Suriye konusunda geliştirilen Türkiye-Rusya iş birliği, özellikle İran’ın da dâhil olduğu Astana süreci çerçevesinde bir ağırlık merkezi haline gelerek, Türkiye ve Rusya’nın Suriye’nin toprak bütünlüğü ve barışı konusundaki politikalarında bir uzlaşma noktasının sağlanmış olduğunu yansıtan bir görüntü ortaya koymaktadır. Bu çerçevede 2016’dan beri yapılan bir dizi görüşme ve anlaşmalara rağmen Suriye’de devam eden savaşın durmasına yönelik bir gelişme kaydedilmezken diğer taraftan bu diplomatik iş birliği her iki taraf için de önemli fırsatlar sunmuştur. Türkiye cephesinden bakıldığında, Türkiye’nin Rusya ile sürdürdüğü bu diplomasi dış politikada iki önemli ana noktada elini güçlendirmiştir. Birincisi Türkiye, uluslararası vekâlet savaşlarının odağına dönen Suriye meselesinin doğal ve belirleyici aktörlerinden biri olması gerektiği gerçeğine, Rusya’nın tanımasına dayalı olarak de facto meşruiyet kazandırmış ve Cenevre sürecinde aktif rol oynamıştır. Diğer taraftan Türkiye’nin Suriye ile sınır güvenliği konusunda, bölgedeki ABD desteğindeki YPG gibi terör örgütlerine karşı başlattığı mücadelede Rusya’yı da yanına çekmeyi başararak elini güçlendirmiş ve hedefini önemli ölçüde gerçekleştirmiştir. Rusya cephesinden bakıldığında ise Suriye’de rejimin gerçekleştirdiği katliamların arkasındaki yegâne siyasi ve askeri güç olmasına rağmen, Türkiye ile giriştiği bu diplomatik iş birliği çerçevesinde adeta kuzu postuna bürünerek, Türkiye’nin yürüttüğü insani temelli yaklaşımın bir ortağı olarak görünmeyi başarmıştır. Rusya’nın görünürdeki Türkiye politikalarını destekler yaklaşımı, ona bölgede istikrarsızlığın sorumlusu olarak görülen ve bölgeyi terk etme niyetini belirten Amerika’ya karşı avantaj kazandırarak, özellikle bölgesel politikaları ile tartışmalı bir profil çizen Trump’a karşı Başkan Putin’e daha “makul” bir profil sergilemesi avantajını sağlamaktadır. Bu noktada Rusya hem bölgesel imajını düzeltirken aynı zamanda ABD’nin bıraktığı boşlukları dolduran güç olarak nüfuzunu tesis etmektedir. Bu işbirliği diplomasisinin Türkiye ve Rusya arasındaki güvenlik, enerji ve ekonomik alanlardaki ilişkilerine önemli yansımaları olmuş olması iki taraf için de çok önemli olmakla birlikte buradaki analizin kapsamı dışındadır.
Türkiye kendi sınır güvenliği meselesi doğrultusunda Suriye’de gerçekleştirdiği askeri harekâtlara ilaveten, Suriye’de rejimin ateş altında tuttuğu yerlerde ateşkes sağlanması politikasını, gerek insani kaygılarla gerekse Türkiye’ye yönelmiş olan göç artışını durdurma yaklaşımları temelinde ısrarla sürdürmektedir. Bu noktada, Türkiye liderleri Rusya liderleri ile defalarca masaya oturmuş ve yapılan görüşmelerde diplomatik kazanç sağlamıştır. Masada kazanılan bu diplomatik kazancın sahaya yansımadığı, ateşkesin sağlansa bile kalıcı olmadığı son yıllarda açıkça müşahede edilmektedir. Rusya Suriye politikasını değiştirmeye yanaşmazken Türkiye ile Suriye üzerinde uzlaşma yönünde görüşmeler yapmaya devam etmektedir. Bu durum Rus diplomasisinin soğukkanlılıkla yürüttüğü denge ve yatıştırma (appeasement) politikalarına dikkat çekmektedir. Denge politikası ile Putin liderliğindeki Rusya’nın bölgedeki ABD merkezli batı güç ilişkileri ile çatışmaya girmekten imtina ederek bir denge politikası çerçevesinde bölgesel nüfuzunu sürdürme eğiliminde olduğu görülmektedir. Rusya bölgesel politikalarında batı ile uyumlu bir duruş sergilerken diğer taraftan çeşitli bölge aktörlerine, ABD’ye alternatif bir güç pozisyonunda el uzatmakta ve alternatif işbirlikleri geliştirmektedir. Rusya’nın Suriye dâhil bölgesel çatışma alanlarında ABD ile çıkar çatışması içindeymiş algısına rağmen aslında bir çıkar uyumu sağladığı birçok meselede ortaya çıkmaktadır. Buna örnek olarak geçtiğimiz aylarda Türkiye ile yaptığı Soçi Mutabakatına kadar olan dönemde ABD’nin bölgedeki Kürt unsurları ve terör yapılanmalarını başta Türkiye olmak üzere diğer bölge aktörleri aleyhine destekleme politikasını Rusya’nın da benimsemiş olmasıdır. Ayrıca Soçi kapsamında Türkiye’nin bölgeyi terörden temizleme girişimini onaylamış olması ABD’nin de bunu onaylamasının paralelinde gelişmiştir. Başkan Trump’ın seçilmesi aşamasından itibaren Putin ve Trump arasında geçerli olan örtülü ittifak bu iddiayı desteklemektedir.
Rusya’nın yatıştırma politikası ise Türkiye ile olan ilişkilerini en iyi şekilde ifade eden bir politikadır. Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel statükoyu zorlayan politika yaklaşımlarına ve taleplerine karşı Rusya’nın Türkiye ile açık tuttuğu diplomasi kanallarını devreye sokarak, Türkiye’yi yatıştırma girişiminde bulunması bir temayül haline gelmektedir. Mesela Türkiye’nin ısrarı sonucu Türkiye ile İdlib’te ateşkes sağlanması konusunda masaya oturmuş olmasına rağmen İdlib’te rejimin sivil halkı hedef alan bombardımanı tüm hızıyla devam etmektedir. Burada Esed rejiminin Rusya’ya rağmen saldırılarını sürdürüyor olması ihtimali pek de rasyonel olmadığı için, rejimin Rus desteği ile saldırılarına devam ettiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bununla birlikte Rusya Türkiye ile yaptığı görüşmeler ve anlaşmalar çerçevesinde ateşkes yanlısı göstermelik bir yaklaşım sergilemiş olmakta ve bunun avantajlarını kullanmaktadır.
Rusya’nın bu denge ve yatıştırma politikaları temelinde sürdürdüğü bölge politikalarına önemli örneklerden biri de henüz Berlin Zirvesi ile uluslararası düzeyde ele alınan Libya meselesi olmuştur. Libya çatışmasının iki tarafını oluşturan yasal sivil hükümet ve darbeci General Haftar’la birlikte bu iki tarafı destekleyen aktörler meselenin taraflarını oluşturmaktadır. ABD-İsrail merkezli olarak oluşturulan bölgesel statükonun önemli bir uzantısı noktası olan Libya’da statüko güçleri, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Mısır ve ayrıca Fransa darbeci Haftar’ı desteklemektedirler. Buna karşı zirvede yasal ve sivil hükümeti açıkça destekleyen tek ülke olan Türkiye yer almaktadır. Türkiye ile aynı politikayı benimseyen Katar ise Zirveye dâhil edilmemiştir. Rusya’nın Libya görüşmelerinde Türkiye ile mutabakatını ön planda tutmasına rağmen, bu mutabakat ateşkesi sağlamak konusu ile sınırlıdır, Libya’nın sivil hükümetine destek tarafında yer almamıştır. Diğer tarafta ev sahibi Almanya ve İngiltere gibi Avrupa ülkeleri bu zirvede güvenlik ve göç gibi kaygılara dayalı olarak ateşkesin sağlanmasına yönelik tarafsız bir pozisyonda olmuşlardır. Zirveye katılmamasına rağmen Yunanistan, Akdeniz’de İsrail eksenli oluşturulan güçler dengesinin bir parçası olarak, Libya’da darbeyi destekleme ve Türkiye’nin Libya’da ki varlığına karşı çıkma konusunda sesini yükseltmektedir. AB ve ABD başta olmak üzere uluslararası toplum 2013’te Mısır’da askeri darbeyi destekledikleri gibi, yine Körfez’in petro-dolar desteğiyle güç kazanan darbeci Haftar’a karşı bir duruş sergilemekten uzak durmuşlardır. Berlin Zirvesinde sağlanan ateşkes başarısı aslında Türkiye ve Rusya ittifakının yoğun girişimlerinin önemli etkisini ortaya koymuştur. Bununla birlikte Rusya’nın Türkiye ile aynı tarafta yer almamış olmasına rağmen Türkiye’ye yakın bir duruş sergilemesi bahsettiğimiz dengeleme ve yatıştırma politikalarının önemli bir yansıması olmuştur. Ateşkes anlaşması için Rusya’ya Putin’le görüşmeye giden General Haftar, bu görüşmenin akabinde anlaşmadan vazgeçtiğini açıklamış olması, Putin’in Haftar’ı Libya’da gücü temsil eden taraf olarak görmesi ve bu güce karşı mücadele etmesinin çıkarlarının bir gereği olarak görmemesi olarak yorumlanabilir. Zirve sırasında ve sonrasında, alınan ateşkes kararına rağmen Haftar’ın Libya’daki saldırılarını yoğunlaştırmış olması arkasındaki çoğunluk desteğinin güvencesi ile hareket ettiğine işaret etmektedir. Putin, Türkiye’nin Libya politikasındaki kaygılarını yatıştırmak ve Libya’da ileri gitmesini önlemek üzere Türkiye ile birlikte hareket ediyor görüntüsü vermiş ve aynı zamanda uluslararası dengeleri koruma siyaseti gütmüştür. Libya’da Türkiye destekli bir hükümet ile istikrarın sağlanması aynı zamanda Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de siyasi, enerji ve ekonomik alanlarda etkinlik kazanacağı anlamına gelmektedir ki bu da İsrail merkezli olarak belirlenen bölgesel güç dengeleri tarafından engellenmek istenmektedir. Bu noktada Rusya dengeleme ve yatıştırma politikaları ekseninde Türkiye ile ittifakı üzerinden yürüttüğü bu soğukkanlı diplomasi manevralarının meyvelerini bölgesel nüfuz ve etkinliğini sağlamlaştırma ve bölgesel çatışmalara yönelik “barışçı” bir rol devşirme şeklinde toplamaktadır.