3-4 Nisan’da Özbekistan’ın Semerkant şehrinde toplanan Birinci Orta Asya ve Avrupa Birliği zirvesinin sonucunda dikkate değer bir gelişme gerçekleşti. Özbekistan, Kazakistan ve Türkmenistan zirveye giden süreçte Güney Kıbrıs’a büyükelçi atamaları yaptılar. Zirve sonucunda yayınlanan bildiride de BM’nin KKTC’nin kuruluşunu kınayan kararlarına saygı duyulduğuna dair bir madde eklendi. Nihayet zirvede de AB tarafı, Orta Asya ülkelerine milyarlarca euroluk yatırım sözünü verdi. AB’nin genişleme ve çevre politikaları çerçevesinde yaptığı yardımların siyasi koşullu olduğu bilinen bir gerçek ve Orta Asya’ya taahhüt edilen yatırım paketinin de siyasi koşulunun Güney Kıbrıs’ın tanınması olduğu ortada.
Bu gelişme Türk devletleri arasındaki ortak dünya görüşü hedeflerine dair soru işaretlerini bir kere daha uyandırdı. Bu yazıdaki temel fikir, Türk devletleri arasındaki iş birliğinin siyasi ve teknik bir iş birliğinin ötesine taşınması gerekliliğidir. Türk dünyasında biz duygusu teşvik edilmeli ve nihai hedef Türk devletleri arasında bir uluslararası toplum fikri yaratabilmek olmalıdır. Bu, pragmatik ve stratejik değil duygusal ve vizyoner bir ihtiyaçtır.
Bir Aile Olarak Türk Dünyası
Türkiye içerisinde bazı muhalif grupların Türk dış politikasının başarısızlığı olarak görüp neredeyse mutlulukla karşıladığı KKTC ile ilgili yaşanan söz konusu gelişmelerin ardından sorulan soruya cevaben dış işleri bakanı Hakan Fidan “ailevi konuları kamuoyu önünde tartışmamayı tercih ediyoruz” ifadesini kullanmıştı. Aynı gruplar bu cevabı da müstehzi bir tavırla karşılamayı tercih ettiler. Ancak Türk dünyası için gereken tavır tam olarak da budur: bir aile bilinci yaratabilmek.
Modern diplomasinin vazgeçilmez unsuru olan uluslararası toplum kavramı da böylesi bir düşünce biçiminin sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Modern dünya düzenini ayakta tutan uluslararası toplum kavramı, yalnızca yazılı kurallara bağlılıkla istikrarın sağlanamayacağını bilen Avrupalı devletlerin; birbirine karşı sorumluluğu olan, birbirinin halinden anlayan, birbirinin eylem ve hareketlerine saygı duyan bir devletler ailesi kurma projesine işaret etmektedir. Buna göre modern uluslararası toplumun üyeleri, uluslararası siyaseti düzenleyen temel tutum ve davranışları aynı perspektifle algılarlar. Yani modern uluslararası toplumun üyeleri, diplomasi, egemenlik, hukuk, savaş gibi temel kavramlara aynı anlam dünyası içerisinden bakar. Ancak hakikat şudur ki, bugün modern uluslararası toplum dediğimiz bu yapı, esasında Avrupa uluslararası toplumunun dünyaya yayılma sürecidir. Yani 16 ve 17. yüzyıllardan itibaren Avrupalı devlet ve toplumların, kendi aralarında standartlaştırdıkları dünyayı algılama perspektifi ile yarattıkları aile bilincini dünyaya yayma süreçleri (kimi zaman barışçıl ama çoğunlukla vahşet ve sömürgecilikle) sonucu modern uluslararası toplum oluşmuştur.
Yukarıda bahsi geçen Avrupa-merkezli sürecin detayları ve eleştirisi bu yazının konusu değildir. Ancak burada vurgulanması gereken nokta bu durumun, yani uluslararası toplum algısının oluşturulmasının, yüzyıllara yayılan uzun süreçli bir proje olmasıdır. Bugün standart kabul ettiğimiz çoğu devlet davranışı (buna egemenlik, ulus devlet, demokrasi, diplomasi gibi pek çok kavram dahil), Avrupa toplumunun aile içi bir proje olarak üzerinde asırlarca çalışması sonucu oluşmuştur. Burada ifade etmek istediğimiz durum, bu projenin yok sayılması ya da yeniden yaratılması meselesi değildir. Ancak bilinenin aksine uluslararası toplumun ve onu ayakta tutan normların doğal birer durum değil, yüzyıllarca yıl çaba gerektiren bir “proje” olduğudur.
İşte Türk dünyasının ve Türk Devletleri Topluluğu’nun da böylesi bir aile bilincine ihtiyacı vardır. Türk dünyası, kendisini bir aile olarak görecek ve gösterecek anlam birliğini ve dünya görüşünü oluşturmak zorundadır. Yani Türk Dünyası’nın ihtiyacı olan adım, bir uluslararası toplum yaratabilme inisiyatifidir. Tabii ki bu zaten sıfırdan başlayacak bir süreç değildir. Bu uğurda tarihte şehit olan ve çalışan binlerce insanımız olduğu gibi, Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” sloganı da yüz yıl öteden bu yola ışık yakmaktadır.
Biz Duygusu İhtiyacı
Türk Dili Konuşan Ülkeler İş birliği Konseyi, 2021 yılında, bir dönüm noktası olan İstanbul Zirvesi’nde ismini “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak değiştirmişti. Bu durum, Türk dünyasının teşkilatlanması açısından önemli bir gelişmeydi. Türk Devletleri Teşkilatı’nın, bir çatı örgüt olarak uzun süreçte önemli bir boşluğu dolduracağı muhakkaktır. Ancak bu tip sistemsel adımların ötesinde, Türk devletleri ve toplumları arasında biz duygusunu arttıracak adımların geliştirilmesi gerekmektedir.
Tabii ki bunların en başında, Gaspıralı’nın da işaret ettiği gibi, dil meselesi gelmektedir. Dil yaşayan bir varlıktır ve ani müdahaleler ile dönüştürülmesi tabii ki kolay değildir. Ancak günümüz Türkiyesi’nde yaşayan bir gencin başka bir Türk devletinden bir gençle karşılaştığında bir çırpıda anlayabildiği ortak kelimelere bile şaşıracak durumda olması bu bilincin ne kadar eksik olduğunu ortaya koymaktadır. 2021 yılında İstanbul’daki Aksakalları zirvesinde başlayan Ortak Alfabe Komisyonu, 34 harflik Ortak Türk Alfabesi çalışmasını ortaya koymuştu. Bu açıkçası önemli bir gelişmedir ve bu gelişme mutlaka mevcut eserlerin bu ortak alfabe ile yeniden yayınlanma sürecini de teşvik etmelidir. TÜRKSOY, Türk Kültür ve Miras Vakfı, Uluslararası Türk Akademisi gibi hala Türkiye’de dahi tanınmayan kurum ve kuruluşların aktif bir şekilde gündemde tutulması elzemdir.
Bununla bağlantılı olarak biz duygusunu teşvik edecek en önemli unsurlardan birisi de popüler kültürdür. Şarkı, türkü, şiir, tiyatro ve eğlence temelli popüler kültür unsurları ile Türk dünyası arasındaki biz duygusu teşvik edilmelidir. Nevruz bayramı ve kutlamaları bu açıdan büyük bir potansiyele sahiptir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Mayıs ayında Macaristan’daki zirvede Nevruz’u “Türk dünyasının ortak anma ve kutlama günü olarak” teklif edeceğini ifade etmişti. Türk devletleri arasında ortak bir kutlama günü olması ve bu özel gün çerçevesinde teşvik edilecek popüler kültür değişimleri, pekiştirilmeye ihtiyaç duyulan biz duygusu açısından oldukça mühimdir. Modern İpek Yolu Ortak Turu ve Tabarruk Ziyareti gibi projeler bu ortak kutlamalar bağlamında yeniden gündeme getirilmelidir.
Biz duygusunu pekiştirmeye yönelik pek çok eylem ve öneri burada ifade edilebilir. Mesela Türkiye kamuoyunda Erasmus’un yarısı kadar bile bilinmeyen Orhun sürecinin teşviki gibi… Ancak bu yazının derdi bu değildir. Burada anlatılmak istenen, sistemsel birlik çalışmalarının ötesinde, Türk dünyasında bir aile anlayışı yaratacak “biz” duygusunun teşvik edilmesi gerekliliğidir.
Ortak Bir Dünya Görüşü
Bir uluslararası toplum algısı yaratabilmenin en önemli koşulunu ortak bir dünya görüşüne sahip olmak oluşturmaktadır. Bu ifade tüm detayları ile ortak bir dış politika stratejisine sahip olmak ile karıştırılmamalıdır. Temel hatları ile dünya siyasetine bakıldığında benzeri duygu ve düşüncelere sahip olma becerisi bunun için yeterlidir. Tabii ki günümüz Türk dünyasında bu ortak dünya görüşü algısının yaratılabildiğini söylemek mümkün değildir ancak mevcut potansiyeli reddetmek de yanlıştır. Yani, Avrupa uluslararası toplumunun üzerinde yüzyıllarca çalıştığı potansiyel esasında Türk dünyası açısından da mevcuttur.
Burada ortak vizyon geliştirme çabalarının önemine işaret etmek yerinde olacaktır. Türk dünyası içerisinde ortak vizyon geliştirme çabaları zaten hep varolagelmiştir. Kimi zaman türkülerde, kimi zaman şiirlerde, kimi zaman politik tahayyüllerde bu vizyona işaret eden ifadeler kendine yer bulmuştur. Fakat bu vizyonların, entelektüel bir idmanın ötesine geçmesi ve devletler arası ortak politika hedefleri şeklinde ortaya konulması gerekmektedir.
Bu çerçevede Türk Devletleri Teşkilatı tarafından 2021’de yayınlanan Türk Dünyası 2040 Vizyon belgesine dikkat çekmekte fayda vardır. Belgede güvenlik, kültürel işbirliği, ticaret, insani kalkınma, dijitalleşme, diaspora toplulukları, sağlık, gençlik gibi pek çok konuda hedefler ortaya konulmuştur. Kapsamı ve hedefleri açısından incelendiğinde Türk dünyasının böylesi bir belgeye sahip olması gerçekten önemlidir. Ancak esas mesele, mevcut uluslararası siyasetin gerektirdiği hedef ve stratejilerin ötesinde bir ortak dünya görüşü yaratabilmek ve buna dair vizyonu ortaya koyabilmektir. Örneğin, Türk devletleri mevcut uluslararası düzenin temel kavramları (egemenlik, ulus-devlet, diplomasi) hakkında ne düşünüyor ve farklı olarak ne düşünebilir? Türk devletleri, uluslararası örgütlerin reformuna ve revizyonuna dair ortak bir yaklaşıma sahip mi?
Burada detaylarda boğulmaya gerek yoktur ancak vermek istediğimiz ana düşünce, Türk dünyasının vizyon çalışmalarının yalnızca bir hedef listesinden ibaret olmaması, uluslararası düzenin işleyişine dair olumlu ve olumsuz görüşlerde ortak bir görüş ve kavram birliği yaratabilmesi gerekliliğidir. Temel hedeflerin ortaya konulduğu 2040 vizyonu dışında, bu minvalde metin ve belgeler üzerinde de mutlaka çalışılmalıdır.
***
Hülasa, Türk dünyası bir uluslararası toplum yaratabilmek için gerekli potansiyele ve teknik donanıma sahiptir. Türk dünyasına yönelik çalışmalar doğal bir sürecin parçası gibi değil, asırlar sürebilecek bir proje olarak sahiplenilmelidir. Türk dünyası fikrinin, Asya ile Avrupa arasında bir köprü oluşturmak, AB’ye ve BRICS’e alternatif oluşturmak gibi pragmatik, stratejik ve jeopolitik sebeplerle rasyonelleştirilmeye ihtiyacı yoktur. Bir Türk uluslararası toplumu fikri, üzerinde uzun süreçli bir şekilde çalışılması gereken vizyoner ve duygusal bir ihtiyaçtır.