Yeni Trump yönetiminin Ortadoğu’ya yönelik politikaları, küresel ve bölgesel dinamiklerin birleştiği bir zemin üzerinde şekillenecektir. Bu çerçevede, Amerika’nın çıkarlarını korumak, bölgesel güvenliği sağlamak ve Çin ile Rusya’nın bölgedeki etkilerini sınırlamak, yönetimin temel stratejik hedeflerini oluşturacaktır. Ayrıca, İsrail’in Arap ülkelerine karşı daha güçlü bir konumda olması sağlanacak, İran’ın bölgedeki etkisi zayıflatılacak ve yeni sınırlar oluşturulması gibi yerel hedeflerin gerçekleştirilmesi de öncelikli hedefler arasında yer alacaktır.

Trump yönetiminin bölge konusunda kuşkusuz en önemli önceliği, İsrail’in korunması ve bu rejimle stratejik iş birliğinin geliştirilmesi olacaktır. Önceki dönemde Trump, İsrail ile olan yakın ilişkileri pekiştirmiş ve “İbrahim Anlaşmaları” adıyla yürütülen süreç boyunca İsrail’in güvenliğini garanti edecek bir Arap-İsrail yakınlaşmasına öncülük etmişti. Yeni yönetim de bu sürece kaldığı yerden devam edecek ve İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşmeyi ilerletmek için yeni diplomatik çabalara yoğunlaşacaktır. Bunun uzantısı olarak yeni sürecin Filistinliler için umut verici olduğunu söylemek mümkün görünmemektedir.

Aslında Aksa Tufanına giden süreci hazırlayan en önemli dinamiklerden biri Trump yönetiminin İsrail yanlısı adımları ve yeni Ortadoğu düzeni kurma çabaları olmuştu. Bu yeni düzene meydan okuyan Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde düzenlemiş olduğu ilk hamlenin stratejik uzun vadeli hedefi, Filistin davası aleyhine kurulan bu yeni Ortadoğu düzenini başlamadan bitirmekti.  Hamas, kendi gücünü büyük oranda yitirme ve on binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesi pahasına Amerika’nın bölgesel planlarını alt üst etmeyi başarmıştır. Ancak Trump’ın yeniden iktidara gelmesi, bu anlamda Filistin meselesinde her şeyin yeniden başa sarması anlamına gelebilir.

Trump’ın öncelikli hedefi, merkezde Amerikan çıkarları ve İsrail güvenliğinin bulunduğu yeni bir Ortadoğu düzeni oluşturmak olacaktır. Bu bağlamda, nasıl ki, İbrahim Anlaşmaları ile birlikte İsrail karşıtı birçok ülke “Filistin karşıtı” hale getirilmişse, yeni dönemde de Suriye ve İran (ve hatta Türkiye) gibi yeni düzene direnç noktalarının hedef alınacağı farklı baskı süreçleri yaşanacaktır.

Ortadoğu politikaları bağlamında Trump yönetiminin bir diğer önceliği, İran ile nükleer müzakereler ve Tahran yönetimi üzerindeki baskıların artırılması olacaktır. Trump yönetimindeki ABD’nin 2018’de bu nükleer anlaşmadan çekilmesi ardından İran’a yönelik yaptırımlar ve baskılar devam etmişti. Yeni Trump yönetiminin, bu konuda geçmişteki siyasetini devam ettirmesi neredeyse garanti görünmektedir. ABD, yeni dönemde de İran’a karşı daha sert bir tutum sergileyecek ve nükleer anlaşma görüşmeleri yerine daha güçlü ekonomik ve askeri baskılar uygulayabilecektir. Ayrıca, İran’ın bölgesel etkisini sınırlamak için yukarıda bahsi geçen İsrail-Körfez yakınlaşmasını daha fazla teşvik edecek, Suriye’nin bölünmesi sürecini hızlandıracak ve İran müttefiki diğer ülkelerin geriletilmesi için gerekirse bölgesel yeni savaşları teşvik edecektir.

Körfez ülkeleri ile ilişkiler söz konusu olduğunda iş adamı kimliği daha baskın çıkan Trump, ihtiyaç duyması halinde Suudi Arabistan başta olmak üzere, Körfez ile olan ilişkilerini bu bölgesel hesaplaşma politikalarında istihdam etmeye çalışacaktır. Suudi Arabistan, İran’a karşı stratejik bir denge unsuru olarak yeniden öne çıkarılırken, Suudi Arabistan’la silah ticareti, ekonomik iş birlikleri ve bölgesel güvenlik konuları yine öncelikli konular arasında olacaktır. Ayrıca, Yemen’deki çatışma ve Suudi Arabistan’ın bu çatışmalardaki rolü, yeni Trump yönetimi için bir başka önemli başlık olacağı için bu ülkedeki istikrarsızlığın daha da artması kaçınılmaz görünmektedir.

Bölgesel dinamiklerin yanı sıra, Çin ve Rusya’nın Ortadoğu’daki artan etkisi, Trump yönetiminin dikkatle izleyeceği bir diğer faktör olacaktır. Çin’in ekonomik ilişkiler kurması ve Rusya’nın askeri varlığını artırması, ABD’nin bölgedeki stratejik çıkarlarına tehdit olarak görüldüğünden yeni Trump yönetimi, bu iki ülkenin Ortadoğu’daki nüfuzunu sınırlamak için diplomatik ve askeri çabalarını yoğunlaştırabilir. Bu çerçevede Rusya’nın başta Suriye olmak üzere bölgedeki stratejik mevzilerinden bazı geri adımlar atması karşılığında Ukrayna savaşı konusunda Avrupa’nın yalnız bırakılması gündeme gelebilir.

Trump yönetimi, Suriye’deki Rusya’nın ve onun müttefiki Esed rejiminin etkisini sınırlamak amacıyla, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adıyla faaliyet gösteren PKK’nın Suriye kolu durumundaki YPG’yi destekleme siyasetini sürdürecektir. Bu anlamda önümüzdeki dönemde sıklıkla Türkiye’yi rahatsız edecek yeni hamlelerin gelmesi sürpriz olmayacaktır. Burada temel hedef, Suriye’deki PKK güçlerine bir devlet kurdurmaktan daha çok, İsrail’in güvenliğini garanti altına alacak şekilde Suriye’deki kontrollü kaosun sürdürülmesi ve Rusya’nın stratejik dikkatinin bir bölümünün bu bölgede yorulması olacaktır.

Trump yönetimi, Rusya’nın bölgedeki etkisini azaltmak için enerji alanında da stratejik adımlar atacaktır. Bir önceki görev döneminde Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri ile yakın ilişkiler, ABD’nin enerji üretimini artırmasına olanak tanımış, küresel petrol piyasasında fiyatları etkileyerek Rusya’nın enerji gelirlerini sınırlamayı kısmen başarmıştı. Trump, tıpkı geçmişteki gibi OPEC+ anlaşmalarına karşı çıkarak, özellikle Rusya’nın OPEC ülkeleriyle yaptığı petrol üretim anlaşmalarını sekteye uğratma politikasına devam edecektir.

Trump’ın 2019’da Suriye’den ABD askerlerini çekme kararı, kısa vadeli olarak Rusya’nın lehine bir gelişme olarak görülebilir. Çünkü bu, Esed rejiminin ve onun müttefiklerinin sahada daha fazla kontrol elde etmelerini sağlamış oldu. Ancak Trump, bu çekilme kararını, bölgedeki Amerikan etkisini sınırlamak için değil, daha çok askeri angajmanı azaltmak amacıyla almıştı. ABD’nin asker çekmesi, Suriye’de tüm kontrolü Rusya veya diğer bölgesel güçlere bırakacağı anlamına gelmediği gibi, tersine, PYD’yi daha fazla cepheye sürerek asimetrik savaş sayesinde Rusya ve Türkiye’yi daha fazla yıpratacağı bir süreci hazırlayacaktır.

Trump yönetimi, sadece Rusya’ya değil, aynı zamanda bölgesel politikalarda etkisi her geçen gün biraz daha artıyor görünen Çin’e karşı da bir dengeleme siyaseti kurgulamak durumundadır. 2017-2021 yılları arasında, Ortadoğu’da Çin’in yükselen etkisini dengelemek için çeşitli stratejiler izlemiş, bu stratejiler genellikle Çin’in ekonomik, diplomatik ve askeri varlığını sınırlamaya yönelik gelişmişti. Çin, özellikle Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında bölgedeki altyapı projeleri ve enerji yatırımları ile etki kazanmaya çalışırken, Trump yönetimi de Ortadoğu’daki güçlü müttefikleriyle bu durumu dengelemek için bir dizi adım atmıştır.

Bu bağlamda, 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıması, Çin’in Ortadoğu’daki etkisini sınırlamayı amaçlayan adımlardan biri olarak gelmiştir. Çünkü, o dönemde Obama döneminde istediği almayan fanatik İsrail hükümetlerinin Çin ile yakınlaşma çabalarını baltalayacak önemli bir jeste ihtiyaç duyan Trump yönetimi, Kudüs kartı ile Siyonistleri yeniden kendi hizasına çekmiş oldu.

Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, Orta Doğu’da enerji ve altyapı projeleriyle güçlü bir ekonomik etki kurmayı hedeflemektedir. Trump yönetimi, bu projelere karşı çeşitli ekonomik ve diplomatik karşı adımlar atmıştı. Örneğin, Çin’in Irak ve Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki altyapı yatırımlarına karşı ABD, kimi zaman farklı ekonomik yardım paketleri ve kredi anlaşmaları sunmuş kimi zaman da bu ülkeleri açıkta tehdit etmekten kaçınmamıştı. Riyad’daki yöneticilerin kendileri sayesinde iktidarda olduğunu söyleyen Trump, Suudi kralına ayar vermiş ve ABD, özellikle Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Mısır ile savunma anlaşmalarını derinleştirerek Çin’in bölgedeki güvenlik etkileşimini sınırlamaya çalışmıştı. Yeni dönemde bu siyasetin sürmesi büyük bir ihtimal olarak görülmelidir. Zira, Trump yönetiminin önümüzdeki döneme ilişkin en önemli küresel rakibi Çin olarak belirlenmiş durumdadır.

Çin’in 5G teknolojisi ve dijital etkisine karşı mücadelede Trump yönetimi, Çin’in Ortadoğu’daki bilgi akışını ve nüfuzunu genişletmesini engelleme siyasetini daha da şiddetli hale getirecektir. Huawei gibi Çinli teknoloji devlerinin Ortadoğu’da 5G altyapısını inşa etmesine karşı çıkmak, Trump yönetiminin stratejilerinden biriydi. ABD, bu bağlamda bölgedeki müttefiklerine, Çinli şirketlerin güvenlik riskleri taşıdığı konusunda uyarıların yanı sıra, kendi teknolojisini pazarlamak için de önemli bir fırsat olarak kullanacaktır. Teknolojik kavganın yanı sıra, Trump yönetimi, Çin’in Ortadoğu’daki ekonomik nüfuzunu dengelemek amacıyla, bölgedeki ülkelerle serbest ticaret anlaşmaları ve diğer ekonomik iş birliklerini daha da artıracaktır.

Bir önceki Trump yönetimi, Ortadoğu’daki Çin etkisini dengelemek için hem doğrudan ekonomik, diplomatik ve askeri stratejiler geliştirmiş, hem de Çin’in bölgedeki projelerine karşı karşıt adımlar atarak müttefiklerini bu konuda yönlendirmeye çalışmıştı. Ancak, Çin’in bölgedeki etkisi giderek artmış ve Trump’ın izlediği politikalar istediği sonucu vermemişti. Yarım kalan bu işi yeni döneminde tamamlamak üzere adım atması kaçınılmaz görünen Trump yönetiminin Ortadoğu ile ilgili mesaisinin önemli bir bölümünü bölgedeki Rusya-Çin ekseni ve bu eksenin sahadaki yansımaları oluşturacaktır.

Türkiye ile ilişkiler, ABD-Ortadoğu bağlamının ötesinde Türkiye-NATO ilişkilerini de ilgilendiren oldukça hassas bir çizgide ilerlemektedir. Trump’ın dış politikada genellikle kişisel ilişkiler ve pragmatik yaklaşım benimsemesi, Türkiye ile sorunların çözülmesine olanak tanımıştı. Ancak, Türkiye-ABD ilişkileri, sadece Trump’ın kişisel tercihlerine değil, aynı zamanda stratejik, diplomatik ve bölgesel dinamiklere bağlı olarak şekillenecektir.

Trump’ın önceki döneminde, Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemleri, en büyük gerilim alanlarından biri olmuştu. Trump, bu konuda bazı ödünler verse de Kongre’nin baskısı ve NATO içindeki diğer müttefiklerin endişeleri, yeni bir dönemde bu sorunun yeniden ortaya çıkmasına yol açacaktır.

Yeni Trump yönetimi, İsrail’in güvenliği için Suriye’deki kaosun devam etmesi ve daha önemlisi Rusya’nın bölgedeki askeri gücünün yıpratılması uğruna PKK/YPG desteğini sürdüreceği için, bu konuda Türkiye’nin endişelerini büyük oranda duymazdan gelecektir. Bu durum, NATO müttefiki bir ülkenin tümüyle istikrarsızlaştırılması boyutuna getirilmeyecek, Türkiye’nin bölgeye yönelik askeri operasyonlarına sınırlı destek verilerek, hükümetin ve toplumun sakinleştirilmesine yönelik politikalar da eş zamanlı olarak işleyecektir.

Trump’ın, İran’a karşı sert yaptırımların devam etmesi ve Türkiye’nin bu yaptırımlara uymama veya İran ile ticareti sürdürme çabaları ilişkilerde bir gerilim kaynağı olabilir. İran’a uygulanan ekonomik yaptırımlar, Türkiye’nin İran ile olan ticaretini zora sokmuş ve Türkiye’nin ciddi bir maddi kaybı olmuştu. Trump politikalarının Türkiye’nin bölgesel çıkarları ve enerji ihtiyaçları ile daha uyumlu bir hale gelmesi beklenmiyor. Üstelik İran’a karşı daha sert bir tutum, Türkiye-ABD arasındaki ticari ve stratejik ilişkilere zarar verebilecek yeni kriz alanları dahi yaratabilir.

Trump’ın ikinci döneminde, Türkiye’nin içindeki demokrasi, basın özgürlüğü ve insan hakları gibi konularda yeni gerilimler kaçınılmaz hale gelebilir. Ancak Trump, geçmiş dönemde olduğu gibi Türkiye’yi eleştirirken, bu sorunları çoğunlukla diplomatik yollarla çözmeye çalışacaktır.

Trump yönetimi, ticaret savaşları ve gümrük tarifeleri konusunda daha agresif bir yaklaşım benimsemişti. Türkiye ile ABD arasındaki ticaret ilişkileri, zaman zaman bu gerginliklerden etkilenmişti. Özellikle çelik ve alüminyum ithalatı gibi konularda Trump’ın Türkiye’ye karşı uyguladığı yüksek tarifeler, ilişkilerde gerilim yaratmıştı. Yeni dönemde iki ülke ilişkilerinin farklı unsurlarını dengelemek üzere bu ticari konular Amerikan yönetiminin elinde güçlü bir koz olarak durmaya devam edecektir.