Türkiye-Afrika ilişkileri bilindiği gibi 2005 yılından sonra Afrika’ya Açılım politikası çerçevesinde Türk Hükümeti’nin siyasi alanda büyükelçiliklerin açılması ve yüksek düzey ziyaretlerin tertiplenmesi, ekonomik alanda ise yatırımlar ve ticari antlaşmaların imzalanmasıyla hız kazanmaya başlamıştır. Türkiye bu tarihten itibaren önceki dönemlerden farklı olarak XXI. yüzyılda birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin dış ilişkilerde tercih ettiği yumuşak güç politikasına başvurmuştur. Yumuşak güç kavramını ilk kez kullanan Joseph Nye’ın ifade ettiği gibi, bir ülkenin dünya siyasetinde istediği sonuçlar doğrultusunda, onun değerlerine hayran olan, onu örnek alan, refah seviyesine ve fırsatlarına özenen ülkelerin kendisini izlemesini sağlayan bir güçtür. Yumuşak güç uygulamasında ülkeler kamu diplomasisi, kültürel diplomasisi ve insani diplomasisini izlemektedir. Türkiye son yıllarda, Afrika’ya açılım politikasında bu diplomasileri aktif bir şekilde uygulamaktadır. Uzun vadede sonuç veren bir siyasi yöntem olması dolayısıyla yumuşak güç unsurları doğru uygulanmadığı veya içinde mevcut sorunların tespit edilip giderilmediği taktirde beklenen sonuçların gecikme yahut farklı çıkma olasılığı yüksektir. Biz de bu yazıda Türkiye’nin Afrika’ya yönelik insani diplomasisindeki sorunları inceleyerek muhtemel çözüm yollarına dair bazı tekliflerde bulunacağız.

Doğru Yaklaşım Yanlış Algı

Türkiye’nin yumuşak güç politikası çerçevesinde izlediği insani diplomasisi, yüzyıllar önce halifeliği üstlenen, sınır içi ve dışındaki Müslim ve gayrimüslim toplumlarına yardım etmeyi kutsal bir sorumluluk olarak gören Osmanlı Devleti’nden kalma bir mirastır. Dolayısıyla Türkiye’nin insani diplomasisinde benimsediği yaklaşım gerek siyasi gerekse akademik ve hatta halk arasında dile getirildiği gibi küreselleşmiş dünyada sadece yardımlara sınırlı kalmayan aynı zamanda diğerlerini kucaklayan, sahiplenen, haklarını savunan ve uluslararası arenada farkındalık yaratan yani insanı merkez alan bir yaklaşımdır. Afrika özelinde bakıldığında yapılan resmi ve gayri resmi konuşmalardaki Türkiye’nin Afrika’ya yaklaşımının Avrupalı ülkeler gibi kıtanın yeraltı zengin kaynakları için sömürgecilik mantığı olmadığı şeklinde tekrarlanan söylemler bunu doğrulamaktadır. Bu bağlamda insani yardım için Türkiye’nin devlet kurumları ve sivil toplum kuruluşları Afrika’da faaliyetlerini sürdürmektedir. Devletin teşvikiyle Afrika kıtasının hemen hemen her yerinde devlet ve devlet dışı Türk kurumlarının şubeleri görülebilir. Tabii olarak Türkiye bir yandan Afrika’ya yardım ederken kıtanın kalkınmasını ve iki toplumun karşılıklı yakınlaşmasını, diğer yandan, Afrika’da müspet bir Türk imajının inşa edilmesini ve küresel düzeyde ise Türkiye’nin statüsü ve prestijinin artırmasını hedeflediğini söylememiz mümkündür.

Ancak Afrika’nın gerçekten iyi bilinmemesi ve kıta hakkındaki kölelik ve sömürgecilik dönemlerinden kaynaklanan yanlış algıların dünyanın dört bir yanına yayıldığı gibi Türkiye’de de yaygın olması Türkiye’nin Afrika’daki insani diplomasisi ve hatta kamu diplomasisinin uygulanmasını uzun vadede olumsuz etkileyecektir. Sömürgecilik döneminde kıtanın medeniyetsiz ve tarihsiz olduğunu savunulan tezin bugün geçerliliğini yitirmesiyle birlikte hem Afrika’da hem de kıta dışındaki zihinlerde hala olumsuz izleri bulunmaktadır. Afrika kıtası batının tanımladığı gibi modern ve taraflı bakış açısıyla algılanmaktadır. Günümüzde değerlerin bolluk, zenginlik, gelişmişlik, altyapı, kişi başına düşen gelir olarak bilindiği bu modern dünyada Afrika’nın değerleri adeta yok hükmündedir. Kıtanın bilinmemesinden kaynaklanan diğer bir husus ise Afrika toplumunun aynı ten rengine sahip olması dolayısıyla kıtada yaşayan bütün halkların aynı medeniyet, aynı geçmiş, aynı dil ve kültüre sahip oldukları düşünülmesi ve hepsine aynı hüküm verilmesidir.

Dolayısıyla yardım projeleri kapsamında Afrika’ya giden Türk yetkili ve personellerin çoğu önyargılı olmaları, gerek saha gerekse diplomasi tecrübelerinin olmaması, halk ve insan ilişkilerinde manialara neden olmaktadır. Onların saha hakkında doğru bilgilere sahip olmamaları da yerlilerle güven sorununa yol açtığı gibi sahayı bilen yerel partnerlerin yapılan projelere ciddi bir şekilde dahil edilmelerini engellemektedir. Nitekim Türkiye’nin insani ve kamu diplomasisinin tatbikatı kapsamında gerçekleştirilen ancak profesyonelce yürütülmeyen bu projelerin Türk bakış açısıyla tasarlanıp hayata geçirilmesinden dolayı ne orta ne de uzun vadede kalıcı sonuçları vereceği aşikardır. Aynı zaman Türkiye ile Afrika arasında siyasi ve ekonomik ilişkilerin ileri düzeye taşınması için hedeflenen iki toplumun yakınlaşması ve güçlü kültürel bağların tesisini öngörmek hayli zordur. Hatta mesele derinden incelendiğinde beklenen sonuçların tam tersi çıkma olasılığı olduğunu görmek mümkündür.

Türkiye’de Afrika Algısı ve Algı Yönetimi

Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi Afrika kıtası yaşadığı acı geçmişi ve bugün dünya siyaseti ve ekonomisinde öne çıkmaması nedeniyle birçok yerde olumuz algılanmaktadır. Türkiye’nin Afrika’ya açılım politikası çerçevesinde yürüttüğü kamu ve insani diplomasisi bir yandan tabloyu iyileştirmeye çalışırken diğer yandan dolaylı olarak mevcut Afrika algısının pekişmesine sebep olmaktadır. Genel olarak baktığımızda Türk toplumunda farkındalık yaratmak ve Afrika ülkelerinin bazı bölgeleri için bağış ve yardım toplamak amacıyla düzenlenen konferans, söyleşi, tecrübe paylaşımı, kermes ve kampanyalarda kullanılan fotoğraf, video ve sloganlarla, “Afrika’nın” bir tarafını gösterip diğerini gizleyerek toplum içerisinde kıtanın var olan olumsuz algısını sürdürmektedir. Söz konusu diplomasiler iki toplumun birbirini daha iyi tanımasını hedeflerken uygulanan yöntem ise bağış ve  yardımların toplanmasını sağlamasına rağmen uzun vadede hem Türk toplumunda yanlış Afrika algısının devam etmesi hem de Afrikalılarda olumsuz Türk algısının oluşmasına neden olabilir.

Elli dört ülkeden oluşan koca Afrika kıtasının, yardım kuruluşlarının yapmış olduğu yardımlar ve izlenimlerden kalma acınacak portrelerle açlık, yoksulluk, savaş ve hastalıklarla özdeşleştirilerek tek bir ülke gibi topluma tanıtıldığı görülmektedir. Paylaşılan bu tecrübeler farkındalık yaratmaya yönelik yaygın hale getirilse de Afrika’nın değerleri ve itibarını zedelemektedir. Bu durum Türk zihninde genel bir mazlum Afrika algısının kalması ve uzun vadede yüksek düzey ilişkilerde güç dengesizliği algısına zemin hazırlayacaktır. Günümüz Afrika-Batı ülkeleriyle ilişkilerine baktığımızda ikili münasebetler güç dengesizliği temelinde kurulmuştur. XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Avrupalı seyyahların Afrika gezileri sonrasında kitaplaştırılıp yayımlanan izlenimleri Avrupalılara olumsuz bir Afrika algısını aşılamayı sağlamıştır. Nitekim bu algılara dayanarak XIX. yüzyılın sonlarında Afrika’yı bu durumdan kurtararak medeniyete ve moderniteye götürmek adına sömürgeleştirmişlerdir.

Böyle bir tecrübeyi yaşamış olan Afrikalılar dışarıdan gelen her yardım kuşkuyla karşılamaktadırlar. Bugün Türkiye’nin Afrika’da gerçekleştirdiği projelerin, onlardan yararlanan kesim tarafından hayli olumlu karşılansa da bazı kesimlerin hala karşılıksız olduğuna ikna olmadığını görmek mümkündür. Bu son kesimin bir kısmı farkında olmadan inat etse de diğeri Türkiye’nin artan yardımları ve eğitim faaliyetlerinin arkasında Afrika ülkeleri üzerine egemenlik kurmayı amaçladığını düşünerek bilinçli bir direnç göstermektedir. Türkiye’nin dış politikasında İslam’a meyilli bir diplomasi izlemesiyle birlikte kıtadaki hedefi hem eski sömürgeci devletlerin hem de son dönemde Sahraaltı Afrika’ya akın eden Çin, Hindistan ve Brezilya gibi gelişmekte olan ülkelerin hedefleriyle karşılaştırılmaktadır.

İnsani Yardımların Ahlaki, Etik ve Deontolojik Boyutu

İnsani yardımların sırf iyilik yapmak adına karşılıksız olarak gerçekleştirilmesiyle birlikte ahlak ve etik çerçevesinde alanın deontolojisine uyarak yapılması gerekmektedir. Yardım kuruluşlarının uluslararası hukuk çerçevesinde bağımsızlık ve tarafsızlık prensiplerine uymalarından ziyade, yardım edilen halkın karşısında da dürüstlük, adalet, özerklik, saygı ve sorumluluk gibi riayet etmeleri gereken kurallar ve  alınan bağışların yararlı bir şekilde değerlendirilmesi ve hizmet kalitesi gibi yerine getirmeleri gereken yükümlülükler vardır. Bugün Türkiye’nin insani diplomasisi kapsamında yardım kuruluşlarının Afrika’da gerçekleştirdiği yardımlara baktığımızda herhalde kurumların birbirinden bağımsız olmaları ve yardımların ciddi bir denetime tabi tutulmamasından etik kurallardan ve devletin hedeflerinden uzaklaşmaktadır.

Dolayısıyla sahada yardımların hedef kitlelere ulaştırılma ve uygulanma sürecinde insani yardım deontolojisine ne kadar uyulduğunu sorgulamak gerekir. Genellikle Afrika sahalarından çekilmiş özel ve bazen mahrem resim ve videoların Türkiye’de Afrika tanıtım programları, konferanslar, tecrübe paylaşımı, sergi ve yardım kampanyalarında kullanılması ahlak ve etik esaslarıyla ne kadar bağdaşır. Dini bakımından bu yardımların çoğu zaman İslam adına yapıldığı söylendiği halde yaygınlaştırarak takdir kazanmaya çalışmak dini kurallara ne kadar uygundur. Zira İslam’da bağış ve yardım hususundaki gizlilik esasının elzem bir yer tuttuğu bilinmektedir. Dolayısıyla insani yardım deontolojisinin yeniden gözden geçirilmesini gerekli kılmaktadır.

Öneriler

Ülkelerin birbirlerine bağımlı olduğu küreselleşmiş dünyada siyasi ve ekonomik bakımdan hem Türkiye’nin Afrika’ya hem de Afrika’nın da Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Dolayısıyla ilişkilerin eşitlik ve adalet temelinde kurulup güçlenmesi için iki toplumun birbirini doğru tanımaları gerekmektedir. Afrika hakkında önyargılar giderilerek Türk  iş damları ve turistleri de teşvik edecek şekilde kıtanın bilinmeyen fırsat ve potansiyelleri gün yüzüne çıkarılmalıdır. Afrika’nın tanıtımı yapılırken tarafsız bir şekilde kültür ve uygar farklılığı kabul ederek kıtanın kültürü ve değerlerini de idrak ederek post-kolonyal bir yaklaşımla yapılmalıdır. Bunu gerçekleştirebilmek için de Türkiye’nin, yol haritasını çizerek Afrika’ya yönelik insani diplomasisinin tatbikatı çerçevesinde hem sahayı doğru bilen personel yetiştirmesi hem de uzun vadede kalıcı sonuçlar verecek projeler üretmesi gerekmektedir.

Türkiye’nin Afrika’yı bilen personelinin yetişmesi için öncelikli olarak gerek liselerde gerekse üniversitelerde ve özellikle tarih, siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümlerinde Afrika tarihi ve siyaseti derslerinin verilmesinin yanı sıra üniversite içi ve dışında Afrika Tarihi Araştırmaları Merkezlerinin çoğaltılması gerekir. Bunun yanında Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümlerinde okuyan Türk öğrencilerinin Yüksek Lisans ve uzmanlık eğitimleri Afrika’nın itibarlı Yüksek Okul ve üniversitelerinde yapmalarının teşvik edilmesi, onların Afrika kültürleri, gelenekleri ve değerlerini yakından tanımalarına vesile olacağı gibi ileride Türkiye’nin Afrika politikasının belirlenmesine yararlı olacaktır. Ayrıca konferans, çalıştay ve sempozyum gibi Türkiye’de düzenlenen buluşmalarda Afrika hakkında herkesin bildiği gerçeklere odaklanmayarak artık durumun değişmesi için neler yapılması gerektiği tartışılmalıdır. Ancak kısa vadede Afrika’da görevlendirilecek devlet ve Sivil Toplum Kuruluşlarının personellerinin Afrika hakkında kısa süreli eğitimler alarak doğru bilgilenmeleri çok önemlidir. Aynı zamanda insani yardımlarda görev alacak personellerin ahlak ve etiğin yerini bilmeleri ve insani yardım deontolojisine hakim olmaları için eğitim almaları şart koşulmalıdır.

Gerçekleştirilen proje ve yardımlar hususunda projelerin kabul işleminden tatbikat süreci ve vereceği sonuçlara kadar devlet tarafından olmasa da denetim kurullar tarafından yakından takip edilmelidir. Projeler kabul edilmeden önce önemi, yapılabilirliği ve uzun ya da orta vadede topluma doğuracağı sonuçlar değerlendirilmelidir. Proje sonrasında ise rapor, resim ve videolarla yetinilmeyip ciddi bir saha değerlendirmesi yapılması zorunlu kılınmalıdır. O projeler yerlilere danışarak ve fikirleri de dikkate alınarak hazırlanmalıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin burada yetişmiş insan kaynağını aktif bir şekilde değerlendirmesi yararlı olur. Dolayısıyla onların bu hususta tecrübe kazanmalarını sağlamakla birlikte kıtanın yardıma bağımlı kalmalarının önüne de geçilebilir.