tutuklamaların olumlu karşılandığı anlaşılmaktaydı. Pazarlıklar neticesinde gece geç saatlerinde Başkent Bamako’da karışık bir ortamda başkan IBK, ulusal televizyon ORTM yoluyla ülkede kan dökülmemesi için Mali’ye olan bağlılığına rağmen mutluluk ve şerefle yürüttüğü cumhurbaşkanlık görevinden istifasını bildirip ardından hükümeti ve meclisi de feshetmiştir. Darbecilerin konuşmalarında verdikleri vaatlerle birlikte bundan sonra siyasi çözümün nasıl olacağı ve ülkenin bulunduğu sosyo-ekonomik durumundan nasıl çıkacağı soruları akıllara geliyor.
Yabancı Güçler, Bölgesel ve Uluslararası Örgütlerin Sorumluluğu
Mali’nin bugünlerde geçirmekte olduğu bu olağanüstü durumda BM başta olmak üzere uluslararası örgütler, Afrika Birliği ve CEDEAO gibi bölgesel kuruluşlar kararsızlıklarıyla kriz çözme konusundaki zaaf ve yetersizliklerini ispat etmişlerdir. Başkan IBK’ya sahip çıkmalarından ziyade Mali halkının derdini ve karşı karşıya kaldığı zorluklara sessiz kalarak ve taleplerine kulak asmayarak haftalar önce öngörülebilir bu darbenin dolaylı olarak gerçekleşmesine müsaade etmişlerdir. Batı Afrika ülkelerinin kısa vadede ekonomik ve uzun vadede ise politik ve toplumsal bütünleşmesini amaçlayan CEDEAO’nun görevi ve hedefleri Mali krizinde sorgulanır duruma düşmüştür. Zira ülkeye devlet başkanı, bakan ve arabulucu düzeyinde gönderdikleri birçok uzlaştırma heyetleri ve kullandıkları tüm uzlaştırma yolları ve yöntemleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Darbeden sonra hem uluslararası hem de bölgesel örgütler darbeyi kınayıp Mali’nin ilgili örgütlerin karar mercilerindeki oy hakkını askıya almak ve yaptırımlar uygulamakla yetinmişlerdir. Olaylardan mağdur Mali halkının karşılaştığı bunca sorunlara eklenen yaptırım kararları özellikle önümüzdeki haftalarda yeni bir felaketlere yol açacaktır.
Bu darbenin önceden mi planlandığı yoksa ani gelişmelerden mi meydana geldiği sorularına hala cevap aranmaktadır. Aynı zamanda protestocuların başını çeken Mali İslam Yüksek Konseyi’nin eski başkanı başta olmak üzere M5 liderlerinin olaya ne kadar dahil oldukları ve sorumluluk üstlendikleri merak edilmektedir. Tüm bu sorular sorulurken en çok darbecilerin güzel vaatlerini nasıl yerine getirecekleri, ülkenin mevcut sosyoekonomik sorunlarının nasıl üstesinden gelecekleri ve ülkedeki tarafları siyasi olarak nasıl birleştirecekleri merak edilmektedir. Ayrıca cuntacıların aceleyle hareket ederek 2012 yılı darbesinden sonra iktidarı yine devrilen rejimin adamlarına teslim etmeleri ve ülkenin daha sonra düştüğü zor duruma tekrar düşmesinden korkulmaktadır. Ki bazılarına göre; ülkenin şu anda bulunduğu durumdan daha beteri olamazdı. Uzun zamandır mahvolan altyapıların onarılmadığı, yolsuzluk ve rüşvetin meşru hale geldiği, devlet aygıtlarının sekteye uğradığı, askerlerin cephelerden aldığı yenilgiler, toplumda yoksulluk ve adaletsizliğin zirveye çıktığı, her şeyin sıfırlandığı ve adeta devletin varlığının hissedilmediği böylesi bir durum Mali’de hiç görülmemişti. Dolayısıyla askerlerin başarabilmeleri için öncelikle durumun farkında olmaları ve ülkeyi yeniden ayağa kaldırabilecek kapasitede de olmaları gerekmektedir.
Öte yandan Mali’nin toparlanabilmesi, sadece askerlerin kapasitesi değil aynı zamanda hem ülkede hem de bölgede çıkarları ve askerleri bulunan eski sömürgeci gücü Fransa’nın tutumuna da bağlıdır. Mali halkının geçirdiği bu acı tecrübelerden hareketle bilinçlenip kendi kaderini tayin etmeye kalkışması Fransa’nın çıkarlarına uyup uymayacağı sorusunun cevabı bellidir. Çünkü Fransa’nın nükleer santralleri için Nijer’de işlettiği uranyum maden alanlarını korumak ve istediklerini dayatmak için tüm seçenekleri kullanmaktan çekinmeyeceği bilinmektedir. Önceki Fransız Cumhurbaşkanı François Hollande, Dışişleri Bakanı ve onun döneminde görev yapmış birçok Fransız yetkilinin ifadeleri ve arşivlerden derlenen bir araştırmanın sonuçlarında; Fransa’nın 2013 yılında Mali’de düzenlediği ve hala da devam ettirdiği önce Serval ve sonra Barkhane operasyonlarının nasıl ve ne şartlarda gerçekleştirildiği, müdahalenin nasıl Başkan IBK’ya dayatıldığı ve son olarak nasıl Fransız askerlerinin terörist ve isyancı gruplarla işbirliği yaptığı ortaya çıkmıştır. Yine de Mali başta olmak üzere birçok Frankofon Afrika ülkesinin Fransa ve küresel sermaye sahibi güçlerinin tuzaklarından kurtulup kendi geleceklerini kendi belirleyebilecek yolların arayışındadır.
Sonuç olarak Mali de yeniden az geri kalmış veya bıraktırılmış ülkenin sendromu yaşanmaktadır. Boşuna üretilen umutlar yeşermeyince yeni umutlar içim halkın hesabına birileri darbe yapmakta, sonra kapalı kapılar ardından kolonyalistler ile işbirliklerini sürdürmektedir. Elbette halka umut vererek gelen bir yönetimin halkın taleplerini yerine getirmemesi veya getirememesi onun meşruiyetini sorgular hale getirmektedir. Fakat bu durum darbecilere meşruiyet kazandırmamaktadır. Bu yüzden Fransa başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası çıkar gurupları bir yana onlar ile işbirliği yapıp giden de gelen de Mali’nin bu duruma düşmesinden sorumludur.