Şii Halk Hareketinin etkisinin yükselişi, kaos ortamı ve ulusal kimliğe önem vermeden mağdur psikolojisine dayalı mezhebî duyguları ön plana çıkaran Şii kimliğine vurgu yapmakla bağlantılıdır. Ayrıca, bölgede bulunan Sünni çoğunluk ve diğer azınlıklar arasında güç dengesini sağlamak adına, Ortadoğu’da azınlıkları silahlandırmayı benimseyen yaklaşımla da önemli bağlantısı vardır.
Azınlıkların silahlar sayesinde yükselerek iktidara gelmeleri/yönetime el koymaları sorunu günümüzde ortaya çıkan yeni veya Amerikanlılar tarafından icat edilmiş bir şey değildir. Zira, geçmişte de, yakın tarihlerde İngilizler, Irak, Suriye ve Lübnan’daki sömürge siyasetlerine uygun olarak, Ermenileri silahlandırıp ön plana çıkarmış ve onları bir araç olarak kullanmışlardı. 1920 yılında Irak’taki ayaklanmayı bastırmada, 1936 yılında Bekir Sıdkı’nın ve 1941 yılında Reşid Ali Geylanî’nin darbelerinde olayları etkisizleştirilme de aynı yöntemler kullanılmıştır.
Batılı güçlerin bu bölgedeki azınlıkların kullanmaları farklı aşamalarda gelişir: Gruplar arasındaki sosyal farklılaşmaların aşırı derecelere ulaştırılmasından başlar ve değişik uygulamalar yapılarak, toplumsal gruplar, birlikte yaşama aşmasından birbirinden uzaklaşma/çekinme aşmasına getirilir. Mesela; Ortadoğu’da Şii azınlıklar, Sünni çoğunluklar ile bir arada yaşamaktayken; başlangıçta Şii azınlıklar, Sünni çoğunluklardan uzak durmaya başladılar. İkinci aşamada toplumun diğer kısımlarından kendilerini ayırdılar. Bu da zamanla Şii grupların diğerlerine karşı saldırgan bir tavır takınmalarına sebep olmuştur.
Bu farklılaşma, diğer gruplar ile bir arada yaşayamama ve ayrımcılık, devlet ekonomisine paralel yeni bir ekonomi yarattığından, kaçakçılık, karaborsa ve kaçak ve yasak malların pazarlara akması sorunlarını da beraberinde getirmektedir.
Çatışmanın Kaynakları
Diğer taraftan iktidarlar, düzenlerini mezhep ve mezhepçiliğe bağlamaları, mutlak çoğunluğun öne çıkarılması ve azınlıkların haklardan mahrumiyeti, mağduriyet ve buna bağlı intikam alma duygusunu çağrıştırma sorununu karşımıza çıkarmaktadır. Mesela, Medine Bukay’ (Cennetülbaki) kabristanındaki Hz. Fatima’nın mezarı ve Şiilerce önemsenen diğer mezarların durumu, Osmanlılardan sonra Şiiler için hassas ve önemi haiz konular haline gelmiştir. Nitekim özellikle hac mevsiminde bu mesele Şiiler tarafından hep canlı tutulmaktadır. Onların bu mezarlara ulaşamamaları, ve Sünniliği (esasında Vehhabiliği) temsil eden bölge yönetimi onları ziyaretten mahrum bırakması hedef kitleyi kutuplaştırmakta veya onları iç çatışmalara sürüklemektedir.
Bu bağlamda Hz. Hüseyin’in ölümü ve Aşura hadisesi yıldönümlerinde büyük kalabalıkları bir araya getiren matem merasimleri, farklı inançlardaki insanlar arasında tartışmalı konuların derinleştirilmesi için kullanılırken, bu merasimlerde yapılan ritüeller provokasyona sebep olmakta ve Sünnilere meydan okumayı da temsil etmektedir. Maalesef bu tür törenlerde yapılan kışkırtmaları ortadan kaldırmak için de Şiilerce hiç bir eleştiri veya reform girişimi yapılmamaktadır.
Devletdışı Aktörlerin Önem Kazanması
Netice olarak, Yemen, Irak ve Suriye gibi ülkelerde Şii grupların koruyucusu olarak Lübnan’daki Hizbullah modeli gibi devlet dışı aktörleri öne çıkarmaktadır. Dolayısıyla bugün, Orta Doğu’daki açık coğrafi bölgeler, sadece savaş veya doğrudan askeri çatışma alanı olarak değil, aynı zamanda dünyadaki Şiiler için bir eğitim, lojistik, askeri ve entelektüel sığınak olarak kullanılmaktadır. Bugün Necef’teki dinî merce başta olmak üzere diğer Şii kurumların finansal desteğinde yapılan organizasyonlar, eğitim, kültür, sosyal ve din alanlarında devlet kurumlarına alternatif oluşturmuştur.
Amerika 2003 yılında Irak’ı işgal ederken gelenekçi Necef Şiilerini taklit edenler ile Kum müçtehitlerini taklit eden Şiiler arasında bir bölünme yaşanmasını planlamıştı. Ancak Amerikan’ın bu planı başarısız oldu. Çünkü Şii iktidar merkezlerinin çokluğu, Şiilerin yararınadır. Şiilerin merkezi kontrol karşısında Şii Milis güçleri devreye girebilmektedir.
Böylece Ortadoğu’daki müşterek topraklar üzerindeki fiili güç dengesi belirleyici unsur olmaktadır. Şii Milislerin kendi kontrolü altında olmayan toprak ve mülklere karşı düzenlediği silahlı saldırılara karşı, Şii çıkarları, finans merkezleri ve önderliğinin bulunduğu Kerbela ve Necef’teki türbe kentleri doğrudan hedef alınmalı fikrini doğurmuştur. Bu siyaset, 1920’lerden itibaren kabul gören bir anlayıştır.
Şiiler ve Diğerleri
Şii Milis güçlerinin Ortadoğu’daki devletler üzerindeki etkileri farklı boyut ve biçimlerde oluşmaktadır. Örneğin Türkiye’ye etkisine bakacak olursak şunu görürüz: Türkiye- İran arasındaki ilişkiler stratejik olmasa da, Ankara ile Tehran arasında sıcak bir bahar yaşanmaktadır. Türkiye İran’ın Suriye’ ve Irak’taki kimi kazanımlarını kabul etmiş görünürken; iki ülke ortak bir şekilde, radikal Kürtlere ve DAEŞ’e karşı savaşmaktadır.
Bu konuda, Türkiye’nin pragmatizmi, Bağdat’taki Şii hareketin liderleriyle ilişki kurabilen bir büyükelçi atanmasında görülebilir. Türkiye büyükelçisi, bugüne kadar Şiiler tarafından Türkiye’ye karşı Şii motivasyonlara dayalı bir tavrın olmamasından yararlanarak, onlarla iyi bir ilişki kurup, Türkiye’nin kültürel, sosyal ve ekonomik çıkarlarını koruyabilmektedir.
Diğer taraftan Irak Şiileri ve Türkiye arasında yaşanan sorunlar şu ana kadar sadece ekonomik boyutta olmuştur. Bu sorunların en önemlisi, iki yıl önce Bağdat’ta kaçırılan Türk işçilerinin serbest bırakılması için fidye istenmesi olayıdır. Oysa kaçırılan Katarlıların serbest bırakılması için siyasi taleplerde bulunulmuştur. Ancak -tahminimize göre- ilişkilerdeki bu sükunet uzun sürmeyecektir. Özellikle yeni bir sorun çıkarsa. Nitekim önümüzdeki yaz Türkiye, Irak’a akan Dicle Nehri’nin sularını azalttığında, Irak’ın güneyindeki nehirler zayıflayınca, Şii Milislerin buna tepki göstermeyeceği gafletine düşülmemelidir.
Şiilerin Ürdün ile sorunları ise, Zerka ve Irbıt gibi fakir bölgelerdeki selefi cihatçıların faaliyetlerine karşılık; bunları durdurma konusunda Şii sermayedarların varlık gösterme çabasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca Filistin’e coğrafi yakınlığı nedeniyle Ürdün’ün, Şii Milislerin nüfuz arayışında -Suriye, Irak veya Yemen’den farklı bir şekilde- jeopolitik bir hedef olma ihtimali yüksektir. Anbar ve Musul örneğinde olduğu gibi Sünni şehirlerin yok edilmesi teşebbüsleri, Ürdün’de uygulamaya konulmaya daha yakın gözükmektedir. Ürdün, kaynaklar açısından fakir bir ülkedir. Şii Milisler bunu Gazze örneğinde olduğu gibi kolayca istismar edecektir. Zira İran, Gazze’deki ekonomik durumdan hoşnutsuzluğu ifade eden sokak sloganlarını destekleyerek, kontrollü bir kaosun ortaya çıkmasını sağlayabilmektedir.
Şiilerin Suudi Arabistan üzerindeki etkisine gelince; Şii Milisleri ve Suudi Arabistan Arasında dini, ekonomik, siyasi ve askeri çatışmalar için pek çok neden bulunmaktadır. Burada temel soru çatışmanın nerede ve ne zaman çıkacağıdır? Suudi Arabistan, Şiilerle ilişkisinde Türkiye modelini uygulayamaz, çünkü Suudi Arabistan İran’a pragmatist olarak yaklaşmaya çalışsa bile, dini faktörler, Şiilerin Suudi Arabistan ile barışçı ve normal ilişkiler kurmasına izin vermez. Bugün, Suudi Arabistan, Bağdat hükümetiyle ilişkisinde pragmatist yaklaşımlar benimsemektedir. Ancak burada temel soru, krallığın bunu başarıp başarmayacağı değil, Şii Milislerin ulusal çıkarlar uğruna inançlarından vazgeçip vazgeçmeyecekleridir? Güç dengeleri ve krallığın iç gücü, bu ilişkinin devam etmesinin tek garantisidir. Bir çatışma durumuna geçilirse, Suudilerin önemseyecekleri nokta, çatışma sahasının neresi olacağıdır. Belki de, atebat (türbelerin olduğu) kentler; Kerbela ve Necef yakınındaki geleneksel Şii nüfuz alanları, iki taraf arasında nüfuz rekabetinin yaşanması için en uygun bölgeler olacaktır. Bu durum, Suudi Arabistan’ın muhtemel çatışmayı, bir Şii-Şii çatışması haline dönüştürmesi ve Şiiler arasında, güç, para ve kontrolü paylaşma mücadelesi çıkarmak, Suudi karar vericilerin önceliği olacağı anlamına gelmektedir.
Suudilerin ve Ortadoğu ülkelerinin anlaması gereken tarihi bir gerçek daha vardır: Milletler, tehlike anında kendilerini savunmaya çalıştıkları zaman kaybederler.. Ancak etrafındaki çatışmalardan istifade eden, ve onları kontrol eden milletler ayakta kalabilir ve galip gelebilir.